Siyaset her zaman kendi mecrasını bulur ve boşlukları kullanır. Doğal olarak 'siyaset' diye somut insanların dışında bir güç yoktur.
Ama var olan koşullar, olanaklar ve tıkanıklıklar farklı kesimlerin kendi yollarını açmalarını teşvik eder. Bu bağlamda 'eksik siyaset' de sadece bir idealizasyonun sonucu olarak öne sürülecek bir terimdir. Eğer bir ülkede kuramsal olarak olması gereken siyasi kanatlardan biri eksikse, ya bir baskı sisteminde yaşanmaktadır, ya da söz konusu 'eksik siyaset' topluma anlamlı gelen bir varoluş önermesi sunmamaktadır.
Türkiye'de sol uzunca bir süreden bu yana eksik siyaset kategorisi içinde yer alıyor ama bu, toplumun hissettiği ve yerini doldurmak istediği bir boşluk değil. Oysa solun Cumhuriyet'in kurucu ideolojisinin 'sol' sayılmasından ötürü en azından bir meşruiyet zemini bulunmakta. Ne var ki solla ilişkisi olmayan bir siyasete 'sol' dediğiniz ve buradan kendisine solcu diyen bir zümre üretebildiğiniz andan itibaren, sol siyasetin gelişme kanallarını da tıkarsınız. Türkiye'de Kemalizm topluma dokunmayan, onu dışarıdan biçimlendiren bir otoriter anlayışı, toplumun algısında 'sol' olarak yerleştirmekle kalmadı, laik asabiyeyi de solcu olmanın önkoşulu olarak zihinlere kazıdı. Böylece toplumun geneli solcu olmamayı olumlu bir değer olarak benimsedi. Kendisine solcu diyen laikler ise demokrasiyle ters orantılı bir siyaset arayışının içinde tıkanıp kaldılar. Öyle ki demokrasiye doğru her toplumsal hamle, solcuların direnciyle karşılaşırken, vesayet sistemini pekiştiren gelişmeler utangaç bir onaya mazhar oldu.
Solcular yıllar boyunca kendi darbecilerini ve darbelerini aradılar. Öte yandan da darbelerin kendilerine karşı yapılmış olduğunu söyleyerek iç dünyalarındaki eziklikten kurtulmaya çalıştılar. Giderek solculuk toplumun kenarında, bir tür hayal âleminde yaşamayı ve siyasetin dışındaki bir kurtarılmış ideolojik dünyaya hapsolmayı ifade etmeye başladı. Çıtayı yüksek tutmak, toplumun 'pisliğine' bulaşmamak, ilkelerin adamı olmak, doğru prototip duruş haline geldi. Gerçeklik ise avuçların arasından kaçıp gitti...
Doğrusu toplumun bunu bir eksiklik olarak yaşadığı söylenemez. Yaşamakta olan hakiki insanlara, onların gerçek talepleri doğrultusunda özgürlük, adalet ve refah getirme ihtimali olmayan, hatta tam aksini getireceğinden kuşku duyulmayan bir siyasetin 'eksikliğinden' pek söz edemeyiz. O nedenle yaklaşan dönem Türkiye'nin solcuları için bir rönesans, bir yeniden doğuş olacak. Belki tek parti döneminden bu yana ilk kez, geniş yığınlara hitap etme potansiyeli olan bir siyasetle kendi duruşları arasında paralellik görecekler. Belki bunca zamandan sonra ilk kez, kendi ideolojik anlayışlarının siyaset oluşturma gücü olduğuna tanık olacaklar. Önümüzdeki dönem ulusalcılığın 'ovaya' indiği ve sola hayat öpücüğü verdiği bir dönem olacak...
Yeni siyaset ortamı, muhakkak ki siyasetin dilini ve stratejik işlevini de değiştirecek. AKP ile ulusalcı cepheyi karşı karşıya getiren bir siyaset ortamı, uzlaşmalara fazla imkân tanımayan, karşıtlığı besleyen bir ruh haline de karşılık gelecek. Öte yandan dünyadaki genel zihniyet değişimi, hükümetin reform adımlarına karşı çıkmayı zorlaştıracak. Bu durumun ikili bir muhalefet siyaseti üretmesi şaşırtıcı olmaz: Bir yandan reformların çıtasını yükselterek söylem düzeyinde 'solculuk' yapan, öte yandan siyasetin ve bürokrasinin karar mekanizmalarını engellemeler ve hedef şaşırtmalar üzerinden bir tıkaç olarak kullanan, kamuoyunu ise bu yönde manipüle eden, vesayetçi bir muhalefet...
Ulusalcılığın her türlü aracı amaç için mubah sayan yaklaşımı da 'sol' bir cephe yaratılmasında işlevsel olacaktır. Çünkü Türkiye'deki tür otoriter solun epistemolojik temelleri 'doğru' siyasetin eylemle sınanmasına, bir sonraki toplumsal aşamaya yönelen her türlü çabanın olumlanmasına dayanır. Bu ise ahlaki kaygıları olmayan bir siyaset demektir ve uzun süredir kendisini dışlanmış ve etkisiz hisseden 'solculara' psikolojik olarak iyi gelecek, onları yeniden siyasi aktivizmin içine çekebilecektir. Siyasetle ahlak arasındaki mesafenin açılması ise AKP karşıtlığını siyasetteki etik ilkelerin önüne geçirme istidadına sahiptir ve derinliği olmayan bir 'solculuk' için biçilmiş kaftandır.
Bu tabloyu bozacak olan tek aktör CHP... Ama bu da hem büyüyemeyen, hem de ulusalcı manipülasyonla uğraşmak durumunda olan bir muhalefet olmak anlamına gelir ki, muhtemelen iktidarın payandası olarak görülmekle sonuçlanır.
Belki de gerçekten bir 'kurtuluş' savaşına doğru gidiyoruz... Soru kimin kimden kurtulacağı.
ZAMAN