Kerem Sözer / Haksöz Haber
Cumhuriyet’i hamasi anlatılar, semboller, marşlar ve törenlerle yaşatma, ilerletme ve büyütme saplantısı bir türlü bitmek bilmiyor. Devasa resmi törenlere, en büyük bayraklara, en uzun kortejlere, kibir ve gururla örülü uzun nutuklara, hakikat ve adalet duygusunu değersizleştirip devlet kutsamalı çılgın Türkler övüncüyle sergilenen mübalağalı gösterilere yaslanarak hiçbir ülke ve toplum iflah olmadı, olmaz da.
Yaşanan onca acıya, atlatılan bir sürü badireye rağmen Tek Adam ve Tek Parti rejiminin komünist Moskova’dan, faşist Roma ve Berlin’den ithal edip Ata/Türkçü bir formla geniş kitleleri terbiye etmek üzere devlet zoruyla tahkim ettiği bu yöntem ve araçlardan neden hala medet umuluyor? Evet, Kemalizm’in fanatik ve despotik teamüllerini unutturmak üzere tarih susturuluyor, hafıza şekilden şekile sokuluyor, çok boyutlu takiyyecilik işletiliyor. Öyle ki bir süredir muhafazakâr ve yerli-milli Kemalizm, dindar ve demokrat kurtarıcı Atatürk figürü inşat etmek üzere Hükümet marifetiyle muazzam bir seferberlik süreci yürürlükte tutuluyor.
Orkestra ve Korolarla Nasıl Tarih Yazılır?
“Gazi Mustafa Kemal Atatürk” sadece kurucu değil kurtarıcı ve biricik önder, yegâne yol gösterici olarak kitlelerin zihnine, kalbine, hayat tarzına ince ince işleniyor. Sosyal medyadan reklamlar ve sahne performanslarına, siyasetten medya ve sivil topluma kadar adeta meşruiyetini “Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ten almayan cümle kurmak imkânsız hale geldi, getirildi. Derinlikli, tutarlı, kuşatıcı ve kalıcı bir hal değil bu durum. Ama ister mecburiyet hissiyle olsun isterse fırsatçı hesaplarla olsun Kemalizm’e selam vermeden herhangi bir işe teşebbüs edilemiyor.
En son piyasaya sürülen can sıkıcı hikâyeyi hepimiz biliyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde ilk kez seslendirilen Cumhuriyet’in 100. Yıl Marşı’nın sözlerine, icrasına ve yüklenen anlamlara bakınca aslında can sıkıcı bir hikâyeden daha fazlasını gördüğümüz kesin. Bir sürü senfoni orkestrası ve bandonun eşlik ettiği 1071 sanatçının icra ettiği “100. Yıl Marşı”nı çok büyük bir keşif ve marifetmiş gibi TRT ortak yayınından takdim etmek nasıl bir siyasal akla işaret eder? Ne güftenin ne de bestenin akıl ve duygularda bir zerre olsun olumlu etki bırakmadığı ortada. Yarışmalar, jüriler, senfoni orkestraları, korolar, koreografiler, canlı yayınlarla ülkenin her bir köşesine taşınan şaşalı törenler sabun köpüğü gibi uçup gitti şimdiden. Ne duygulara ne akıllara hitap eden bir marş çünkü. Adet yerini bulsun, dostlar alışverişte görsün tabii. Fakat edebi açıdan da müzikalite açısından da tam bir fecaat duruyor önümüzde.
Lider Kültü ve Ulusalcılık Putu
Büyük bir sürpriz gibi, kurtarıcı bir müjde gibi özenle takdim edilen marşın içeriğinde ne var peki? Marş hangi temel değerler üzerine yükseliyor? Maalesef 10. Yıl Marşı’nın çok kötü bir kopyası olarak Türklük ve Atatürkçülük kültünde bir adım ileriye geçmeyen fanatizmle geleceğe projeksiyon tutulmaya kalkışılmış. (İdeolojik çarpıklık ve saplantıları bir tarafa şiir ve müzik açısından 10. Yıl Marşı’nın emsallerinin pek çoğundan daha nitelikli olduğu aşikârdır.) Uzun yıllar boyunca TRT Ankara Çocuk Korosu’nun tekrar tekrar seslendirdiği ama halkta, sokakta, tarihsel hafızada hiçbir karşılık bulamayan kaba propagandanın bir benzeri yine dikilmiş karşımıza. En son sürüm marşa bakacak olursak “şanlı ulus dünyayı titretiyor”muş. Neden “şanlı ulus” etrafa korku salıp dünyayı titretmeye hevesleniyor ki? Adalet ve merhametle ümit ve şifa olmak varken ille de dünyayı tir tir titretmek şehvetine kapılmak tuhaf değil mi?
Marşta yer alan “Türklüğün yazgısı” gibi ifadelerin ulusalcı kibir ve gurur duygularını gıdıklaması mümkünse de takva, fazilet, adalet, merhamet gibi en temel insani duygulara teğet bile geçmeyeceği kimseye sır olmasa gerektir. Sonrasında ise “kahraman yarattı Türk’ü yaratan” dizesinde görüldüğü üzere ulusalcı hamaset tek hamlede ırkçı siyasete evrilivermiş hızla. “Damarlarda dolaşan asil kan” vurgusuna benzer bir durum var burada. Bahsi geçen “Yaradan” kimi hakları kahraman kimilerini de ödlek mi yaratıyor acaba? Ya da bazılarının kanında asil kan dolaşırken diğerlerinin kanında sefil kan mı dolaşıyor yoksa? Mehmet Akif’in “kahraman ırkıma bir gül …” mısrasında da vücut bulsa bu yaklaşım tarzı İslam açısından ciddi manada sıkıntılıdır.
“Gazi’nin Açtığı Kutlu Yol”un Anatomisi
Marşın omurgasını ve (ulaşırsa eğer) kitlelerde oluşturmak istediği kimlik ve istikameti belirginleştiren mısra ise hiç şüphesiz “Gazi'nin açtığı bu kutlu yolda yürüyeceğiz hepimiz” mısrası oluşturmaktadır. Sanki “Gazi” diye hitap edince Atatürk ve Kemalizm bağlamında zuhur etmiş her tülü zulmü, baskıyı, vesayeti, darbeyi, inkâr ve asimilasyon politikalarını görünmez kılmak mümkünmüş gibi. Meğer derin devlet kademelerinde ne kadar da boş hayaller kuruluyormuş inatla.
“Gazi’nin açtığı kutlu yol” hangisi acaba, nasıl bir şeydir bu kutlu yol? Cumhuriyet söylemiyle işletilen Tek Adam ve Tek Parti despotizmi mi?
“Gazi’nin açtığı kutlu yol”dan kast olunan şapka giymeyenleri ve siyasi muhalifleri idam sehpasına çıkaran İstiklal Mahkemeleri “adaleti” midir acaba?
“Gazi’nin açtığı kutlu yol”da minare ve camilerden Allah-u Ekber nidalarının sökülüp atıldığını, “tanrı uludur” tarzı Şamanist söylemlerin Müslüman topluma dayatıldığını açıkça söyleyebilecek cesaret lazım oysa. Türklüğü seküler bir din gibi inşa ederken Kürt halkına yönelen inkâr ve asimilasyon sürecinin, on yılda bir tekrar eden askeri ihtilallerin bu “kutlu yol”la ilişkisini orkestra ve korodakiler değil ama bizi açıkça tartışıp reddedeceğiz elbette.
Halkın açlık ve sefaletin pençesinde kıvrandığı, en basit hastalıklarla baş edilemediği dönemlerde Çankaya Köşkü ve Dolmabahçe Sarayı’nda her gece düzenlenen baloların, poker partilerinin, içkili davetlerin mahiyetini konuşmadan “Gazi’nin açtığı kutlu yol” tam manasıyla idrak edilebilir mi mesela? Hint kıtasındaki Müslümanların Hilafet’i kurtarmak üzere gönderdiği yardımların nasıl olup da İş Bankası sermayesine dönüştürülmesi ve devlet eliyle zengin bir tabakanın yaratılması mezkûr “kutlu yol”un neresine düşer? Amerikalı ve Avrupalı devlet adamlarının, sermayedarların almayı aklından dahi geçirmediği Savanora yatıyla martılar ve özel davetliler eşliğinde Boğaz'ın maviliklerine açılırken de o “kutlu yol” mu tutulmuştur acaba? Güya köylü milletin efendisiydi, halkçılık rejimin kriteriydi amma ve lakin Ulu Önder “uygarlık savaşını da ancak böyle verebiliyordu.
Sadece Marşlar Değil Siyaset Kısırlaşıyor
Nihayet, haklı olarak okurlarımız “100. Yıl Marşı için bu kadar nefes tüketmeye hacet yok aslında”, diyeceklerdir. Lakin biz bu tip marşları değil bu tür marşlara, sembollere, törenlere yüklenen anlamları hatta siyasetin bunlardan medet ummasını kritik ediyoruz. Siyaset ve toplumun hala vesayeti aşamamış olması, 23 Nisan çocuğu muamelesine tabi tutulmayı meşru ve makul görmesidir esas mesele.
Tam da bu meyanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “büyük bir kucaklaşma, ortak paydada buluşma ve müşterekleri çoğaltma” yönünde atılmış adımlardan biri olarak 100. Yıl Marşı’nı örnek göstermesi son derece ilginçtir. İlginçtir zira basit bir rap parçasının, sıradan bir arabesk şarkısının oluşturduğu etkinin yanına yanaşamayan bir marşa yüklenen anlamları işitince insanın hayret duyguları şaha kalkıyor. Senfoni orkestralarını, bandoları hep birlikte sahneye alıp 1071 sanatçıya bir marş söyletiyorsunuz ancak metro duraklarında türkü söyleyen insanlar kadar kale alınmıyor. Acaba bu tür marşlar yıllanınca mı değer kazanıyor, diye sormadan edemiyor insan.
Muhafazakâr sembollerden üçünü beşini, dini kavram ve sembollerden bir kaçını eklemleyince ne Kemalizm meşruiyet kazanır ne de “Gazi’nin açtığı yol” kutlu-mübarek bir istikamet haline gelir. Siyasetin, akademinin, toplumun öncelikli işi ve hedefi Kemalizmi yeniden inşa etmek değildir. Müslümanlar olarak ihtiyacımız ve vazifemiz “yerli ve milli Atatürk”, “dindar Ulu Önder” üretip piyasaya sürmek değildir. Önce kendimize karşı dürüst olalım.
Kılıçdaroğlu ve Akşener’le Atatürkçülük yarıştırmak, Gazi’yi CHP ve İYİ Parti’ye kaptırmamak üzerine kurulan siyasal akıl ve strateji henüz niyet aşamasındayken bile çürüyüp kokuşmuştur, tümden iflas etmiştir. Kemalizm’i yeniden üreterek, tarihi hakikatleri ters yüz edip Mustafa Kemal’i yeniden kurgulayarak izlenecek rota ülke ve toplumu intihara sürükler.
Ebedi Şef ve Milli Şef’in açtığı yol, kurduğu ülkü askeri törenler ve ırkçı-ulusalcı nutuklarla yükseltilip büyük bayrak ve marşlarla perdelenen despotizm ve yolsuzluklar olarak ete kemiğe büründü. Lütfen böylesi yıkıcı-yakıcı tecrübelerle örülü yakın siyasi tarihi yeniden kurgulayıp takdis etmeye kalkışmayın. Hem başaramaz altında kalırsınız hem de büyük bir günah yüklenirsiniz.
100.Yıl Marşı
"Parlayan yıldızı Anadolu'nun
Çağlayan sel gibi şanlı ulusun
Türkiye Yüzyılı titretiyor dünyayı
Sarsılmaz bir inançla kalpte tutkusun
Bu toprak bu deniz bu bayrak bizim
Tarihe sığmayan destanlar bizim
Türklüğün yazgısı yazılıyor koynunda
Kalplere kazınmış bu vatan bizim
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Her zaman aydınlık mavi göklere uzanacak ellerimiz
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Gazi’nin açtığı bu kutlu yolda yürüyeceğiz hepimiz
Özgürlük tutkusu damarlarımda
Çelikten her nefer semalarımda
Sarmaşık dal gibi sarılmışız biz bize
Tek yürek bu millet en zor anında
Düşmanlar bir olsa yağsa göklerden
Denizler köpürse taşsa dağlardan
Kimseye eğmedik boynumuzu eğmeyiz
Kahraman yarattı Türk'ü yaratan
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Her zaman aydınlık mavi göklere uzanacak ellerimiz
Yüzyıllarca kutlanacak Cumhuriyetimiz
Gazi'nin açtığı bu kutlu yolda yürüyeceğiz hepimiz."