AB Komisyonu Başkanı, yani bir anlamda Avrupa Başbakanı Barroso geldi ve ulusalcı camia için gerçekten akıl karıştıran şeyler söyledi. Bakın şu sözlere: "-Eğer bu ülkenin çoğunluğu Müslüman'sa, bunu saklayamazsınız. Buna gerek de yok.
Ayrıca tam Avrupalı olmak için Müslüman olmamanız gerekiyor gibi bir şey söz konusu olamaz. Zaten asıl mesele, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin tam demokrasiye sahip bir AB üyesi olması. Dini de laikliği de zorla empoze ederseniz, demokrasi olmaktan çıkarsınız. Bu yüzden demokratik laiklik diyorum. Türkiye'nin çoğunluğu Müslüman, bunu kabul etmeliyiz.
Önemli olan, bu toplumun dini değil, AB'nin temel ilkelerine uyum sağlayıp sağlamadığı." Sözlerin özeti şu: -Müslümansınız, bundan utanmanıza gerek yok, hatta bizim için sizin Müslüman olmanız önemli, Avrupalı olmanız için Müslüman olmamanız gerekiyor gibi bir şey söz konusu olamaz. Sanki şöyle bir şey bekleniyordu: -Bu Avrupa bizi en önemli sorunumuzdan, yani İslam'ın sistem için bir problem olmasından kurtaracak. Onun için AB işine asılalım. Barroso'ya, pişmiş aşa su katmış bir adam gibi bakıp, çok çok kızıyorlar. Aslında Amerika'ya da kızıyorlar. Onun da altında Amerika'nın Türkiye'nin "Müslüman bir ülke olma" gerçeğini kabul etmesi yatıyor.
Amerika'nın "Radikal İslam" diye bir düşmanı var, belki ABD İslam'ın hiçbir tonunu istemezdi, ama bir süper güç olarak o, gerçeklerle savaşmayı değil, kendi çıkarları ile gerçeklerin nasıl buluşacağını hesaplar. Bu yüzden ABD, kendi çıkarları açısından realist bir değerlendirme yapıyor ve İslam dünyası ile ilişkide, "İslam'ın ılımlı bir yorumu" ile birlikte yürüyüp yürüyemeyeceğini tartıyor. Bu da Amerika'nın "Ilımlı İslam"ı teşvik ettiği biçiminde yorumlanıyor.
Bizdeki "ulusalcı çizgi", İslam'ın tüm yorumlarına karşı olduğu için, ABD ile de çatışıyor. Bu durumda ulusalcı çizgi bakımından şöyle bir görüntü ortaya çıkıyor: AB'nin ve ABD'nin kişiliğinde Batı'ya karşılar. Oysa, hemen bütün ideolojik zeminlerinin Batı değerleri olmasını istemişlerdi. Peki içerde yerli değerlerle münasebetleri nasıl? Bu noktada da iç açıcı durumda değiller. Çünkü, halk değerlerini küçümseyerek geldiler. Özellikle halkın İslam'la ilişkilerini sorun olarak gördüler.
Tepeden inme uygulamalarla toplumu değiştirmeyi ve yeni bir toplum kimliği oluşturmayı öngördüler. Laikliği, toplumun dini aidiyetini zayıflatmak için bir araç gibi yorumlamayı tercih ettiler. Laiklik, onlara göre, adeta İslam'ın yerine ikame edilecek yeni bir din gibiydi. Toplum bunu kabul etmedi. Bu defa toplumla çatıştılar. Bu yüzden topluma karşı hep kuşku duyuldu ve "baskı yönetimleri" geldi. Ama, çok partili hayata geçiş, diğer ifadeyle demokratik uygulama, bu baskı yönetimleri için de uygun bir zemin teşkil etmiyordu. Sonuçta halk oy verecek ve kendisini yönetenleri seçecekti. Bu da, halk iradesinin ve değerlerinin sisteme yansıması imkanını vermekteydi. Bu defa demokrasi ile sorunlu hale geldiler.
"Halkın yüzde 97'si bile bir partiye oy verse onun kapatılabileceği" gibi söylemler savruldu gündem içinde... Buna göre "halk iradesi" denen şey, kolayca saf dışı edilebilecek bir şeydi. Peki laiklik, böyle, din dahil, demokrasi dahil her şeyin yerine ikame edilebilecek bir şey miydi? "Bir hayat tarzı" tanımlaması yapıldı laiklik için? Oysa laiklik, toplumdaki farklı inanç aidiyetleri karşısında devletin nötr olması anlamına gelmekteydi. Özgürlükler esas olmalıydı.
Devlet, herhangi bir toplum kesiminden ötekine karşı baskı söz konusu olduğunda özgürlük alanlarını korumak için devreye girerdi. Hele asla bir dine karşı pozisyon alamazdı. Herhangi bir dini tanzim gibi bir iddiaya da soyunamazdı. Bir dini empoze ede edemezdi. Bütün bu noktalarda Türkiye laikliği sorunlu idi. "Devlet kontrolünde bir din" uygulaması, Türkiye laikliğinin özgün karakteri durumundaydı. Ama bu yaklaşım, dini tanımlamayı, dini hayatı kontrolü ve dini azaltmayı da içine aldığı için, toplum tarafından tepki ile karşılaşıyordu. Sonuçta toplumla ciddi sorunlar yaşayan bir egemen irade haline dönüştü ulusalcı çizgi. Burada "ulusalcı" kelimesinden yola çıkarak, bu hareketin "millet"le bağlantılı olması akla gelebilir ama, yukardan beri anlattığımız hususlar da gösteriyor ki, ulusalcı hareket, millet değerleriyle de sorunludur.
O zaman, şu anda neyi temsil ediyor ulusalcı hareket? Bence bir ideolojik boşluğu... Bu hareketin içinde geçmişin Maocuları var, Batıcıları var, liberalliği başıboş yaşamak gibi algılayanlar var, devleti sövüşleyerek gelen ve bunu kaybetmek istemeyenler var, Anadolu'daki halk çocuklarının yükselişini, kendi çıkarlar dünyası için tehdit olarak algılayanlar var, bir de çok önemli ideolojik tasarımları olduğuna inanan saf çevreler var. İdeolojik boşluk, ulusalcı camiayı nerede patlayacağı bilinmeyen bir serseri mayına dönüştürüyor. Türkiye'nin geleceğe daha sağlıklı yürüyebilmesi için bu çizginin acilen tedavi edilmesi lazım.
Bugün gazetesi