Polis göstericilere su ve gaz sıkıyor. Ulusalcı kanattan çok sayıda CHP’li milletvekili, makam arabalarıyla ve etraflarında örgütlenen toplulukla barikatlara yükleniyorlar, güvenlik güçleri bir anlamda gösteriler karşısında çaresiz kalıyor. Gerginlik aralıksız sürüyor. Arbede yaşanıyor. Sosyal medya çalkalanıyor.
Mahkeme heyeti, salona da yansıyan kargaşalık yüzünden duruşmayı başka bir güne ertelemek durumunda kaldı.
Aslında, eğer hukuki süreç açısından bakarsak, yargılamanın sonuna gelindi. Sanıklar, son savunmalarını yapacaklar ve mahkeme de karar verecek.
Ancak göstericiler, bu savunmalar ve mahkemenin vereceği kararla ilgilenmek yerine, protestoyu şiddetlendirmeyi tercih ediyorlar. Ya da belki kararı “verilmiş kabul eden” bir psikoloji içindeler. Tabii şurası da bir gerçek: beş yıla yaklaşan tutukluluk sürelerinin sonunda beraat kararlarının çıkmayacağını tahmin etmek zor değil.
Dünkü gösterilerin asıl örgütleyicisi İşçi Partililerdi. CHP’liler de militan bir şekilde “örgütlenme”nin içinde yer aldılar. CHP, Ergenekon davasının başından beri, davayı sahte olarak görüyor, hatta “adaletsizliklerle dolu bir komplo” olarak tanımlıyor.
Ergenekon davası, devletteki klasik otoriter yapılanmanın, çeteleşmenin, militarizmin tasfiyesi açısından bir dönüm noktasıydı. Bu davayı Balyoz ve Kafes davaları takip etti. Siyaset, bu davaların da etkisiyle militarizmin hegemonyasından bir ölçüde arınırken, devlet içindeki yasadışı yapılanmaların önünün alınması açısından da ciddi sonuçlar elde edildi.
Ergenekon davalarının başladığı günlerden bugünlere kadar siyasi suikastların önünün alınmış olması bile kaydedilen mesafe açısından bir ölçü olarak kabul edilebilir.
Bu davaların siyasi tarihimize “bir dönemi bitiren davalar” olarak geçmesini öngörebiliriz.
Hukuki olmaktan çok
Böylesine önemli siyasi sonuçları olan bir davanın sanıklarının gücünü de küçümsememek gerekiyor. Aksiyon- reaksiyon (kuvvet- karşı kuvvet) prensibi, hem fizik biliminde hem de sosyal gerçeklik içinde geçerli bir prensiptir. Yargılananların siyaset içinde güçleri olduğu gibi, medya ve iş dünyası içinde de güçleri var. Bu dava ve yargılanan isimler, giderek, bir “güç yoğunlaşması”nın simgesel merkez üssüne dönüştüler.
Statükonun devamından yana olan güçlerin Ergenekon davasının “itibarsızlaştırılması” ve yargılamadaki hatalardan ve eksiklerden yararlanarak “olumsuz bir imaj” yaratabilmek amacıyla sürekli kampanyalar yürütmüş olmalarını, bu çerçeve içinde görmekte yarar var.
Davalar ve yargılamalar bir “hukuki süreç” olmanın çok ötesinde bir noktada. Bir “hukuki süreç”ten çok, bir “propaganda savaşı”nın ortasındayız.
Davaların “genel olarak haklılığı ve haksızlığı” üzerinden oluşan kamplaşma, sertleşerek devam ediyor. Olayları siyah ve beyaz kadar farklı gören iki farklı kutbun şekillenmiş olması nedeniyle; kişisel durumlar, bireylerin hakkı ve hukuku, duruşmalarda yeterince tartışılamıyor, kamuoyunun ilgisi de bu konulara yoğunlaşmıyor. Bu durum, muhtemelen birçok mağduriyete de yol açtı ve/veya bazı mağduriyetleri şiddetlendirdi.
Duruşmaların sakin bir ortamda gelişmiyor olması, süreçle ilgisi olan tüm “eğilim” ve “taraf”ların zararına... Sanıklar tarafı; militan bir siyasi muhalefet yoluyla sesini duyurmak ve mahkemeleri etkisiz hâle getirebilmek için, özellikle son dönemde, tüm enerjisini ortaya koyuyor.
Ne kadar başarılı olabilirler, hangi etkileri yapabilirler, bunu öngörmek kolay değil. “Bilinen” ise, Türkiye’nin, şu an, Ergenekon davasının başladığı günden çok farklı bir yerde olduğu.
Asıl gerçek bu...
oralcalislar1@gmail.com
TARAF