Ulusal Coşku ve Milli Matem’in Paydaşı Olmak

KENAN ALPAY

Sabah yazarı Melih Altınok geçen hafta kaleme aldığı “Yükselen Atatürkçülük” (3 Kasım) başlıklı makalesinde toplumsal temayüllere ilişkin son derece iddialı görüşler ileri sürüyordu. Altınok’a göre “tüm anketler kendini "milliyetçi" olarak tanımlayan vatandaşların arttığını gösteriyor”du. Bu meyanda varlığını ve geleceğini güçlü bir tehdit altında hisseden toplumun ‘yerel’e sarılıp tarihi bir şahsiyet olarak Atatürk’ü gündeme almasını fırsat bilen kimi meczuplara ve goygoyculara karşı kamuoyunu uyanık olmaya davet ediyordu. “Tüm anketler” diye bir bahis açılıyordu ama tuhaf bir biçimde somut hiçbir veriye, bölgeye, rakama atıf yapılmadan keskin hükümler çıkarılıyordu

Tüm anketler milliyetçi aidiyet ve taleplerin arttığını gösteriyor iddiasının henüz mürekkebi kurumamıştı ki Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’den seçim barajına dair beklenmedik bir çıkış geldi. Demokratikleşme, normalleşme ve uzlaşma söylemleri eşliğinde Bahçeli yıllarca karşı durduğu % 10’luk seçim barajının düşürülmesi mevzusunda çıtayı % 7 hatta % 5’e kadar düşürülebileceğine dair epeyce alttan aldı pazarlığı. Bahçeli’nin Meclis Grubu’nda yaptığı çıkışı ertesi gün MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın daha bir detaylandırırken “2019’a az kaldı elimizi çabuk tutalım” cümlesiyle bir nevi MHP’deki panik halini itiraf da etmiş oldu. Üstelik bu paniğin anlık ve son dönemde oluşmadığını teyid edercesine “Bizim kafamızda çok şey var, hazırız” tarzı cümlelerle adeta her türlü teklife açık olunduğu AK Parti ve CHP’ye ilan edildi.

Milliyetçi Seçmen Parti Arıyor!

Ortada fena bir paradoks var: Milliyetçi oylar yükseliyorsa eğer seçim barajı hususunda MHP neden bu kadar telaşlanıyor? MHP baraj altında kalma korkusuyla alenen konsensüs arayışına girmişken bu milliyetçi oylar kime güvenip de bu kadar yükseliyor? Fasit bir daireye dönüşen bu paradoksun çözümü için Melih Altınok’un kamuoyuna ilan ettiği “tüm anketler” mottosu üzerine derinlikli bir entelektüel izah yapmasından başka çıkar yol gözükmüyor. Bahçeli ve Yalçın’ın MHP adına yaşadıkları baraj endişesini gidermek üzere artık anket firmaları ve yazarlar da ellerindeki tabloları paylaşmaktan imtina etmezler herhalde.

Milliyetçi söylemi ve MHP’yi kollamaya ilaveten Atatürk ve Atatürkçülük meselesinde de benzer bir tutum daha fazla göze çarpıyor. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle artan Atatürklü ve Atatürkçü vurguların bugün 10 Kasım vesilesiyle trend yapması yüksek ihtimal. Geçen hafta bu sürecin sebebini izah eden fakat çok fazla karşılık bulamayan bir haberi hatırlamakta fayda var. Türkiye Gazetesi’nde yer alan habere göre AK Parti Genel Merkezi yönetimi ve milletvekillerini CHP’yle girecekleri tartışma ve polemiklerde dikkatli olmaları hususunda şu şekilde uyarıyordu: “CHP’nin geçmişi ve diktatör hatırlatması tabanda bir kenetlenme sağlıyor. Bunun yerine Türkiye düşmanı yapıların sözcülüğünü yaptıklarını, Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin siyaset yapmadığını, düşmanlık yaptığına dair söylemler kullanalım.” (Erdoğan: Artık Patron İl Başkanı Olacak, 3 Kasım)

CHP tabanını da kazanmak, AK Parti saflarına katmak yönündeki çabalarda, yöntem arayışlarında garip veya ayıp sayılacak bir durum yok. Ne var ki bu çaba ve yöntem arayışlarının Atatürk ve Atatürkçülük güzellemeleri yaparak başarıya ulaşacağını sanmak hem ahlaki hem de siyasal-toplumsal hakikatleri ısrarla inkâr etmekten öteye bir mana taşımaz. Bu bağlamda en son örnek olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yayınladığı 10 Kasım mesajına bakmak yerinde olur. Erdoğan’ın oldukça uzun sayılabilecek mesajında bir cümle şöyle: “Gazi Mustafa Kemali tarihe iz bırakan bir komutan ve lider yapan en büyük özelliği, milletine duyduğu sonsuz güven ve inancıdır.

Ödenemeyen Borç da Nerden Çıktı?

Tarihe nasıl bir iz bıraktığı, hangi kategoride bir lider olduğunu şöyle böyle tartışırız da “milletine duyduğu sonsuz güven ve inanç” vurgusuna nerden, nasıl bir dayanak bulunacak? İlk fırsatta Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapısına kilit vurmuş, uzun yıllar sonra Fethi (Okyar) Bey kurdurduğu muvazaalı Serbest Fırka’ya dahi tahammül edemeyip kapatılmasını emretmiş bir lider nasıl oluyor da “milletine sonsuz güven ve inanç” duymuş oluyor? Hayatı halka güvensizlik ve kuşku üzerine kurulmuş olmasa Mustafa Kemal, Tek Parti Rejimi’ne inat etmez ve serbest seçimlere yönelirdi. Halkçılık ve Cumhuriyetçilik ilkelerinin çirkin ve zorbaca bir maske olmaktan öteye geçmediği Kemalist Tek Parti Dönemi’ni İsmet İnönü adındaki ‘günah keçisi’ne fatura ederek siyaset yapmak, tarihte kök bulmak, müşterek bir ideal etrafında birleşmek boş bir hayal bile sayılamayacak kadar bu evrenin dışında oysaki.

Bir devlet töreni ve teamülü olarak 79 yıl boyunca milyonlarca insanı her 10 Kasım’da kamusal matemin bir parçası yapmak, hayatı yapmacık ve zorlama bir acıyla dondurmak akla ve hukuka savaş açmak değilse nedir? Ancak iş mecburiyetleri aşıp Beşiktaş ve Şişli örneklerinde olduğu üzere AK Parti teşkilatlarınca kitleleri Anıtkabir’e taşıma seferberliğine dönüşünce, trajikomik bir celladına âşık olma hikâyesi çıkıyor ortaya. Pozitivizm ve mistisismin sentezlenmesiyle ortaya çıkan bu devlet politikası toplumun akıl ve ruh sağlığını yeterince tahrip etmedi mi? Bu tahribatın oluşturduğu bireysel ve toplumsal çöküntüleri gidermek için çözüm yolları aramayı bırakıp bu çürüme ve çöküntünün paydaşı olmaya talip olmak ölümcül bir tercihtir. Bugün, ‘ogün’ yaşanan ölüm hadisesinin son derece olağan bir şey olduğunu, akıldışı teatral törenlerle vicdanlara saldırmanın barbarlık olduğunu haykırma günüdür.

Koç Holding gibi Kemalist sermaye adına hemen her sene ilan edilen sloganlar elan nasıl bir hegemonyayla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Geçtiğimiz yıllarda sergilenen “olmasaydın olmazdık” tasallutu bu yıl “bazı borçlar vardır ödeyemezsin” tasallutuna dönüştürülmüş durumda. Kulaklarınızı iyice açın, tekrar söylüyoruz: Kimseye bir borcumuz yok. Toplumsal hayatı Atatürk ve Kemalizm veya başka bir şey adına ipotek altında tutma hakkını kimseye vermiş değiliz.

Yeni Akit Gazetesi