Deizm; Allah’a inanan ancak hükümlerine inanmayanların dini olarak tarif edebileceğimiz felsefi bir akımdır. 16.yy’da İngiltere’de sistematik olarak ortaya çıkan görüşün en önemli temsilcileri ise, Fransız düşünürler olmuştur. 18.yy Fransız düşünürlerinin neredeyse tamamı özellikle Voltaire ve Rousseau akımın öncüleri olarak sayılabilir.
Kendi iç dinamiklerinde haklı gerekçeleri bulunan bu düşünürler, kilise ve papazların dayatmalarına karşı bir çıkış yolu olarak “tanrının vücut ve vahdaniyetine iman” etmenin itikadını öne çıkarmışlardır.
Dilimize “yaradancılık” olarak çevrilen kavram ile “tanrıcılık” arasındaki fark yaradancılar; ahlaksal nitelik ve sorumluluk yükleyen, peygamberler gönderen, buyruklar veren, evreni ve insanları yöneten bir tanrının varlığına inanmazlar.
J.J. Rousseau din hakkında şu tanımı yapar; “din, yüce bir varlığın bizlere verdiği bir duygudan ibarettir. Yeter ki tapınma biçimleri, kurallar, din adamları vb. gereksiz aracılar onu bozmasın.” Onun önerdiği din “doğal din”dir. Buna en iyi örnek ise “uygarlık dini”dir. Bu dinde tanrı inancı olmakla beraber onun bütün metafizik ayrıntıları yok sayılmış ve sadece “her vatandaşa görevlerini sevdirmek amacını güden ulusal bir din” sunulmuştur.
Evreni yaratan tanrı artık köşesine çekilmiş ve evren artık kendi yasaları ile işlemektedir. Tanrının daha sonra evrene müdahale etmesi akla aykırıdır. Bu yüzden dindar bir insan;
Evren ve yasalarını akıl yoluyla bilmeli!...
Romantik, akla aykırı ve metafizik bir tanrının peşine düşmemeli!...
Din diye oluşturulan kurallar bütününe karşı olmalıdır!....
Peygamberlere ve sistematik hale gelmiş inanç sistemlerine itibar etmeyenler için din adamlarına da ihtiyaç yoktur ve toplumun üyeleri, laik bir algı ile dinlerini doğal din anlayışında bireysel olarak yaşamalıdır.
Deizmin akılcılığının, din ile düştüğü problemlerin başında; dinin insanlar üzerindeki fıtri etkisini gözardı etmesi gelmektedir. Ötelerin ötesinde olan ya da emekliye ayrılan tanrı anlayışı dini duygu ve düşünceyi tatmin etmez.
İnanç olgusunda dayanma, bağlanma, teslim olma, dua ve ibadet merkezi bir yerdedir. İnsan bırakınız kendisiyle topyekün dünya ile ilgilenmeyen bir tanrıya neden, nasıl ve niçin dua ve ibadet etsin?! Başka bir değişle böyle bir tanrıya neden inansın?!
O zaman bir tanım yapmaya çalışırsak; Tanrıyı yalnızca ilk neden olarak gören, onun başlıca nitelik ve özellikleri hakkında fikir yürütmeyen, öncelikle akıl yöntemini rehber edinen öğretilerin genel adıdır, deizm. Tanrı vardır ancak evrenin dışına sürgün edilmiştir!
Türkiye’de bu akımın oluşması özellikle batı felsefesinin coğrafyamıza girmeye başladığı dönemlere kadar götürülebilir. Fransa’da eğitim gören, buradaki değişim ve dönüşümden etkilenen öğrenciler akılcılık ve pozitivizmi içselleştirmişler, Comte’nin “insanlık dini” olarak tarif ettiği dünya anlayışını benimsemişlerdi.
Tarihsel süreç bu anlayışa sahip olanların iktidara gelmesi ile sonlanmış, laik-seküler kimlikli, dini vicdanlara hapseden, toplumsal hayatta görünür olmasını hazmedemeyen bu anlayışın tahakkümü yıllarca devam etmiştir. Çünkü; "gökten indiği zannedilen kitaplar” bu toplumun kaderini çizemez artık akıl ve bilim yegane tek gerçektir.
Bunun için gerekli olan öncü nesil ana damar dışında kalan alevilerdir. Aleviler için hayata müdahale etmeyen tanrı anlayışı dinsel otoriteyi elinde tutanlardan kurtulmanın bir aracı olur. Çünkü onların “kabesi insandır” ve evrensel değeri insanlıktır! “Eline, beline, diline” sahip olan kurtuluşu haketmiştir!
Ancak bu temel ilkelerini hangi ölçütlere göre belirledikleri muammadır. Nitekim bu ölçüsüzlük popülaritesi yüksek olan Kemal Kılıçdaroğlu gibi alevilerde sıkça karşımıza çıkmakta, sloganlaştırdıkları söylemlerin bağlayıcı hiçbir yaptırımı olmadığı görülmektedir.
Sorumluluk içermeyen, sekülerleşmenin yolunu açan anlayışları neticesinde bugün alevilerin önemli bir kısmı kendi doktirinlerini de unutmuş, ahlaksız bir dev(i)rimciliğin peşinden sürüklenmektedirler.
Halkların kardeşliği söylemi ile ırkçılık, aydınlık söylemi ile bağnazlık, barış söylemi ile çatışma, muhalefet söylemi ile taşeronluk yapan örgütlerin tabanını oluşturan gençlerin bu gelenekten beslendiğini söylemek abartılı olmasa gerek.
Deist olduğunu açıkça ifade eden Yaşar Nuri Öztürk bunun gerekçesini şöyle açıklar; “deizm dine karşı değil ateizme karşı ortaya çıktı. Din adı altında insanlığı ateizme sürükleyen dinci zorbalığın yıkımını durdurmanın başka bir yolu yoktu. Akla saygılı, haysiyetli insanlar ateist olacaklardı” demektedir.
Yaşar Nuri ve onun gibi düşünenler aslında Kemalist’lerin dinlerini yansıtmaktalar. Bu anlayış Ortaçağ Avrupa’sının muharref teolojilerinin karşısında tutarlı olabilir. Ancak Türkiye’de Kemalist’lerin hedefinde muharref gelenek değil islam ve islamın taşıyıcıları vardır.
İslamı kul ile Allah arasında yaşanan salt uhrevi bir algıya indirgeyen, dünya işlerinde ise tamamen seküler bir hayat tarzını ortaya koyan ulusal din algısı, karşılığını insanların bireyselleşmesi, siyasi ve sosyal hayatta etkisiz bir konumda kalması ve dinin durağanlaşması olarak alır.
Deizm’in vahiy algısı; “tanrı ile kul arasındaki iletişim gaipten gelen ilhamdır.” Heterodoks din olgusuna sahip inanç sistemlerinde özellikle tasavvuf ehlinde görülen bu algı islam coğrafyasında deizmi besler.
Bilgi kaynağı açısından aynı yerden beslenen düşman kardeş ikilemlerinden birisi de Alevi Bektaşi ile Sünni tasavvuf ehlidir. Birbirlerini tekfir etselerde, Peygamber ve Kur’an hakkında aynı düşüncede birleşirler.
Hallac-ı Mansur’dan Mevlana’ya, İbn Arabi’den Yunus Emre’ye bir çok şeyh Yunus Emre’nin şu dizelerinde kendini bulur; “Hakikat bir denizdir şeriattır kapısı, çoklar gemiden çıkıp denize dalamadılar.”
Hallaç’ta “enel hak” İbn Arabi’de “vahdeti vücud” olarak ortaya çıkan bu sapmanın modern versiyonudur deizm. Suya sabuna dokunmayan, kalp temizliği ile Allah’la irtibatlandırılmış bir din tasavvuru. Kemalizmin din algısı ile örtüşen bu topluluklar özellikle aleviler Kemalist zulümlere rağmen sistemi kutsamakta ve devamı için çaba harcamaktalar!...
Kur’an inanç gruplarını nisa 150’de şöyle tasnif eder; “Allah’ı ve elçilerini inkar eden, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyen, bazısına inanır bazısını tanımayız diyen ve bu ikisi arasında yol tuturmak isteyenler...” Bu ayetlerin muhataplarını devamında kafirler olarak niteleyen Kur’an nisa 152’de ise; “Allah ve resulüne inanan ve onlardan hiçbirisi arasında ayrım yapmayanları” yani müminleri tarif eder.
Kur’an burada ateistlerden, deistlerden ve ehli kitaptan bahsetmiş tavırları ile küfre düştükleri tespitini yapmıştır. Onların tanrının varlığına hatta tek bir tanrının varlığına inanmalarının bir değeri yoktur. Çünkü onlar; “Allah beşere hiçbirşey indirmemiştir” demekle Allah’ı gereği gibi içselleştirememişlerdir.(6/91)
Tanrının varlığı, vahy, risalet ve islam şeriatı konusunda tereddüt içindedirler. Bunlar iki grupta toplanabilir. Tanrının varlığının bilinemez olduğunu iddia eden agnostikler ile dini hükümleri toplumsal ve kamusal alanın dışına çıkarmak isteyen laikler. Bu gruplara dahil olanlar vahye karşıdırlar ve bu çerçevede Kur’an etrafında oluşacak en ufak bir kuşkuya dört elle sarılırlar.
Kur’an vahy değildir, Muhammed onu kendisi yazmıştır.
Kur’an Tevrat ve İncil’den alıntıdır. Muhammed görüştüğü din adamlarından onu aktarmıştır.
Orijinal değildir. Toplanması ve kopyalanması sürecinde sorunlar yaşanmıştır, birden fazla Kur’an vardır.
Kur’an vahy olsa bile indiği çağın toplumsal ve tarihsel ürünüdür. Hükümleri evrensel ve ebedi olamaz.
Kur’an bu durumu; “İnkarcılar dediler ki; bu olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona başka topluluklarda yardımda bulunmuştur.” Böylelikle onlar hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler. Ve dediler ki; “Bu geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırılmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.” (25/4)
Allah’ın akıl ve irade emanetine sadakat ile bağlı, başıboş bırakılmayan müminler Allah’a inanır, Peygamberlerin örnekliğini toplumsallaştırır, Adem’den Muhammed’e hiç biri arasında ayrım yapmazlar. Onlar ki; Kur’an-ı rehber edinerek dünya ve ahiret saadetlerini ararlar. Allah’ın selamı iman sahiplerinin üzerine olsun...