Ulus üretme projesinin mimarı: Fransa

Yasin Aktay, Fransa'daki ırkçılığın Fransa'nın kuruluşu ile yakında ilgili olduğuna dikkat çekiyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Fransızlar ne zaman ve nasıl Fransız oldu?

Fransa’yı geçtiğimiz hafta boyunca yangın yerine çeviren protestolar ister istemez göçmen sorununu her yerde ve her zeminde başka bağlamlarla ve başka dertlerle de olsa gündeme getirdi. Türkiye de bu gündemden nasibini aldı.

Bu çapta bir olay herkesin ibret almasını gerektiren boyutlar içerir. Aslında bu tür olaylar insanların kendi hatalarını görüp düzeltebilmeleri, kendilerine de çeki düzen vermeleri için bir fırsat da sağlıyor. Ancak çoğu kez bu fırsatlar insanların kendilerine toz dokundurmadıkları, burunlarından kıl aldırmadıkları bir zeminde tepilir.

Yapılan bazı acele değerlendirmeler, hafızadan indirilip tekrarlanan ezberlerde kalmak, bazı fırsatların heba olmasına yol açabiliyor. Mesela bu protestoların Fransız ırkçılığına karşı bir tepki olarak ortaya konduğunu söylüyoruz, ama Fransa’da nasıl bir ırk adına bir ırkçılık yapıldığı çoğu kez gözden kaçar.

İşin aslı, Fransız ulusu asırlar boyu zaten Afrika ve Ortadoğu’dan ve Avrupa yoluyla Orta Asya ve Kuzey topraklarından gelen farklı göçmen insanlardan mütemadiyen akarı olan, kökeninde münhasıran değil ama büyük ölçüde Germen nüfus akımıyla da harmanlanan bir nüfus havzası. Yani bugün Fransa’da gördüğümüz Kuzey Afrika, Arap veya genel olarak Afrika kökenli göçmen nüfusu sadece bugünün olayı değil. Tarih boyunca Fransa’nın bulunduğu coğrafyadaki Franc nüfusu içine adeta periyodik olarak bu nüfus kendi kanını, ırkını, kültürünü ve dilini akıtmıştır. O kadar ki, toplamda oluşan bu hamurda Fransızlarla ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır.

Buna rağmen bugün bir Fransız kimliğinden, ulusallığından ve buna dayalı olarak bir ulusalcılığından bahsedebiliyoruz. Bu ulusalcılık adına yapılan ırkçılığın hiçbir gerçek temeli yoktur. Fransa’da ırk tam bir hurafedir ve aslında işin erbabı bunun böyle olduğunu bilir.

İşin doğrusu Fransız devriminden sonra bütün dünyaya yayılan uluslaşma projesinin yazıldığı yerdir Fransa ve bunun ilk uygulaması da bu topraklarda yapılmıştır. Alabildiğine karışık, birbirine uzak ve o ölçüde de birbirine yakın sayısız etnik gruptan ve topluluktan bir ulus üretme projesi.

Ulusların devletleri doğurduğu yönündeki galat-ı meşhurun tassih edileceği yerdir burası. Burada ulus devleti değil, devlet ulusu doğurur. Ernest Gellner, Eric Hobsbawm gibi tarihçilerin çok iyi ortaya koydukları bu gerçeği ünlü Fransız tarihçi Eugen Weber Fransız milletinin, kimliğinin ve toplumunun oluşumu örneğinde çok daha çarpıcı bir biçimde anlatır.

Tabii ki Fransa Ulus-devletinin teşekkülünden sonra üretilen tarih tezinin aksine 1870’ten önce tek ve bölünmez bir Fransız ulusunun var olmadığını anlatır.

Bugün Fransızlarda gördüğümüz kuvvetli ulus bilinci ve yabancılara yönelen ırkçılık bu yüzden aslında temeli olmayan bir ırkçılık. Burada belki de ırkçılığın siyasal hermenötiğini yapmayı gerektiren bazı anlam yüklemeleri var: Fransızlık neyi temsil ediyor bu ulusalcı söylemde? Yabancılar kimleri temsil ediyor ve onlara yönelen kibir ve ayrıcalık hissi neyi ifade ediyor?

Aslında tarihte göçmen olarak gelip bu topraklarda yerleşen insanlar arasında Fransa’da Pirenelerin batısındaki yalıtılmış bir alanda yaşayan ve kökeni belirlenemeyen Bask halkı ayırt edilebilir. Oysa Fransa’ya daha yerli olan bu halk hem Fransa için hem de İspanya için yine bir ayırımcı ırkçılık hedefidir.

Weber’in tezine göre 1870’ten önce tek bir Fransa yoktur bir çok Fransa vardır. Tek bir anadil yok, birçok anadil, bir çok tarihsel hafıza, ve sayısız kültürel formasyona sahip köylüler vardır. Bu köylüler tarihsel gelişmişlik olarak da kültürel formasyon olarak da birbirlerine çok uzak insanlardan oluşuyor. Kitabının başlığı “Köylülerden Fransızlara: Fransa Kırsalının Modernleşmesi” (Heretik Yayınları, Türkçesi: Çağdaş Sümer, Ankara, 2017) olan Weber bu yolla sayısız kültürel, etnik ve kültürel formasyondan nasıl bir Fransız ulusunun devlet aygıtının kurumsal marifetleriyle yaratıldığını anlatır.

Toplumun çok gelişmiş ve çok geri, çok uygar ve çok vahşi, çok temiz ve çok pis, soylu bir dil konuşanlarıyla anlaşılmaz lehçeleriyle konuşanları arasında çok aşılmaz gibi görünen mesafeler vardır. Ancak bu mesafeler 1870 yılından itibaren uygulanan neticesinde herkesin kendini Fransız gibi hissedeceği ulus devlet ve uluslaşma tekniklerini de dünyaya model olarak sunmuştur.

Bu zamandan itibaren uygulanan politikalarla bu mekânsal ve zamansal mesafeler okul, yol ve askerlik kurumları aracılığıyla kapatılmış, kırsal modernleştirilip medenileştirilmiş, kendini Fransız görmeyen herkes neticede Fransız olarak görmeye başlamıştır.

Weber Fransa’nın kendi halkına karşı uyguladığı bu asimilasyon modelinin Cezayir’de uyguladığı ile asimilasyon modeli ile karşılaştırır. Karşılaştırmaya esas olan Franz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’nde anlattığı Cezayir’dir. Barbar ve vahşi olarak görülen yerli halkları uygarlığa ve Frnasızlığa asimile etme çabası. O halkları kendilerine yabancılaştırma ve kendilerinden utandırmak. Cezayir’de bu asimilasyon tutmamış olduğu halde Fransa’da tutmuştur. Sebebi gayet basittir tabi: Cezayir’de bu doğrudan yabancı işgalciler ve sömürgeciler eliyle yapılmaktadır. Kendilerine bağlı bir kitle yaratabilmiş olsalar da toplum nezdinde başarılı olma şansları olamaz.

Oysa Fransa’da, kendi halkına karşı yapılan asimilasyon tutar, çünkü bunu yapan ne de olsa “kendinden”dir. Ona karşı direnç içerden kırılmıştır. Burada asimilasyon sadece zorla ve yukarıdan dayatılmamış, köylüler de bu politikaların kendilerine sağladığı avantajları satın almış ve karşılığında kendi kültürlerinden, hatta kimliklerinden ferağat etmişlerdir.

Şiddetsiz ulus-devlet, Anthony Giddens’in ifadesiyle elbette olmamıştır, ama şiddetin nereden ve nasıl, hangi meşruiyete dayanılarak uygulandığı da önemli olmuştur.

Fransa adına ırkçılık yapanlar, ne yaptıklarını biliyorlar mıdır? Kimi hangi ırk adına dışlıyorlar? Kime nasıl bir ırk adına üstünlük taslıyorlar? Neyin peşindedirler? Irkçılık nasıl bir imtiyaz duygusunu veya reel imtiyazları gizlemek üzere inşa edilip öne sürülüyor?

Sorulması ve izlerinin sürülmesi gereken sorular bunlar.

Yorum Analiz Haberleri

Spiegel: “İsrail'in üst düzey siyasetçilerini ‘korumanın’ Almanya'nın ‘varlık sebebi’ olduğu düşüncesi feci bir hatadır”
UCM'nin tutuklama kararları Siyonist çete İsrail'i yalnızlaştırıyor
Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim
Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü