HAKSÖZ-HABER
Panelin moderatörü Ahmet Kerim Artuk, modern dönemin insanlık tarihi için çok ciddi bir kırılmaya denk geldiğini, modern paradigma değişiminin inşa ettiği kavram ve kurumların Batı tarafından Batı-dışı toplumlara da dayatılarak aktarıldığını söyledi. Bu kurumların başında gelen ulus-devleti verili olarak ve zorunlu/gerekli kabul etme eğiliminin bir hata olduğunu belirten Artuk, Müslümanların içinde bulundukları koşulları İslam nokta-i nazarından tahlil etmekle mesul olduklarını vurguladı.
Daha sonra sözü alan Necmettin Kızılkaya, modernite öncesi her topluluğun kendine ait bir hukuk, siyaset, estetik anlayışının olduğunu ve modernliğin bu lokaliteyi tek tipleştirici bir özellik gösterdiğini söyledi. Bugün sanki tarihin başından beri varmış sanılan ulus-devletin de modern dönemin tek tipleştirdiği bir devlet modeli olarak karşımıza çıktığını aktardı. Kızılkaya, modern ulus-devletin dayandığı dinamikleri şu sözlerle ifade etti:
"1648 Vestfalya anlaşması ile ortaya çıkıp sömürge faaliyetleriyle tüm dünyaya yayılan ulus-devlet, bir ontoloji ve epistemolojiye dayanmaktadır. Ulus-devletin üzerine kurulduğu metafizik temeller büyük ölçüde Protestanlık zeminine oturur. Ulus-devletin bilimsel/entelektüel tarafı Kopernik ve Newton'un bilimsel devrimine, bilimin mutlak doğru sayıldığı bir entelektüel zemine sahiptir. Sosyo-politik temeli millet mutlakiyetçiliği, sosyo-ekonomik temeli ise kapitalizme dayanır. Bunların hepsi bir arada ulus-devleti oluşturur."
Kızılkaya ayrıca, güçlülerin kendi hikayelerini başkalarına da bir 'talih' olarak dayattığını ve ulus-devletin Avrupa’nın tarihi tecrübesi olarak tüm dünyaya aktarıldığını söyledi. Devletin hayatın her alanına nüfuz etmesi anlamına gelen egemenlik ilkesinden bahseden Kızılkaya sözlerine şöyle devam etti:
"Ulusun yaşadığı sınırların içinde devletten daha üstün ve güçlü bir otorite olamaz.
Modernite, aydınlanmacı pozitivizm üzerine kurulmuştur. Aydınlanmacı pozitivizm Tanrı’yı öldürüp yerine modern devleti koyuyor. Bu devletin hukuku da Tanrı'nın buyruğu yerine konuluyor. Devletin egemenlik iradesinin tezahürü olan hukuk, ulus-devletin devamı için zorunludur. Modern dönemde hukuk, toplumsal yaşamı düzenleyip kolaylaştırmaktan ziyade devletin bekasını koruma işlevine sahiptir."
Daha sonra sözü alan Musa Üzer, "Modernliğin en büyük başarısı kendine ait kavram, kurum ve sembolleri ezeli ve doğalmış gibi gösterebilmesidir." dedi.
Musa Üzer, seküler bir metafizikle kuşatılmış ve örgütlendirilmiş bir dünyaya gözümüzü açtığımızı belirtti. Doğduğumuz andan ölene kadar gözetiminde olduğumuz devlet olmaksızın bir hayatı tahayyül edemeyeceğimizi vurgulayan Üzer, bunun devletin Tanrısallık iddiasından kaynaklandığını söyledi. Bütüncül, parçalanamaz ve sorgulanamaz bu iddiaya sahip olan devletin tıpkı insanın siyasal, sosyal, ekonomik, hukuki, ailevi her alanı için bir düzenleme getiren din gibi hareket ettiğini vurguladı.
Müslümanların ‘devlet nimetini’ kaybettikten sonra tüm arzusunun kaybedilen devlet nimetini tekrardan ele geçirmek olduğunu söyleyen Üzer, ulus-devletin yapısının ve mahiyetinin sorgulanmadığı bu iktidar merkezli yaklaşımın zaaflarına da şu sözlerle değindi: “Bir yandan hayatın hepsini kapsayıp kuşatan İslam’ın iddiası söz konusu; öte yandan sizin Müslüman olarak talip olduğunuz devlet, bir başka metafiziğe, seküler bir kurguya sahip. İslam’da her şeyin temelinde olduğu gibi hukuk sisteminin de temelinde ahlak yer alırken modern devletin hukuk işleyişi tamamen devleti ve iktidar erklerini korumak üzerine kuruludur. Bugün bazı hukuki gelişmelerde adaletin değil grup menfaatlerinin gözetildiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Modern hukukun koruduğu değerlerle sizin dininizin koruduğu değerler aynı değil. Bu büyük bir paradoks.”
Türkiye özelinde ulus-devlet tarihinin ümmete ihanet tarihi olduğunu söyleyen Üzer, son yirmi yıllık iktidar sürecinde bu ihanetin tam tersi yönde olumlu adımlar atıldığını; özellikle mazlumlara, muhacirlere kucak açan tavrın ulus-devlet paradigmasının tam tersi istikamette olduğunu söyledi. Ulus-devlet paradigmasının dönüşümüne yönelik böylesi ciddi bir imkânın bugün bazı İslami çevrelerin, siyasetçilerin, ilahiyatçıların ulus-devleti ve onun sembollerini içselleştirmesiyle zayi edilmemesi gerektiğini de sözlerine ekleyen Üzer, “Ulus-devlet habitusunda dünyaya gelen insanlar olarak onun kavram, kurum ve sembolleriyle kuşatılmış durumdaydık. Türkiyeli Müslümanlar olarak özellikle 1980 sonrası süreçte bunu fark edip bir bilinçlenme süreci geçirmişken bugün yeniden ulus-devleti içselleştirmeye dönük eylem ve söylemler üretiliyor. Bununla hesaplaşmamız gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Program dinleyicilerden gelen soruların cevaplanmasıyla sona erdi.