Uludağ Üniversitesi'nde "Dosdoğru Yolun İşaretleri" Semineri

Uludağ Üniversitesi İnsani Değerler Topluluğu; " Kuran'ın Anlamıyla Buluşma " kapsamında yürüttüğü derslerinin sonuncusunu, Halime Örs'ün sunumu ile gerçekleştirdi.

Uludağ Üniversitesi İnsani Değerler Topluluğu; " Kuran'ın Anlamıyla Buluşma " kapsamında yürüttüğü derslerinin sonuncusunu,  En'am Suresi (151-165) ayetleri üzerinden " Dosdoğru Yolun İşaretleri " başlığı altında topluluk üyelerinden Halime Örs'ün sunumu ile Öğrenci Kültür Merkezi (Mediko) Kırmızı Salon'da gerçekleştirdi.

Allah'ın bu ayetleri ile öncelikle kuluna asıl kural koyucunun kim olduğunu hatırlattığını,  insana ''kulun koyduğu, ideolojilerin koyduğu helal-haramları bir kenara bırakıp  asıl otoritenin cahili veya modern tağutlara değil kendisine ait olduğunu bilmemiz gerektiğini ifade eden Örs; ''dinde aşırıya gitmeyiniz'' ayetine vurgu yaparak, dinde helalleri haram kılmak ve haramları helal kılmak  üzere iki ifsat ile karşılaşıldığını, bunlardan birisinin "Allah'ın bunu biz onlardan istemedik "diye bahsettiği dine yeni kurallar ekleyerek zorlaştıran Ruhbanlar'ın; kendilerini Allah'a daha çok yakınlaştırmak için ilave kurallar, ibadetler eklediklerini, Allah'ın kendilerine yüklediğinden fazlasına niyetlendiklerini oysa bizi yaratan Allah'ın bizlerin ne ölçüde ibadet etmesi gerektiğini bizden iyi bilmekte olduğunu ki ayetin devamında da Allah'ın Ruhban sınıfı için 'Biz istemediğimiz halde ilave kurallar koydular ve sonra koydukları kurallara riayet de edemediler' dediğini;  diğerinin ise heves ve hevasına uyarak nefsine zor gelen şeyleri 'benim kalbim temiz, İslam hoşgörü dinidir' gibi kılıflar altında haramları ve ibadetleri kaldıranlar olduğuna dikkat çekti ve bu noktada haramları helalleştiren veyahut ibadetleri kaldıran insanların hayatlarında Rab'lik sıfatını kime verdikleri ile ilgili çelişkili durumlarla karşı karşıya kalındığını belirtti.

Allah'ın asıl kural koyucunun kendisi olduğunu hatırlattıktan sonra surenin devamında dikkatleri çekerek haram ve helalleri saydığını belirten Örs;  sözlerine şu şekilde devam etti:

" 151. De ki: 'Gelin Allah'ın gerçekten neyi yasakladığını size anlatayım: Ondan başka şeylere asla ilahlık yakıştırmayın, anne-babanıza iyilik yapın ve onlara karşı saygısızlıkta bulunmayın, ve çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızıklarını sağlayacak olan Biziz; açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlemeyin/yaklaşmayın; ve adaleti ifa etmek dışında Allah'ın kutsal saydığı insan hayatına kıymayın: Allah bunu size emretti ki aklınızı kullanabilesiniz.

Rabbimiz, emirlerini saymaya haram kılınan şeylerin en büyüğü, en feci olanı, aklı ve fıtratı bozmakta en beter olanı ile başlamaktadır. Yani Allah öncelikle 'şirk koşmayın' sözüne vurgu yapmaktadır. Bu bizlerin emir ve yasaklara, yükümlülük ve farzlara, düzen ve sistemlere, kanun ve hükümlere girmeden önce inanç sistemimize yerleştirmemiz gereken temel esastır. Meryem 19 da Allah; ''Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız kul olarak Rahman'a gelecektir'' diyerek  kendisi ile beşer ve aciz olan kul arasında net bir ayrım olduğunu ifade etmektedir. Eğer herkes Allah'a kul ise ve her şey O'nun idaresi altında ise O'na ne şirk koşulabilir, iradesinde O'na ne ortak olabilir ? Gerek mertebe olarak yüksek görülen insanlar, gerek akılsız eşyalar, gerek güneş ay gibi yapı itibariyle Allah'ın yarattığı gök cisimleri, gerek seküler yaşantının getirisi para, makam, meslek gibi üretilmiş unsurlar, gerekse insanın kendi heva ve hevesleri hiçbiri onları Allah'ın yaratığı olmaktan, O'nun iradesi ve kudretine boyun eğmekten çıkarmaz. Bundan ötürü insanlar tüm diğer sevgileri O'nun sevgisine feda edebilmelidirler. Yalnızca O'ndan korkmalı, açık ve gizli O'na karşı gelmekten kaçınmalıdırlar. Şartsız olarak yalnızca O'na itaat etmeli ve doğruyu yanlıştan ayırmanın tek ölçüsü olarak yalnızca O'nun hidayeti kabul etmeli, başkalarına ancak Allah'a  sınırları içinde itaat etmelidirler.  Kulun asıl merkeze alması gereken, otorite sahibi olan ancak Allah'tır ve Allah insanın bu akaitten uzaklaştığında saptığını ve bu açmazın diğer bütün haramları kendisine meşru gibi gösterdiğini ifade etmektedir. Burada Enam 122. ayette geçen ''...İşte kafirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.'' ifadesi ile Allah bunu net bir biçimde ifade etmiştir.

-Anne-babaya iyilik edin

Allah ile kul arasındaki ilişkiden sonra en önemli bağ aile bağlarıdır. Sağlıklı bir İslami toplum yapısı oluşturmak sağlıklı aile yapıları oluşturmaktan geçmektedir. Bu sebeple Allah; anne, baba, çocuk ilişkisine kitapta tekrar tekrar dikkat çekmiştir. Nisa ve Bakara surelerine baktığımızda Allah'ın anne-babaya öff bile denmemesi gerektiğini söylediğini ve yine İsra suresinde Allah'ın anne ve babamıza dua ederken ''Ey Rabbim! diyesin Onların beni küçükken sevgi ve şefkatle besleyip büyüttüğü gibi sen de onlara merhamet eyle.'' diyerek yol gösterdiği görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta Allah'ın emrini ifade ederken 'kötülük etmeyin' sözünü değil 'iyilik edin' sözünü kullanmasıdır. Yani bir çocuğun anne-babasına kötülük etmesi düşünülemez. Allah kötülük edilmesini ihtimaller arasına katmamakla birlikte başıboş da bırakmamış ve çocuğun anne-babasına iyilik ile yükümlü olduğunu bildirmiştir. Çocuğun anne ve babasına olan şefkati, fıtratın duyguları arasında en güçlü olanlarındandır. Anne-babasına iyi davranmakta kusur eden bir kimse ise fıtratına ters düşen eylemler içerisindedir. Burada değinilmesi gereken bir diğer nokta ise; Allah'ın sünnetullahından ötürü anne-babamızın bizim üzerimizde hakkının olmasıdır. Ancak bizi ifsada veya şirke çağırdıkları durumlarda, Allah'ın hakkının galip geldiğini unutmamalı ve bu durumda ayrışmalar söz konusu olsa dahi gerek İbrahim peygamberin babasına, gerek Nuh Peygamber'in oğluna seslenişi gibi onlara güzellikle muamelede bulunulmalıdır.

-Fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin

Anne ve babaya ihsan evladın görevi olduğu gibi, evladın hayat hakkına tecavüz etmemek, korumak da Allah'ın anne ve babaya yüklediği bir sorumluluktur. Çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin direktifi ise, cahiliye döneminden başlayarak günümüze kadar gelen rızık problemine dikkat çekmektedir.  Cahiliye döneminde;insanlar kız çocuğunu zayıf görmeleri ve bir işte çalışarak eve kazanç sağlama gücü olmaması sebebiyle varlığının bir anlam ifade etmeyeceğini, dahası yük olacağını düşünmeleri ve tabi sosyal baskının da etkisiyle doğmadan, doğduktan sonra veyahut ilerleyen yaşlarda öldürmekteydiler. Günümüzde ise bu sorunu karşımıza gelecek kaygısı taşıyan ailelerin daha lüks şartlarda yaşayabilmek adına kürtaj olmaları örneğinde görülmekte ve bu noktada Allah; ''sizin de onların da rızkını sağlayacak olan biziz'' sözüyle kendisinin verdiği hayatı bu tarz endişelerle sonlandırma hakkına sahip olmadıklarını net bir biçimde ifade etmektedir.

-Kötülüklerin/zinanın açığına da gizlisine de yaklaşmayın

Açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlemeyin uyarısından bahsederken önce nefislerimize şu ayetleri hatırlatmamız gerekmektedir:

 Tegabun 4 te ''O göklerde ve yerde olan her şeyi bilir, ve O sakladıklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilmektedir. Çünkü Allah, insanın kalplerinde olanın her türlü bilgisine sahiptir.''

Kaf 16 da ''Gerçek şu ki insanı yaratan Biziz ve O'nun iç benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz.Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.'' Allah biz gizlesek de açık etsek de gönüllerinizde olanı bilendir bu sebeple asıl korkulması ve sakınılması gerekilen ancak Allah'tır. "

Her ne kadar bazen zina eylemine özgü kılınsa da her türlü aşırılık -yani haddi aşma eylemi- fahşadır. Ancak genel sanıya göre, bu ayette kastedilen anlam zina eylemidir. Burada dikkat etmemiz gereken husus; Allah'ın ''yaklaşmayın'' ibaresidir. Allah gizli veya açık yapmayın değil yaklaşmayın emrini vermiştir çünkü Allah, kulunun nefsine yönelmeye meyilli olduğunu ve zaaflı tutumlarını bilmektedir. Bu sebeple emrini yapmayın değil yaklaşmayın şeklinde vermiştir.

-Allah'ın yarattığı cana haksız yere kıymayın

Bu ayet Allah'ın temel bir ilke olarak çiğnenemez kıldığı insan hayatının kutsallığının ilânıdır. Bu kişinin hayatını sonlandırmak ancak üç durumda meşru görülmektedir.

1) Bir başka insanı kasden öldürmek. (Burada da Allah kısas hakkı vermek ile birlikte affedilmesinin daha faziletli bir davranış olduğunu belirtmektedir.)

2) Savaş dışında bir seçenek bırakmayacak şekilde İslâm'a karşı çıkmak; İslâm'ın hakimiyet ve yerleşmesini engellemeye çalışmak.

3) İslâmî yönetimin sınırları içinde karışıklık çıkarmak veya İslâmî hükümleri devirmeye girişmek. Toplumsal ifsada yol açacak eylemlerde bulunmak

Kur’an’ın akışı içinde bu üç kötülüğün peş peşe yasaklanmasına çokça rastlanır. Şirk, zina ve cana kıyma… Bunun nedeni her üçünün de gerçekte öldürme eylemi olmalarıdır.

Birinci suç, fıtratı öldürme suçudur.

İkincisi toplumu öldürme suçudur.

Üçüncüsü de tek bir kişiyi öldürme eylemidir.

Tevhid doğrultusunda yaşamayan fıtrat, ölü demektir. Bu şekilde kötülüğün yaygınlaştığı bir toplum ise ölü bir toplumdur. Eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur. Yunan uygarlığı, Roma uygarlığı ve eski İran uygarlığı bu gerçeğin tarihsel tanıklarıdır. Batı uygarlığında baş gösteren yıkılma ve yok olma belirtileri, bu tür bozgunculukların yayılması sebebiyledir. Bu yüzden İslâm bu suçların cezasını en yüksek ceza olarak belirlemiştir. Çünkü İslâm, toplumu yok oluş etkenlerinden korumak istemektedir.

152. Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.

Yetim; koruyucusu ve besleyicisi konumundaki babasını kaybetmekle toplum içinde zayıf düşmüş kişidir. Bu yüzden, İslâm dininin toplumsal düzeninin temeli olarak belirlediği toplumsal dayanışma ilkesi uyarınca yetimin zayıflığı toplumun tümünü ilgilendirir. Yetim cahiliye dönemindeki Arap toplumunda gerçekten zelil durumdadır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu konudaki direktiflerin çokluğu, çeşitliliği ve zaman zaman sertliği de o toplumda yetim haklarının ne kadar yaygın bir şekilde çiğnendiğini göstermektedir. Öyle ki yüce Allah; yetime oldukça üstün bir konum belirlemiş ve bütün insanlara yönelik mesajını yetim olan Hz. Muhammed’e emanet etmekle varlık bütünü içindeki en onurlu görevi O’na yüklemiştir. Yetimin gözetilmesini ve korunmasını gönderdiği bu dinin ilkelerinden kılmıştır.

-Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın

Bugünde örneklerini gördüğümüz gibi cahiliye düzeninde ilahi yasalar ile insanlar arası ilişkiler, ticaret hukuku birbirinden ayrı tutulmaktadır. Tabiri caizse ''Tanrının hakkı Tanrıya, Sezar'ın hakkı Sezar'a'' anlayışı güdülerek ticari ilişkilerde; ahlaki, insani, ilahi bir kaide olmadan nefislerine göre hüküm verebilmekteydiler ve güçsüz olanın hakkını koruyacak bir adalet anlayışı bulunmamaktadır.  Allah ise; dünyada da kural koyanın kendisi olduğunu hatırlatarak ölçüyü ve tartıyı adaletle yapmayı emretmektedir.

Ölçüp tartarken adaletli ve itidalli olun direktifindeki bu ölçü ve tartı sadece alışverişte değil; insanları değerlendirirken, eşyayı değerlendirirken, birbirimiz hakkında konuşurken yani hem maddi hem manevi anlamda adil ve mutedil olun çağrısıdır.Burada gözetilmesi gereken matematiksel adalet değildir. Asıl olan; adil olmak adına sürekli bir çaba üzerinde olmak, bu niyetle hareket etmektir.

Bu sebeple Allah ayetin devamında: "Biz bir kişiye ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz." demektedir. Kul için önemli olan adalet üzere olmak için çaba sarf etmesidir, bu dengeyi sağlamak elbet zordur ancak Allah elinden geldiği kadarını kabul etmekte ve kulunu zora sokmamaktadır.

Bu ayetin bir diğer yorumu ise; Allah'ın kuluna yüklediği sorumluluğun ancak kulunun kaldırabileceği kadar olacağıdır. Bunun için şöyle de diyebiliriz ki yaşadığımız her sınav bizim için atlatabileceğimiz, Allah'a güvendiğimi takdirde ve yeise kapılmadığımız müddetçe üstesinden gelebileceğimiz mücadelelerdir. Bu aslında Allah'ın kuluna ümit var olmasını söylemesi ve onu başına gelen olayları atlatabilecek her türlü donanımla yarattığını bildirmesidir.

-Söz söylediğiniz zaman yakınlarınız da olsa adaletli olun

"Biri hakkında konuşacaksanız, görüş bildirecekseniz, yakınınız da olsa adil olun." Bu demek oluyor ki "Uzağınıza karşı da adil olun. Yani bizden diye kayırıcı tavırlar göstermeyin. Biz ve onlar ayrımı, yakınını koruma isteği sizi Hak' tan ayırmasın."

 Allah'ın da gözetin diye bahsettiği akrabalık bağları önemli olmakla birlikte hakkı ifa etmek noktasında hak etmediği halde sırf akrabası diye taraf olmasındansa Allah'tan korkması gerektiğini dile getirilmektedir.

-Allah'a verdiğiniz ahdi tutun.

İnsanın kendisine yaratılıştan verilen akli ve maddi nimetleri Allah'ın istediği gibi kullanması yolundaki ahlaki sorumluluğudur.

Allah'ın ahdini üç şekilde sınıflandırmak mümkündür.

1) İnsanın Allah'la yaptığı sağlam anlaşma; iman ahdi

2) Kişinin Allah adına bir başkasıyla yaptığı dönülmez sözleşme 

3) Allah'ın yeryüzünde doğar doğmaz kişi için ortaya çıkan tabii bağlantılar; doğal ahit (Allah ile fıtrat arasında olan)

Bunlardan ilk ikisi niyete ve seçime bağlıyken, üçüncüsü ahlâkî bir zorunluluktur. İnsanın üçüncü bağlantının seçiminde herhangi bir rolü yoksa da, yine de bu bağlantı ilk ikisi ölçüsünde zorunlu ve yerine getirilmesi gereken bir bağlantıdır. Çünkü, Allah insana olağanüstü fiziksel ve zihinsel melekeler vermiş ve yerleşmesi için yeryüzünü donatıp kendisine de her türden rızık ve sınırsız kaynaklar sağlamıştır. Bütün bunlar tabii olarak insan üzerinde Allah adına bazı haklar doğurmaktadır.

153. İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O'nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.

İslam'da tek yol vardır, o da Allah’ın yoludur. Aynı şekilde Allah’a götüren yol da bir tanedir. O da insanların, yüce Allah’ı Rablik'te birlemeleri, kulluk yapmak suretiyle sadece O’nun hükümlerine uymaları, hakimiyetin tek başına O’na ait olduğunu bilmeleri ve pratik hayatlarında bu hakimiyete boyun eğmeleridir.

İşte Allah’ın belirlediği yol… Ve işte O’na götüren yol… Bunun ötesinde takipçilerini Allah’ın yolundan ayrı düşüren çeşitli yollardan başka bir şey söz konusu değildir ve Allah bu yolu önceki ayetlerde verdiği direktifler ile belirlemiştir. Burada kulun kural eklemesi veya çıkartması düşünülmemektedir.

“İşte Allah kötülüklerden sakınasınız diye size bu direktifi veriyor.”

Bunun da ötesinde, O'nun yolundan sapıldığında, her kişinin yüzlerce başka yol arasından kendine bir yol seçmesi gerekecektir. Böylece insanlar çok çeşitli yönlerde çok çeşitli yollara ayrılacak ve insanlık şaşkınlık karışıklık ve düzensizlik içine yuvarlanacak, bu da tüm gerçek ilerleme ve gelişmenin önüne aşılmaz bir engel çıkaracaktır. İnsan özünde, iyinin de kötünün de potansiyeli bulunmaktadır. Ve insan aşkın bir hedefe yönelmediği müddetçe veya ahlaki,ilahi kuralları olmadığı müddetçe bozulmaya meyilli hale gelmektedir. Bunun örneği; günümüzde eşcinselliğin yayılmasında, faizle birlikte toplumun gelir düzeylerindeki uçurumlarda, Suriye'de mezhebi Allah'ın ilkelerinin önünde tutan veyahut makamını insan hayatından değerli gören insanların izzetli yaşama hakkını isteyen halkı katletmesinde görülmektedir.

154. Sonra iyilik yapanlara nimeti tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmete erdirmek için Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ki Rablerinin huzuruna varacaklarına iman etsinler.

Bu ayette Yahudileşen İsrail oğullarına; "Biz size vahyi ihanet edesiniz diye, kendinizi üstün göresiniz diye değil ancak imanınızı sürekli kılasınız, hidayete eresiniz diye indirdik" hatırlatması yapılmaktadır.

Aslında burada Müslümanlara da ''Yahudilerin düştüğü hatalara düşmeyin; ilave hükümler oluşturmayın, Kuran'ı nefsinize göre yorumlamayın, Kuran'ın bu topraklarda indirilmesinden ötürü kendinizi üstün görmeyin, asıl üstünlüğün hidayet üzere olmakta olduğunu bilin'' denmektedir.

Bu uyarının Tevrat ile yapılma sebebi ise o dönem Arap müşrikleri nezdinde Tevrat'ın, bilinen kitaplardan olması sebebiyledir.

155. Musa’nın kitabını gönderdiğimiz gibi sizin kitabınızı da aynı amaca yönelik olarak gönderdik. Belki bu sayede doğru yolu bulur ve Allah’ın rahmetine kavuşursunuz.

Bu ayette İslam tektir, tevhit tektir denmektedir. Allah'ın Adem'e vah yettiği hükümler de bizimdir, Musa'ya bildirdiği hükümler de İsa'ya bildirdiği hükümler de. Ki Allah farklı dinler ve farklı  yaşayış tarzları indirmemiştir. Bazen kavimlere göre ayrıcalıklı hükümler olsa da, asılda Allah'ın sünnetullahı değişmemektedir, tevhit mesajı değişmemektedir. Allah kulunu her dönemde şirkten uzak durmaya ve tek kural koyucu olarak kendisini kabul etmeye çağırmıştır.

Her şeyi ayrıntılı biçimde içeren bu kutsal kitabın  indirilmesiyle birlikte bahaneler geçersiz olmuş, mazeretler ortadan kalkmıştır. Çünkü bunun ötesinde başka bir merciye ihtiyaç kalmamıştır. Ayrıca bu kitapta hayatın hiçbir yönü eksiksiz bırakılmamıştır. Dolayısıyla insanların kendi kendilerine hüküm koymasına gerek kalmamıştır.

156- Onu size indirdi ki, “Bizden önceki iki ümmete (yahudiler ile hristiyanlara) kitap indirildi ve biz onların okuduklarından habersiz kaldık ” diyemeyesiniz.

157- Yine diyemeyesiniz ki, “Eğer bize de kitap indirilseydi, doğru yola onlardan daha sıkı sarılırdık. ” Çünkü size de Rabbinizden açık belge, doğru yol kılavuzu ve rahmet geldi. Allah’ın ayetlerini yalanlayıp onlara yüz çevirenlerden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimize yüz çevirenleri, bu yüz çevirmelerinden ötürü azapların en kötüsüne çarptıracağız.

Böylece yüce Allah, Arapların şu mazereti ileri sürmelerine engel olmuştur: “Musa ve İsa’nın her biri kendi uluslarına gönderilmişlerdir. Biz de onların kitaplarını öğrenmekten habersizdik. Bu konuda hiçbir bilgimiz olmadığı gibi, ilgimiz de yoktur. Şayet bize anadilimizde bir kitap gelseydi, bize hitap etseydi, biz de uyarılsaydık, ehli kitaptan daha sıkı doğru yola sarılırdık.” Oysa kendilerine bu kitap gelmiş, -bütün insanlığın peygamberi olan- bir peygamber gelmiştir. Üstelik kendisinin doğruluğuna delil olan bir  kitapla gelmiştir. Bu peygamber onlara içinde hiçbir karışıklık, hiçbir kapalılık bulunmayan apaçık gerçekler getirmiştir. Bu gerçekler onları içinde bulundukları sapıklıktan kurtarıp doğru yola yöneltir. Ayrıca bu, hem dünyada hem de ahirette onlar için rahmettir.

Aslında şöyle seslenilmektedir: "Ey İnsan! Allah sana akıl verdi. Onunla yetinmedi irade verdi. Onunla yetinmedi Peygamber gönderip seni vahiyden haberdar kıldık, yolunu gösterdi. Bu kadar kat ve kat ikram sana bahşedilmişken senin Allah'a isyan etmenin veyahut dini amacından saptırmanın nasıl makul bir gerekçesi olabilir? "

Günümüzde de ' bilgisizdim, haberdar değildim, öğrenmemiştim' sözünün Kuran'ı hayata uygulamakta bir bahane olarak öne sürüldüğünü görmekteyiz. İnsan sanki asıl hesaba çekileceği  Kuran'dan değilmiş gibi O'nu ikinci plana atabiliyor, sırf 'Arapça bilmiyorum-anlamıyorum' gerekçesi ile vahyi öğrenip hayatına geçirme noktasında gevşek davranabiliyor. Baktığımızda insan fıtratının aynı bahanelere meylettiğini görüyoruz. Elbette ki bunu bilen Allah Kuran'da bütün bu mazeretleri geçersiz kıldığını ilan ediyor.

158- “Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş ya da imanı doğrultusunda bir hayır kazanamamış olan kimseye o günkü imanı bir fayda sağlamaz. Onlara de ki; ‘Bekleyin bakalım, biz de bekliyoruz.' “

Bu gayet açık ve kesin bir tehdittir. Mucize gelir de yalanlayanlar inanmazlarsa, hemen ardından azabın gelmesi yüce Allah’ın daha önce belirlenmiş bir kanunudur. Rabbimiz diyor ki; "şayet istediğin bazı mucizeler gerçekleşecek olursa bunların devamı da gelecektir" çünkü Allah’ın bazı ayetlerinin gerçekleştiği gün her şeyin sonu olacaktır. Daha önce inanmamış ve imanı doğrultusunda iyi işler yapmamış birinin o gün inanması kendisine hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü İslâm ölçüsüne göre iyi işler yapmak, imanın belirtisi ve O’nun tercümanı niteliğindedir.

Bu duruma Enam suresi 8. ayetteki “Muhammed’e bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer melek indirseydik, işleri bitirilir, kendilerine hiç mühlet tanınmazdı.” sözlerini de örnek verebiliriz.

Fecr 22-23 ayetlerinde ''Melekler sıra sıra dizili olduğu halde Rabbin geldiği zaman, ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlar, ama artık anlamanın kendisine ne faydası var?'' buyruğunca; haklarında en son ilahi hükmün ortaya çıkmasına veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesine Enfal 32 de anılan ''Üzerimize gökten taş yağdır'' ve İsra 92 de ''Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin'' demeleri gibi başlarına taş yağdığı veya göğün parçalanıp üzerlerine düştüğü veya kıyamet alametlerinin ortaya çıktığı gibi fiilen yok olmaya delalet eden ve kendilerini inanmaya mecbur edecek hakikatleri gördükleri zaman iman ettik derler. Fakat O gün daha önce iman etmemiş ve imanında bir hayır kazanmamış kimse için iman ettik demesinin hiçbir faydası olmayacaktır. O gün teklifin vakti geçmiştir ve insanoğlu için artık sorumluluk, hesap başlamıştır, iman ile kazanılması gereken hiçbir fayda kalmamıştır. Aynı Mümin suresi 85. ayette zikredilen gibi ''Hışmımızı gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı.'' İmanın kabul olması hazır ve gözle görülenle değil gayb ve gelecek ile ilgili olmasında, aşikare değil delili olmasında ve gelecek için bir hayır kazanmaya imkan bulunacak kadar önce olacağı bir dönemde olmasındadır. Hesap günü veya ölüm hakikati gelmeden önce iman edilmelidir ki insan zarardan korunmak için hazırlıkta bulunsun.

Burada imanın ancak hayır ile kabul edildiği ifade edilmektedir. Bugünde öne sürüldüğü gibi İslam sadece kalbi bağlayan, duygulara hitap eden romantik bir din değildir, iman ettim diyenin söz eylem bütünlüğü içerisinde bulunması gerekmektedir. Amel ile imanın kopuk olduğu; vicdanlara hapsedilmiş; zulüm karşısında sessiz kalan; adaleti ikame etme ve hatırlatma emrinden uzak olan; ve yine salattan uzak olan bir iman anlayışının olmaması gerektiği hatırlatılmaktadır.  Burada Allah'ın da Kuran'ı ve aslında emirleri tertilen indirmesi gibi insanın imanını kalbine indirdiği bir süreç olduğunun, bir anda bütün emirleri hakkıyla yapmanın imkan dahilinde olmadığının ve bir eğitim dönemi gerektiğinin farkındayız. Ancak burada dikkat çekilen bu sürecin olmayacağı değil insanın vahyi kavradıktan sonra uygulamak noktasında hiçbir mazeretinin kalmadığı gerçeğidir.

Bekleyin bakalım, biz de bekliyoruz.' ifade ise apaçık bir meydan okumadır. Allah kendini yeterli gören kuluna biz bekliyoruz sen de bekle diyerek acizliğini hatırlatmaktadır. Pekala kul bu hitaba muhatap kaldığında yetersiz olduğunu, ne ölüme ne dirilmeye ne de doğa kurallarına hükmünün geçmediği gerçeği ile yüzleşmektedir.  Kuran'da Allah'ın bu hitap ile sık sık insana seslendiğini görmekteyiz.

159- “Dinlerinin öngördüğü inanç ve ümmet birliğini parçalayarak çeşitli akımlara bölünenler ile senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara ilerde yaptıklarının akıbetini bildirecektir.''

Allah’ın yanında din, aynı zamanda hayat sistemidir. Dolayısıyla Allah’ın sisteminden ve O’nun şeriatından başkasını din edinenlerle peygamber arasında ortak bir noktanın bulunması, uzlaşı sağlanması imkânsız bir şeydir.

Öncelikle tevhit; bütünlük, birlik, birlemek demektir. Her şeyin her şeyle kopmaz bağını ve her şeyle Allah'ın kopmaz bağlantısını keşfetmektir, bu hakikate iman etmektir. Parçalanan hakikatin hakikat olmaktan çıktığı bilinmelidir. Hakikat parçalanırsa, insan ve insan hayat da parçalanır. İnsan kul ya da nesne ile yönlendirilebilir hale gelir. Kafası ile kalbi arasında derin açıklıklara neden olur. Hayatında tevhidi kavrayamayan insan meslekte, sanatta, insan ilişkilerinde, bilimde Allah-yaratılan ilişkisini kavrayamaz. Aslında bu konular hakkında en derin, en doğru bilgi sahibinin Allah olduğu hakikatinden uzaklaşmaktır. Beşer aklıyla ilahi hükümleri hayatından ayrıştırmaya çalışan insan, bizim nasıl yaşarsak daha mutmain olacağımızı bilenin ve yol gösterenin Allah olduğu bilincinden uzaklaşmaktadır. Oysa insan ancak Allah ve gündelik hayatı arasındaki bağlantıyı doğru kurabildiği zaman mutmain olabilir.

Dine orijinallik eklemek adına ve tutkularını doyurmak pahasına onda değişiklik yapanlar; hatta aşırı saygılarından dolayı ona kendilerinden hükümler koyanlar; çeşitli emeller, mabutlar ve türlü türlü yollarla çatallandıranlar; 'din insanın iç dünyasına aittir, dışına ve cismine karışamaz' diyenler; din başka millet başka anlayışını güdenler; kılı kırk yararak ayrıntıdaki farklılıkları büyüten, bulandıran ve önemli yanlarını önemsizleştirenler dinlerini parçalayanlardır. İtikadi olamayan konularda insanlar farklı sanılara varabilirler ancak bu tarz ayrımlardan oraya çıkan mezhepler, cemaatler insan için tevhit dininden önce gelmemelidir.

160- “Kim Allah’ın huzuruna bir iyilikle varırsa kendisine on katı verilir. Kim Allah’ın huzuruna bir kötülük ile varırsa sadece onun dengi olan cezaya çarptırılır. Ne iyilik edenlere, ne kötülük işleyenlere haksızlık edilmez.”

Allah'a bir hasene/iyilik ile gelmiş olana onun on misli iyilik vardır sözündeki on misli sözü bir sayı ifade etmesinden ziyade Allah'ın daha güzeli ve kat kat fazlası ile karşılık vereceği ile ilgili bir kinaye ifadesi olarak kullanılmaktadır. Aynı, Bakara suresi 261. ayette Allah'ın: ''Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir.'' demesi gibidir. Kötülük ile gelen ise misliyle yani dengiyle karşılık bulacaktır, daha fazlası ile değil. Burada Allah'ın merhametinin azabından baskın olduğunu görülmektedir. Allah kuluna zulmeden değil ancak adalet ile hükmedendir.

161- De ki; “Rabbim beni doğru yola, insanların tüm ihtiyaçlarına cevap veren dine, Allah’ın birliğine inanan ve O’na ortak koşanlardan olmayan İbrahim’in inanç sistemine iletti. ”

Bu duyuru; şükür duygusunu uyandırmakta, kesin güveni işaret etmekte ve pürüzsüz inancı dile getirmektedir. Sözlü kulluğun yapısında, manevi anlamında ve hayata geçirmek noktasındaki pürüzsüzlük ve güvendir. Hiçbir eğrilik ve zorluk bulunmayan dosdoğru yola iletilmenin karşılığında tüm bu nimetleri ve yol göstericiliği ile merhametli olan Allah'a şükürdür.

Allah "Eğer kendinizi İbrahim'e nispet ederken samimi iseniz, işte gelin sizi İbrahim'in dinine çağrıyorum. Bu İslam türedi değildir, size farklı bir dine gelin demiyoruz, kendinize gelin diyoruz. Haydi o zaman gelin hep birlikte İbrahim'in dinine uyalım gerçekten iddianızda samimi iseniz.'' demektedir.

162- De ki; “benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm ancak tüm varlıkların Rabbi olan Allah içindir.”

163.“O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ben Müslümanların ilkiyim.”

Bu, kalpteki her çarpıntıda, hayattaki her harekette, namazda, ibadette, hayatta, kulluk davranışlarında, pratik hayatta, ölümde ve onun ötesinde eksiksiz bir şekilde her şeyin Allah'a ait olduğu ve bunlar içerisinde insanın kendini ancak Allah'a yönlendirdiği, tüm bu çabalarının ancak Allah için olduğu hakikatinin dile getirilmesidir.

Bu, mutlak tevhitten ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tespihtir. Allah’ı eksikliklerden uzak saymadır. Namazı, ibadeti, diriyi ve ölümü birleştirip tek başına Allah’a özgü kılmadır. Tam bir teslimiyetle, gönülde ve hayatta; alemlerin üzerinde eksiksiz otorite ve egemenlik sahibi, eğiten, yönlendiren ve hükmeden Allah’a kul olduğunu ilan etmektir.

Peygamber Efendimiz ''Bana böyle emredildi. Ben de duydum ve itaat ettim. Dolayısıyla  'Ben Müslümanların ilkiyim.'  Öyleyse mutmain olmak istiyorsanız siz de bana uyun.'' demektedir.

164.“De ki; Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir Rab mi arayacağım? Herkesin işlediği kötülüğün sorumluluğu kendisine aittir. Hiç kimse başkasının kötülüğünün sorumluluğunu taşımaz. Sonunda Rabbinize döneceksiniz. O size anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü bildirecektir.”

Müşrikler Peygamber Efendimize ''Gel bu dininden vazgeç, seni başımıza lider yapalım, en zenginimiz ol,sana eşler verelim.'' demişlerdir. Aynı günümüzde makam ile dininden uzaklaştırılmaya çalışılan, daha çok para kazanmak vaatleri ile dini ikinci plana attırılan insanlar gibi. Ve bununla kalmayıp ''Ey Muhammed gel bu söylediklerinden vazgeç, günahların bizim boynumuza olsun.'' demişlerdir. Yine aynı şekilde günümüzde insanlara yöneltilen 'bir kere dene bir şey olmaz', 'daha genciz yaşlanınca uygularız', 'sen yap günahı benim boynuma' gibi ifadelerin gündelik konuşmalarımızda sıkça yer bulması gibi.

Bu ayette bu savlara cevap niteliğinde 'Gökleri, yeri ve her ikisinde bulunan her şeyi içine alan, insanın bildiği bilmediği tüm yaratıkları kapsayan, gizli-açık olan ve meydana gelen her şeyi toplayan, dehşet verici evrende bulunan her şey üzerindeki Allah’ın Rab olduğu' ifade edilerek, sonrasında ret amaçlı bir hayret ifadesi kullanılmaktadır: “O’ndan başka bir Rab mı arayacağım?”

Ben, niyetim ve yaptıklarımdan sorgulanacağım, itaat etmek ve karşı çıkmakla kazandığım şeylerden hesaba çekileceğim halde, Allah’tan başka hayatıma hükmeden, işlerimi düzenleyen, egemen olan, beni idare eden ve beni yönlendiren bir Rab mı arayayım?

Her kişi kendi günahının cezasını çekeceği, kimsenin günahını bir başkasının yüklenemeyeceği gerçeğine rağmen, Allah’tan başka bir Rab mi arayayım?

Hepimiz O’na döneceğimiz ve ayrılığa düştüğümüz şeylerden bizi hesaba çekecek olan kendisi olduğu halde O'ndan başka bir Rab mı arayayım?

Ortada bunca kanıt ve işaret bulunduğu, tümü de tanıklık ettiği ve hepsi yüce Allah’ın tek ve yegâne Rabb olduğunu gösterdiği halde Allah’tan başka bir Rab mı arayayım?

Bu beyandan sonra "Herkesin işlediği kötülüğün sorumluluğu kendisine aittir.'' ifadesi ile Hıristiyanlığın ilk günah doktrini olan 'insan günahlı doğar' ibaresi reddedilmektedir.Kuran ise getirdiği mesajda iddia edilenin aksine, insan fıtratı temizdir demektedir. Rum 30 da ''...Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran ki Allah'ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin.'' diyerek insanın özünde iyilik olduğunu sapmanın ancak daha sonradan vahiyden uzaklaşması ile gerekleşeceğini ifade etmektedir. Yine Peygamber Efendimiz de ''Her doğan selim bir fıtrat üzerine doğar.Sonra anne ve babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar'' demektedir.

165- Sizi yeryüzünde halife yapan ve verdiği nimetler hakkında sınavdan geçirmek için bazılarınızın derecesini diğer bazılarınızdan üstün kılan O dur. Hiç şüphesiz Rabbinin cezalandırması gecikmesizdir, aynı zamanda O, bağışlayıcı ve merhametlidir.

Bu ayette iki gerçek ortaya konmaktadır:

1) Kâinattaki her şey Allah'a aittir; tüm insanlar da Allah'ın pek çok şeyini kendilerine emanet etmesi ve bunları kullanacak güç ve yetenek vermesi anlamında yeryüzünde O'nun halifeleridir. Burada ifade edilen insan halife olmasından ötürü her yaptığı doğrudur veya insan dünyada istediği gibi davranma hakkına sahiptir anlayışı değil, insan Allah'ın ayetlerine uygun hüküm sürdüğü sürece halifedir anlayışıdır.

2) Emanetlerle ilgili olarak yani verilen para, bilgi, ahlak, akıl,ilim noktasında Allah insanlara farklı mertebeler vermiş ve bazılarını ise başkalarından daha iyi çalışabilme kapasitesiyle donatmıştır. Bu nimetleri  ancak bir sınav için sebep kılınmıştır. Her insanın emanete nasıl davrandığı, emanet çerçevesinde bu şeylerden ne ölçüde yararlanabildiği, güç ve yeteneklerini nasıl kullandığı, eksiksiz olarak kaydedilmektedir. Bu deneme (imtihan)'nın sonucu, kişinin ahretteki mertebesini belirleyecektir, gerçek üstünlük ancak takvada yani Allah'a karşı sorumluluk bilincini kuşanmaktadır.

Allah surenin sonunda cezalandırıcı olanın da affedici olanın da kendisi olduğu hakikatine vurgu yaparak insanın Allah'ın merhametinden umut duyması gerektiğini ancak cezalandırıcı olması hasebiyle de kulluk bilincinden uzaklaşmaması gerektiğini ifade etmektedir. "

Gelen konukların da katılımları ile devam eden program, konuşmacının sunumunu tamamlaması ve gelecek programlar hakkında bilgi vermesi ile sona erdirildi.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi