Yeni Şafak/ Mehmet Acet
Çıkış formülü belli: Hukuk güvencesini güçlendirmek
Türkiye’ye yatırım yapmayı planlayan bir Alman firması, İstanbul Ticaret Odası’na yaptığı ziyarette şu soruyu soruyor:
“Hükümetin çalıştığı yargı reformu ne zaman çıkacak?”
“Adalet mülkün temelidir” sözünde de karşılığını bulduğu gibi, hukuk güvencesi dediğimiz şey, özünde ‘mülkiyet güvencesine’ tekabül eder.
Türkiye’nin temel sorununun yabancıların ifadesiyle ‘unpredictabe/öngörülemeyen’ ya da bir başka ifadeyle ‘sürprize açık ülke’ olduğu düşüncesinden ilerleyecek olursak, bu soruna müdahale etmenin öncelikli yolunun da hukuktan geçtiğini varsayabiliriz.
Ekonomiyi güçlendirmenin, ‘ülke notunu’ yükseltmenin, yatırım ya da para çekmenin yolu da hukuk güvenliğinden geçiyor.
Neden?
Uzun vadeli yatırım yapmak isteyen yerli ya da yabancı girişimciler, öncelikle kalıcı ve güvende olmanın yollarını arıyorlar.
Bir Alman firmasının İTO’da ekonomik şartların müsaitliğinin yanı sıra ‘yargı reformunun’ ne zaman çıkacağını merak etmesinin nedenlerini de buralarda aramak gerekir.
YARGI REFORMU PAKETİNİN SUNDUĞU BÜYÜK FIRSAT
Bu anlamda Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 30 Mayıs’ta açıkladığı “yargı reformu strateji belgesi”, diğer adıyla “yargı reformu paketinin” Türkiye’nin önüne ne kadar kıymetli bir imkân ve şans getirdiğini bilmem söylemeye gerek var mı?
Öncelikle, bu çalışma yapılırken Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün toplumun adalet duygusunu güçlendirmeye dönük samimi niyet/çabalarının ve izlediği yöntemin öneminden söz edelim.
Çalışma yapılırken konuyla ilgili herkesten görüş alındı.
Yani, salt hükümet görüşlerinden ibaret bir çalışma yürütülmediğini not edelim.
Yargı camiası olarak genelleştirebileceğimiz, yüksek yargı organlarından, barolardan, hâkim ve savcılardan değerlendirmeler alındı.
Hayatta olan, içlerinde başka partiler döneminde de görevler almış, eski Adalet Bakanları’na “ne dersiniz, ne yapmalı?” diye soruldu.
Bu anlamda Bakan Gül’ün “Bu 82 milyonun reform paketi” sözleri yerli yerini buluyor.
Avrupa Konseyi’nden, Avrupa Birliği’nden, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebiyle Türkiye’deki hukuk uygulamalarına zaman zaman eleştiriler getiren ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden bile görüş alındı.
Çalışmaları yürüten üst düzey bir isme “bu çevrelerden geri dönüşler nasıl oldu” diye sordum, “olumlu” karşılığını aldım.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ALANINA GİREN DAVALARDA UYGULAMA BİRLİĞİNİ SAĞLAMANIN ÖNEMİ
Yargı reformu paketi, 4 yıla sari, aşama aşama hayata geçirilme hedefiyle hazırlandı.
Yani bir paket çıkacak ve iş orada bitecek gibi düşünülmemeli.
Önceliğin ne olduğunu ise, Adalet Bakanı Gül’ün, yargı muhabirleriyle yaptığı toplantıda kullandığı ifadelerden anlayabiliyoruz.
Bakan Gül, şöyle diyor:
“Yargı reformunda birinci paketimiz düşünce ve ifade özgürlüğünü daha da güvenceye alıcı, tutuklamadaki keyfiliği, uygulamadaki farklılığı ortadan kaldıran düzenlemeler içeriyor.”
Son dönemde Türkiye’ye ve yargı sistemine yöneltilen eleştirilerin, ya da yapılan tartışmaların ağırlıklı bölümünün ifade özgürlüğü alanına girdiğini düşündüğümüzde, reform paketinin birinci aşamasında bu alana dokunulması büyük önem taşıyor.
Bu anlamda uygulama birliğinin sağlanmasının, hem genel yargı camiasına dönük tartışmaları azaltabilecek, hem de siyasi içerikli davalarda siyasi iktidara yüklenen suçlamaların seviyesini düşürebilecek bir niteliği de bulunuyor.
MECLİS’TE NASIL BİR SINAV VERİLECEK?
1 Ekim’de yeni yasama yılına başlayacak olan Meclis’te ilk gündem maddelerinden birinin, üzerinde durduğumuz konu yani “yargı reformu strateji belgesi” olacağı biliniyor.
Aldığımız nabız şöyle:
Ak Parti, birinci paketin kanunlaşması sürecinde muhalefetin de desteğini alarak ilerlemek istiyor.
Bu noktada özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin o süreçte izleyeceği tutum nasıl olacak sorusu karşımıza çıkıyor.
Geniş bir kapsayıcılık mantığıyla hazırlanan paketi, iktidarın işine yarar korkusuyla sabote etmenin yollarını mı arayacaklar?
Yoksa yapıcı bir tarzda mı meseleye yaklaşacaklar?
Bugün için şöyle bir cümle kurabiliriz:
Ekim ayı, iktidar açısından oluşturulan paketi cesurca hayata geçirip geçiremeyeceğinin, muhalefet açısından ise, bu arayışlara içtenlikli bir şekilde mi yoksa daha ağır basan ihtimal olarak ‘sabote edici’ bir tutumla mı cevap vereceğinin testiyle geçecek gibi görünüyor.