Kırım’ı resmen kaybetmiş, Donetsk ve Lugansk gibi geniş sınır bölgelerini kontrol edemeyen Ukrayna uzun bir dönemdir Rusya ordusunun sınırlarına yığdığı 120.000’i aşkın askerle, yüzlerce tank, füze ve diğer askeri ekipmanlara karşı sık sık Amerika, Avrupa Birliği ve NATO’dan yardım istiyor. Fakat enteresan bir biçimde Rusya tarafından yapılan açıklamalar sahadaki askeri yığınağın tam tersine işliyor. Mesela Dışişleri Bakanı Lavrov Rusya’nın hiç bir saldırı hazırlığı [içinde] olmadığını bilakis kendilerine yönelik saldırıların arttığını vurguluyor ısrarla. Hatta öyle ki, NATO başta olmak üzere Batılı yetkililerin “gerçekle bağını kaybettiği”nin altını çizerek “histerik açıklamalar” yaparak “saldıracaksınız, Ukrayna’yı kurtaracağız, cezalandıracağız” gibi tehditler savurdukları bile vurgulanıyor sık sık. Enerji bağımlılığı dolayısıyla AB’nin epeyce çekimser fakat Amerika’nın [çevreleme stratejisi bağlamında Rusya’ya karşı] daha saldırgan bir politika izlediği kanaatine eşlik eden “Türkiye’nin pozisyonu doğru mu?” sorusuna mevcut şartlar içinde nasıl cevap verilebilir acaba?
Rusya İşgal için Gün Sayıyor, Kimileri Görmezden Geliyor
Türkiye’nin sadece Karadeniz ve Ukrayna politikası değil Doğu Akdeniz’den Libya ve Suriye’ye, Azerbaycan’a oradan Afrika içlerine kadar uzanan diplomatik ilişkilerinin tartışılacak muhakkak çok boyutu var. Eksik olanlar, yanlış kurgulananlar, kaybedilenler kadar kazanılanları, kazanılacak olanları da doğru dürüst muhasebe edebiliyor muyuz acaba? Bu soruyu tersinden de sorabiliriz, hiçbir mahsuru yok. Lakin enteresan bir biçimde Türkiye’nin dinamik ve olabildiğince bağımsız hareket etme iradesini görmezden gelmeyi, alay konusu yapmayı, itibarsızlaştırmayı meslek edinmiş Kemalist-ulusolcu etkin bir zümrenin üstlendiği çirkin ve müfsid rol üzerine hakkıyla düşünüp tartışamıyoruz maalesef.
Bugünkü yazımızın başlığını Eylül 2002’de teşekkül eden ve bizim de katkı verdiğimiz “Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu” isimli eylem platformuna atfen belirledik. Malum, Amerika 11 Eylül akabinde peşine taktığı NATO ordularıyla beraber önce Afganistan’ı işgal etmiş ve akabinde de Irak’a saldırmak, işgal ve katliama girişmek üzere yıldırım hızıyla hareket geçmişti. İşte bu süreçte Londra ve Roma başta olmak üzere Batılı pek çok başkentte “Don’t war Iraq” ortak paydasında milyonlarca insan Amerika’nın Irak’a saldırı gerekçe ve hazırlıklarını protesto eden gösteriler düzenlemişti. Eş zamanlı olarak Türkiye’de de 150’ye yakın irili ufaklı parti, dernek, sendika, oda, vakıf, meslek kuruluşunun katılımıyla İstanbul’da “Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu” harekete geçerek hem Amerika’yı protesto etmiş hem de Türkiye’nin bu saldırıya hiçbir surette katılmaması, [destek vermemesi] adına yürüyüş, protesto, panel, vs. gerçekleştirmişti. 1 Aralık 2002 itibariyle temel hedef Meclis’teki 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesi yolunda sivil bir seferberlik yürütülmesiydi. Nihayet, Meclis Tezkere’yi reddetmişti ama Amerikan ve NATO orduları Irak’ı yakıp yıkarak mezarlığa, işkence üssüne ve kan gölüne çevirmişti yine de. Bu faslı çok uzatmayacağız ve uygun bir zamanda bu koordinasyonun oluşumu, işleyişi ve bileşenleri üzerine daha detaylı bir değerlendirme yazacağız inşallah.
Yoldaş Rusya Orta Doğu’ya Hoş Geldin!
Şimdi gelelim Ukrayna meselesine. İyi ama Ukrayna meselesini Suriye meselesinden bağımsız konuşmamız ne mümkün? [Peki,] “Katil Amerika-NATO Orta Doğu’dan Defol!” sloganlarını aşk ve şevkle haykıran, halkların kardeşliğine inanan, emeğin devrimci gücüyle dünyayı değiştirmek üzere her daim tetikte duran, dünyayı sol-sosyalist ideoloji ve kadroların kurtaracağını iddia eden aydın ve sanatçılar, sendika ve örgütler, dernek ve partiler [son on yıldır kıyametler koparken] buhar olup uçtular mı? Suriye’deki Rusya ve İran ordularının işgal ve katliam politikalarına bırakın karşı çıkıp protesto etmeyi desteklemeyen sol-sosyalist aydın ve sanatçı, sendika ve parti yok gibi. [Büyük bir keramet neticesinde] Rusya ne katil oluyor, ne işgalci ne de protesto edilmeyi hak eden emperyalist bir devlet. Bilakis Suriye’deki devasa askeri varlığıyla Rusya sadece Esed rejiminin değil Türkiye’deki Kemalist ve sol-sosyalist cenahın da [özgür ve müreffeh, kudretli ve muzaffer] geleceğini garanti altına alıyor adeta.
Gürcistan’dan sonra Ukrayna da Rusya tarafından parçalanmış ve şimdi büsbütün işgalin arifesinde ne yapacağını, kimden yardım talep edeceğini şaşırmış durumda. Rusya’nın Ukrayna’yı parçalaması, işgal etmek üzere kuşatması meselesinde hemen hiç kılını kıpırdatmayan Kemalist ve sol-sosyalist aydın ve sanatçılar, parti ve sendikalar neden şikâyet ediyor biliyor musunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kırım’ın işgal ve ilhakına itiraz etmesinden, Ukrayna’ya yönelik işgal harekâtına karşı duracağını beyan etmesinden. İlaveten PKK ve Esed rejimin başına “bela” olan İHA-SİHA’ların dört bir yandan sınırları kuşatılmış Ukrayna’ya satılıp da Rusya ordusu için de “bela” olmasından tedirgin ve şikâyetçi oluyorlar.
[Çoktan beridir] Rusya ve Çin yalandan da olsa [hiçbir surette] sosyalizm iddiasında bulunmuyor, emekçilerin kardeşliğinden bahsetmiyor. İşgal ve katliam politikalarını [doğrudan doğruya] Rus ve Çin ulusal kimliği namına tırmandırdıkça tırmandırıyorlar. Lakin bugüne değin Kemalist ve sol-sosyalist çevrelerin hiç biri ne Rusya, ne Çin hatta ne de Fransa Büyükelçiliği önünde toplanıp Ukrayna, Suriye, Gürcistan, Doğu Türkistan, Mali gibi ülkelerde yürütülen sistematik işgal, tehcir, jenosid ve katliam politikalarını protesto etmediler, edemediler ve de edemezler. “Kahrolsun Amerika, Defol NATO” gibi sloganlar [da emperyalizm ve sınıf mücadelesine dair çözümlemeler de] birer maskeleme operasyonu olarak iş görüyor ve statükoya hizmeti meşrulaştırmaya matuf taktik hamleler olarak misyon üstleniyor.
Son olarak NTV’nin kurucusu ve genel yayın yönetmeni olarak uzun yıllar televizyon haberciliğinde haklı bir şöhret edinmiş Nuri Çolakoğlu’nun “yetkinreport”ta kaleme aldığı “Türkiye’nin kuzeyinde kara bulutla toplanıyor” (26 Ocak 2022) başlıklı makalesine değinmek yerinde olacaktır. Çolakoğlu da İHA-SİHA satışında Rusya’nın duyduğu rahatsızlığı işaretliyor, olabilir. Ama Rusya’nın hiç değilse Suriye, Yunanistan ve GKRY’de [Türkiye’ye karşı] konuşlanan hava savunma sistemlerine [küçük de olsa] bir atıf yapabilirdi. Daha önemli nokta şu: Türkiye’nin Rusya-Ukrayna arasında arabulucu rolü üstlenme yolundaki çağrılarını “ciddiye alınmayacağı-alınmadığı” hususunda fazla ısrarcı olmasında kendisini gösteriyor. Rusya’daki siyasetçi ve analistlerin “alaycı, lakayt ve tehditkâr” beyanlarını esas alarak “şerbet, baklava maklava” muhabbetlerine [şevkle] sarılması [öncelikle] Ukrayna’nın [akabinde Türkiye’nin de içinde yer aldığı geniş bölgenin] maruz kaldığı açık ve yakın tehdidi görmezden gelmeye [veya vakit kaybetmetmeksizin teslim olmaya] bir çağrı [niteliğinde] aslında. Onca tecrübe ve badiren sonra [2022 senesinde bile] Perinçek-Aydınlık şebekesi saflarındayken [Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler’in oluşturduğu] ölüm tarlalarını meşrulaştırmak üzere sefere çıkıp kaleme aldığı “Savaşan Kamboçya” modunda bir perspektifte inat etmek hayret ve utanç verici oysa.
Not: [Rusya tarihsel, coğrafi ve kültürel olarak Ukrayna’yı doğal bir parçası olarak görüyor. Vladimir Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu’nun Amerika ve NATO ile çatışmaya girecek kadar Ukrayna’ya abanmasına sebep olan bu perspektifin kökleri Çarlık dönemi ve Sovyetler Birliği dönemine uzanıyor. 2024’te Kırım’ı işgal ve ilhak etmiş, Donetsk ve Lugansk gibi iki ayrı bölgeyi açıkça terör üssüne dönüştürmüş Rusya günden güne Ukrayna etrafındaki askeri kuşatmayı daha bir perçinliyor. Ukrayna’nın AB’ye girmesine, NATO’ya üye olmasına velhasıl arka bahçesi olmayı reddetme girişimlerine karşı Rusya her büyük bir savaşa dönüşme ihtimali taşıyan muazzam bir askeri abluka uyguluyor.]
Yeni Akit Gazetesi