Ukrayna ufukları ve İsrail’den gelen sinyaller

KENAN ALPAY

Ukrayna üzerinde Amerika ve Rusya’nın trajik bir tiyatro oynadıkları yönündeki söylemler hakikatlere dayalı değerlendirmeler olmaktan öteye fazlasıyla komplocu angajmanlara dayanıyor kanaatimizce. Komplocu angajmanların daha berbat ve alenen kara-propagandayı ihtiva eden boyutları da mevcut. Bu durum hemen her türlü sorunun Anglo-Amerikan eksenin Kıta Avrupası’nı ve Türkiye’yi Rusya’yla ayrıştırma ve çatıştırma yönündeki gayretlerine hamlediyor. Böyle bir niyet ve plan olur elbette ama süreç bundan ibaret değil. Çünkü bütün dışsal şartlardan bağımsız olarak Rusya’nın doğrudan doğruya bir bütün olarak Ukrayna üzerinde hak iddia ettiğini es geçmek mümkün olamaz.

Sınırlar Kuşatmış Ama Savaşa Niyeti Yokmuş?

Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakını yok sayarak, Luhansk ve Donetsk bölgelerinde ayrılıkçı silahlı örgütleri destekleyip ilan ettirdiği sahte halk cumhuriyetleri üzerinden ilerlettiği parça parça yutma konseptini inkâr ederek “emperyalizm tahlili” değil olsa olsa Rusya hesabına PR yapılır. Üstelik bu PR öylesine pervasız ve utanmazca yapılır ki bu bölgelerde yaşayan 720 binden fazla insana Rusya pasaportu verilerek olgunlaştırılan “iç etme-yutma” operasyonu örtülü hale sokuluverir.

Bizim açımızdan sorun şu ki; 15 Temmuz sürecinde iyiden iyiye irtifa kaybeden Amerika ve AB nüfuzuna karşın Türkiye’de süratle yükselen Rusya, Çin, İran ve Esed rejimi hesabına misyon üstlenen aktör ve kurumların sayısı, etkisi ve hesapları üzerine ciddiyetle kafa yorulmuyor hala.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle gerçekleştirdiği Ukrayna ziyareti askeri yığınak ve manevraların yoğunlaştığı bir vasata şüphesiz tesadüfen denk gelmiş değil. Türkiye ve Ukrayna arasında tertiplenen Yüksek Düzeyli Stratejik Toplantı’nın akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce defaten belirttiği “Kırım da dâhil olmak üzere Ukrayna'nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü destekleme” vurgusu yukarıda belirttiğimiz Rusya’nın bölgede inatla sürdürdüğü işgal ve parçalama siyasetine açık ve yüksek sesli bir itirazdır. Eş zamanlı olarak İletişim Başkanı Altun’un Türkiye’nin pozisyonunu teyid eden “Rusya'yı memnun etmek için Ukrayna ile askeri işbirliğine son vermeyeceğiz” açıklamasını Suriye, Libya, GKRY veya Kafkasya üzerinden yapılan baskı ve tehditlere rağmen yapıldığını gözden kaçırmamak gerekir.

Elbette ki Amerika ve İngiltere’nin Rusya’yı daha sıkı bir biçimde kuşatma adına sergilediği fazlasıyla saldırgan politikalara Almanya ve Fransa gerek enerji tedariki gerekse savaşla birlikte oluşacak göç dalgası riski dolayısıyla zamana yayarak direndikleri aşikârdır. Fakat Türkiye bir taraftan Amerika ve İngiltere gibi savaşı kışkırtan taraf olmazken diğer taraftan da Rusya’nın Kırım’daki işgal ve ilhakına son vermesini, Donetsk ve Luhansk’taki silahlı ayrılıkçı örgütleri beslemekten vaz geçmesini talep ediyor. Mesele hakkaniyeti gözeten bu pozisyonu tahfif edip alay konusu haline sokmaya gelince T24’te Barçın Yinanç’ın devreye girip kurduğu şu cümleye bir bakmak icap ediyor: “Krizde Türkiye’yi muhatap alan yok, Erdoğan resme girmek istiyor.” İşte bu gibi benzetmedeki çirkinlik ve rezaletten müteşekkil karikatürleştirme girişimleri bile güya diplomatik analizmiş gibi pazarlanıyor maalesef!

Keşke mezkûr karikatürleştirme çirkinlik ve rezaleti orada kalsa. Bilakis Ukrayna’nın işgal edilmiş topraklarını kurtarmak ve kapıya dayanmış daha kapsamlı işgal hazırlıklarını caydırmak üzere Türkiye’den talep ettiği SİHA’ları Kiev’de dile getirilen “barış mesajları”na aykırı politikalar kategorisine sokabiliyor. İşgalciyle işgale direnmeyi eşitleyen bu zavallı mantığın ahlaktan ve hukuktan ne derece nasiplenmiş olduğunu buyurun siz takdir edin.

Türkiye ve Ukrayna arasında imzalanan 8 farklı anlaşma “Şubat’ta savaş patlayacak” korku iklimine rağmen mevcut ilişkileri geliştirmeye, çeşitlendirmeye matuf bir dizi adımı içeriyor. Gelgelelim Amerika’nın savaş kışkırtıcılığına itiraz etmesi de Rusya’nın mevcut ve müstakbel işgal politikalarına itiraz etmesi de tümden önemsizleştirilerek Türkiye’ye ancak bağımlı bir tutumun yakışacağı yönünde telkinler yapılıyor hala. İşte “ciddiye alınmıyorsunuz” klişesinin bu kadar çok farklı dilde tekrar edilmesinin esas sebebi Türkiye’ye biçilen bağımlı tutum ve amigoluk rolünün reddedilmesidir.

Hahamlar Kutsuyor, Asker ve Diplomatlar Baskı Yapıyor

Peki, Türkiye ve İsrail arasında son birkaç aydır yoğunlaşan karşılıklı yumuşama sinyalleri nasıl bir bölgesel değişim ve kurguya işaret ediyor olabilir? Hatırlanacağı üzere 22 Aralık’ta Mısır, Rusya, Nijerya, Amerika, Özbekistan gibi 14 farklı ülkedeki Yahudi Cemaatlerini temsilen Hahamlar İttifakı’nın Ankara’daki Külliye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaretleri sırasında da yumuşama sinyallerindeki çeşitlilik ve esneklik göze çarpmıştı. Hahamlar bu ziyaret sırasında Erdoğan’a “menora” olarak bilinen Yedi Kollu Şamdan hediye etmiş, Haham David Sevi tarafından Cumhurbaşkanı “Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi kutsama duası” da okunmuştu.

Misafirlere yaptığı konuşmanın girişinde Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece antisemitizmle değil özellikle Batı’da yükselen İslam düşmanlığı ve yabancı düşmanlığına karşı da dayanışma çağrısı yapmıştı. Akabinde konu Türkiye’den İsrail’e yapılan uyarılar, Kudüs başta olmak üzere Filistin meselesinde atılacak adımlar derken mevzu İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ve Başbakanı Bennet’le diyalogları canlandırma ve normalleşme sürecine doğru evriliyor. Külliye’deki toplantının Yahudi cemaatiyle ilişkilere değil Türkiye-İsrail arasındaki sorunları gidermeye odaklandığı çok aşikârdı. Askeri, siyasi, diplomatik, ticari, vs. türlü tasfiye girişimleri başarısızlığa mahkûm olunca son çare olarak “kutsama” mizanseniyle sembolize edilen yeni bir kuşatma operasyonu devreye sokuluyor anlaşılan.

Ukrayna ziyareti öncesinde ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine belli belirsiz yine bir atıf yaptı. Bu kez İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un Türkiye ziyaret tarihi için mart ayının ortalarını işaret ederken karşılıklı olumlu istikamet ve yaklaşımların mevcudiyetine vurgu yaptı. Tel Aviv ve Washington’da büyükelçilik de yapan Namık Tan’a göre Türkiye “son on yılda tırmandırdığı kibir ve hamaset dolu söylemleri ve çatışmacı yaklaşımları terk etme, gözü kapalı Hamas taraftarlığı yapma” gibi yanlışların sürdürülemez olduğu idrak etmiş durumda imiş!

Üstelik Körfez ülkeleriyle yaptığı anlaşmalarla manevra alanını genişleten İsrail’in tuzu daha kuruymuş. Fakat bütün bunlara rağmen “Türkiye ideolojik yaklaşımları terk etme istikametinde adımlar atarsa”, “stratejik düşünebilen bir ulus olarak İsrail”, büyük bir alicenaplık göstererek “kendi açısından ilişkilerin düzeltilmesi aciliyet arz etmese” bile “değişikliğin kalıcı olup olmadığını yakından gözle”mek şartıyla “talepkâr olan” Türkiye’ye uzun vadeli çıkarları için yeni bir kredi açabilecekmiş! Yanlış anlaşılmasın lütfen; Namık Tan beyefendi İsrail veya Amerika’nın değil Kemalist Türkiye’nin yetiştirip istihdam ettiği üst düzey bir diplomat olarak çiziyor bu harika çözüm yollarını.

Bölgesel değişim rüzgârları daha bir kuvvetle eserken Türkiye bunun dışında kalabilir mi? İyi ama İsrail’le ne kadar ve nasıl normalleşilebilir? Neredeyse bütün Filistin toprakları işgal altında, milyonlarca insan barbarca yöntemlerle ya tehcir edilmiş ya da daracık alanlara kıstırılıp en temel haklarından dahi tecrit edilmiş durumdalar. Kudüs ve Mescid-i Aksa her gün yeni bir yıkım ve saldırıyla Yahudileştiriliyor. 15 yıldır süren abluka Gazze’yi mezarlığa döndürecek kadar her geçen gün sıkılaştırılıyor.

İsrail şimdiye kadar verdiği hangi sözü tuttu, hangi hakka riayet etti ki Türkiye medya üzerinden yayınlanan üç beş beylik cümleye istinaden normalleşme çağrıları dolayısıyla seviniyor. Şunu unutmayalım ki İsrail’den gelen sinyaller Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’dan, İran ve Esed rejiminden, Mısır ve Ermenistan’dan gelen mesajlarla yaklaşık olarak aynı kaygı, beklenti ve ihtiyaca dayanıyor. Somut adımları görmeden, resmi ve kamuoyuna açık yazılı teminatlar alınmadan, hiç değilse ilk etapta 1967 sınırları dâhilindeki Filistin toprakları özgürleştirilmesi için müzakere sürecine dair sağlam bir takvim ve müzakere sürecinde ısrarcı olmalıdır Türkiye.

Yeni Akit Gazetesi