Stephen Kotkin / Fikir Turu
“Ukrayna Savaşı Batı’nın suçu değil”
Ukrayna halkının Rusya’nın işgal girişimine direnişi üç haftayı geride bırakırken, dünyanın krizi çözebilmek için “kök neden” arayışı sürüyor. Uluslararası ilişkilerde realist ekolün en önemli temsilcilerinden, Soğuk Savaş’ın nihayete erdiği yıllardan bu yana Amerikan dış politikasını kıyasıya eleştiren isimlerin başında gelen Prof. John Mearsheimer ve başka uzmanlara göre de bu savaşın nedeni Rusya’nın güvenlik kaygılarını hiçe sayıp Doğu’ya doğru genişlemeyi sürdüren NATO.
Böyle düşünenlerle hemfikir olmayan, meselenin kökünde Rusya’daki rejimin yaklaşımı olduğunu düşünen uzmanlar da var. Bunlardan biri de Josef Stalin hakkında üç ciltlik kapsamlı bir inceleme kaleme alan, Princeton ve Stanford Üniversiteleri’nde öğretim üyesi ve Rusya uzmanı Prof. Stephen Kotkin.
Ona göre, sorunun kaynağı NATO’nun genişlemesi değil Rusya’daki militarist diktatörlük. Kotkin, The New Yorker dergisine verdiği röportajda, Rusya’nın tarihsel olarak militarist despotik rejimlerin boy göstermesine uygun bir zemin olduğunu ve bu tür rejimlerin her zaman bir “düşman” ürettiğine dikkat çekiyor.
Röportajdan bölümler aktarıyoruz:
Ukrayna’nın işgalinden genişleyen NATO mu sorumlu?
“NATO genişlemeseydi Rusya’nın bugünkü halde olmayacağı ileri sürülüyor. Rusya’nın bugünkü durumundan büyük şaşkınlık duyuluyor. Oysa Rusya tarihi şablonundan farklı davranmıyor. NATO var olmadan önce de böyleydi: Başında bir despot vardı, baskıcıydı ve militaristti. Yabancılara ve Batı’ya kuşkuyla bakıyordu. Bugün bildiğimiz Rusya bir günde bu hale gelmedi. Bu yaptıkları Batı’nın eylemlerine bir yanıt değil. Rusya’da bugün vardığımız noktaya getiren iç süreçler var.
Daha da ileriye giderek NATO’nun genişlemesinin bugün gördüğümüz Rusya’daki tarihi modelle başa çıkmak için bizi daha iyi bir yere koyduğunu söyleyebilirim.
Polonya veya Baltık ülkeleri NATO’da olmasaydı şimdi ne olurdu? Ukrayna ile aynı konumda olurlardı. Aslında, Polonya’nın NATO üyeliği, NATO’nun omurgasını sertleştirdi. Diğer bazı NATO ülkelerinden farklı olarak Polonya, ilki 19’uncu yüzyılda sonuncusu Sovyetler Birliği’nin sonuna doğru Dayanışma Sendikası ile pek çok kez karşı çıktı. Batı’yı suçlamanın, vardığımız noktanın analizi için doğru olduğunu düşünmüyorum.
Rusya’nın kendini konumlandırdığı yer…
Rusya, resmi, müziği, edebiyatı, dansları ve filmleriyle önemli bir medeniyet… Aslında dünyada her alanda derin ve önemli bir yeri var. Ancak Rusya, aynı zamanda dünyada “özel bir yere”, özel bir misyona sahip olduğunu düşünüyor. Kendini Batılı olarak değil, Doğu Ortodoks olarak görüyor. Büyük bir güç olarak öne çıkmaya çalışıyor. Rusya’nın sorunu, benliği veya kimliği değil, kabiliyetleriyle heveslerinin asla örtüşmemesi. Heveslerine ulaşmak için büyük mücadele veriyor, ama bu mümkün değil, çünkü Batı her zaman daha güçlü olmuştur.
Rusya büyük bir güç, ama tarihin belli noktaları dışında büyük bir güç olmamıştır. Batı’ya ayak uydurmaya veya en azından Rusya ile Batı arasındaki farkın açılmasını önlemeye çalışırken baskıya başvuruyor. Batı’yı yakalamak veya onunla rekabet edebilmek için ülkeyi bir düzen içinde askerî ve ekonomik olarak ileriye ve yukarıya taşımak için çok ağır bir devlet merkezli yaklaşıma başvuruyorlar. Bu yöntem kısa bir süre işe yarıyor, ama yüzeysel kalıyor. Rusya bir ekonomik büyüme yakalıyor, ordusunu geliştiriyor, ama sonra elbette duvara tosluyor. Ardından sorunun daha da kötüleştiği bir durgunluk dönemi yaşanıyor. Sorunu çözme girişiminin kendisi sorunu daha da kötüleştiriyor ve Batı ile arasındaki uçurum daha da açılıyor.
Rusya tarihinin bu dinamiğin en kötü yanı Rus devletinin bir tek lider ile birleşmesi… İstedikleri gibi güçlü bir devlete sahip olup Batı ile aralarındaki uçurumu gidermek ve Rusya’yı bir üst düzeye taşımak yerine tek adam rejimine geçiyorlar. Genellikle zorba haline gelen bir diktatörlere sahip oluyorlar. Bir süredir bu çıkmazın içindeler, çünkü kendilerinin bir istisna, bir büyük güç olma özleminden vazgeçmiyorlar, ama gerçekle, bununla boy ölçüşemiyorlar. Avrasya modeli, İngiliz-Amerikan güç modelinden çok daha zayıf. İran, Rusya ve Çin birbirine çok benzer modellerle Batı’yı yakalamaya ve bu güç farkını azaltmaya çalışıyorlar.
Putin, Ukrayna’daki hesap hatası…
Savaşlar genellikle bir hesap hatasının sonucunda çıkar. Gerekçesi, asla gerçekleşmeyecek varsayımlara, doğru olduğuna inandığımız veya doğru olmasını istediğimiz şeylere dayandırılır. Elbette bu Stalin ya da Çar rejimi ile aynı değil. Muazzam bir değişiklik oldu: Rusya kentleşti ve eğitim seviyesi arttı. Dış dünya da değişti. Buna rağmen Rusya’nın kendi basmakalıplarından kurtulamaması büyük şok yarattı.
İktidarda bir zorba olduğunda kararlar tümüyle onun tarafından verilir. Başkalarından görüş almaz mı? Belki. Rusya içindeki durumu tam olarak bilmiyoruz. Tavsiyelere kulak asıyor mu? Bilmiyoruz. Ona duymak istemeyeceği bilgileri getiriyorlar mı? Bu da pek muhtemel değil. Herkesten daha iyi düşündüğünü düşünüyor mu? İşte bu pek muhtemeldir.
Kendi propagandasına veya kendi komplocu dünya görüşüne inanıyor mu? Genel kanıya göre öyle. Rus veya yabancı olsun çok az kişi Putin ile konuşuyor. O yüzden tüm bilgileri alıp almadığını bilmiyoruz, ama aldığını düşünüyoruz. Duymak istediklerini işitiyor. Her durumda kendisinin en üstün ve en akıllı olduğuna inanıyor. Despotların sorunu da burada… Bu yüzden despotizm, hatta otoriter rejimler, hem çok güçlü hem de çok kırılgandır. Despotizm kendi altını oyan koşullar yaratır. Bilgi edinme biçimleri kötüleşir. Dalkavukların sayısı artar. Hataları düzeltecek mekanizmaların sayısı azalır ve hataların bedeli daha ağır olmaya başlar.
Putin’in, Ukrayna’nın gerçek bir ülke olmadığına, Ukraynalıların gerçek bir halk olmadığına ve aslında Ruslarla tek bir halk olduğuna inandığı görülüyor. Ukrayna’nın kolay bir lokma olduğuna da inandığı… Modernize ettiği kendi ordusunun Ukrayna’yı sadece işgal etmeyip, yıldırım hızında bir darbe düzenleyerek Kiev’i birkaç günde alabileceğine, oraya kukla bir hükümet yerleştirebileceğine veya mevcut hükümete ve Ukrayna Cumhurbaşkanı’na bazı belgeleri imzalatabileceğine inandığı…
Ama Ağustos 1968’deki Prag Baharı’nı bir düşünün: Leonid Brejnev, Aleksander Dubçek’in, “İnsani yönü ağır basan sosyalizmini” rafa kaldırmak için Varşova Paktı ülkelerinin tanklarını göndermişti. Brejnev, Dubçek’e bu hareketi durdurmasını defalarca söylemişti. ”Bunu yapma. Komünizmi mahvediyorsun.” demişti. “Durmazsan biz gelip bitireceğiz.” demişti. Brejnev, Çekoslavakya’ya girdi, Dubçek ve diğer liderleri alıp Moskova’ya götürdü. Ama ellerinde Çekoslovakya’da iktidarı bırakabilecekleri kukla bir rejim yoktu. Tankları gönderen Brejnev, Kremlin’de sonra ne yapacaklarını yine Dubçek’e soruyordu. Bu durum gülünç görünüyordu ve gülünçtü de. Sonuçta Dubçek’i Çekoslavakya’ya geri gönderdiler. Dubçek, Nisan 1969’da tanklar yeniden gelene kadar iktidarda kaldı.
Bir başka örnek 1979’da Afganistan’da yaşandı. Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etmedi. Kabil’e özel kuvvetler gönderip bir darbe gerçekleştirdiler. Afgan liderleri öldürüp Çekoslavakya’da sürgünde olan Babrak Karmal’a kukla bir hükümet kurdurdular. Ancak yeni rejimin biraz güvenliğe ihtiyaç duyabileceği düşüncesiyle Afganistan’a her türlü birlikten asker gönderdiler. Bu da 10 yıl sürecek bir isyan başlattı.
Ukrayna’da Rusya’nın Afganistan’ın başarılı bir versiyonunu yaşayacağını tahmin etmiştik, ama öyle olmadı. Ukrayna halkının cesur olduğu, direnmeye ve vatanları için ölmeye istekli oldukları ortaya çıktı. Belli ki Putin buna inanmıyordu. Ama “televizyon cumhurbaşkanı” dedikleri, savaş öncesinde yüzde 25 halk desteğine sahip Zelenski, şimdi halkın yüzde 91’ini arkasına almış durumda.
Yine de Putin için en büyük sürpriz Batı oldu. Batı’nın gerilediği, bittiği, düşüşte olduğu, Çin’in yükselişiyle çok kutuplu bir dünya fikri vs. hepsi balon çıktı. Ukrayna halkının cesareti, Ukrayna hükümetinin cesareti ve akıllı yönetiminin yanı sıra Cumhurbaşkanları Zelenski, Batı’yı harekete geçirdi. Bu da Putin’i şaşkına çevirdi. İşte yanlış hesap budur.
Oligarkların gücü sanıldığı gibi değil
Rusya bir ordu-polis diktatörlüğüdür. İktidardakiler bunlardır. Ayrıca ülkenin ekonomisini yöneten zeki bir bürokrasiye sahipler. Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı en üst düzey profesyoneller tarafından yönetiliyor. Bu nedenle Rusya, makroekonomik açıdan bir kale gibidir. Kara günler için sakladıkları büyük döviz rezervleri vardır. Enflasyonu makul seviyededir, çok dengeli bir bütçeleri ve GSYİH’nın yüzde 20’si herhangi büyük bir ekonomiye kıyasla çok düşük kamu borçları vardır. Bu en iyi makroekonomi yönetimidir.
Rus devletinin bu kadroları üstünlük mücadelesi veriyorlar. Makroekonomik istikrar ve ekonomik büyüme için Batı ile dengeli ilişkilere ihtiyaç var. Ama rejimin baskın olan askerî güvenlik kesiminin gözünde Batı düşmandır, Rusya’yı baltalamaya çalışıyordur ve renkli devrimlerle rejimi devirmeye çalışıyordur. Son dönemde bu gruplar arasındaki denge “rejimin haydut kesimi” lehine değişti. Putin’in de istihbarat kökenli olduğu unutulmamalı.
Putin yönetiminde oligarklar hiçbir zaman iktidarda olmadı. Putin onların kanatlarını yoldu. Oligarklar onun için çalışırlar. Çalışmazlarsa paralarını kaybederler. Çünkü parayı o verdi, onlarla büyüdü, onlarla judo yaptı, yaz tatillerine çıktı… Putin, özel mülkiyetin bir kez daha hükümdara bağımlı olduğu bir rejim kurdu. Bunu herkes biliyordu. Bilmiyorlarsa, dersi zor yoldan öğrendiler.
Maalesef bu durum rejimin alt üst katmanlarındaki insanların diğer insanların işlerini ve mülklerini çalmaya teşvik etti. Bir çeşit bar kavgasına döndü. Rejim giderek daha fazla yolsuzluğa gömüldü, liyakat unutuldu, giderek daha güvenilmez ve halkın desteğinden yoksun hale geldi. Devletin içini boşalttı. Diktatörlükte hep olan buldur.
Ama Rusya’da servet yeraltından çıkıyor. Otoriter rejimlerde ekonomik büyüme sorun değildir. Asıl sorun, himaye altındaki seçkinlerin nasıl ödeme yapılacağı, dolayısıyla seçkinlerin, bilhassa güvenlik kurumları ve üst rütbeli subayların sadakatinin nasıl sağlanacağıdır. Para, fosil yakıtlar, elmas veya diğer doğal kaynaklar topraktan fışkırıyorsa, zalim yöneticiler ezdiği kesimlerin baskısından kendini kurtarabilir. Baskıcı rejim, “Size de, verdiğiniz vergilere de, oyunuza ihtiyacımız yok. Size hiçbir şekilde bel bağlamıyorum, çünkü bizim petrolümüz, doğalgazımız, paladyumumuz ve titanyumumuz var” diyebilir. Büyüme sıfır olabilir, ama çok yüksek standartlı bir yaşam sürebilirler.
Otoriter bir rejimde halkı, “Tamam, ekonomik büyüme ve yüksek hayat standardı karşılığında özgürlüklerimizden vazgeçiyorum” dediği bir toplumsal sözleşme yoktur. Rejim ekonomik büyüme sağlamaz ve “Ah, biliyorsunuz sözümüzde duramadık. Özgürlükler karşılığında ekonomik kalkınma sözü vermiştik, bu yüzden sözleşme yükümlülüğünü yerine getirmediğimiz için istifa ediyoruz” demez.
Putin rejimi, Ukrayna işgalini halkının gözünde meşru kılmayı başarabilir mi?
Putin rejiminin anlatacağı çok hikâye var. Hikâyeler her zaman gizli polisten daha güçlüdür. Rusya’da sivil polisler, üniformalı polisler, gizli servis var ve bunlar savaşı protesto edenleri hücrelere atıyorlar. Bu ciddi bir rejimdir ve hafife alınmamalıdır. Ama Rusya’nın büyüklüğü, Rusya’nın büyüklüğünün yeniden canlanması, Rusya’yı yıkmak isteyen içerde ve dışarıda düşmanlar vardır. Bunlar Yahudiler, George Soros veya IMF olabilir. Raftan indirebileceğiniz her türlü düşman olabilir.
Sansürü, bilginin ortadan kaldırılması olarak görüyoruz, ama sansür aynı zamanda belli hikâyelerin tanıtılması ve halkta yankı bulması için de kullanılabilir. Büyük bir güç olma hevesine ve dünyada özel bir görev yürütme arzusuna karşılık dış güçlerin bunları yıkma girişimlerinin korkusu ve kuşkusu… Bu tür hikâyeler Rusya’da işe yarıyor. Bunu herkes yutmaz: Çok sayıda Rus, bunlara prim vermeyerek iyisini yapıyor. Ancak Putin’in sunduğu hikâyeler çok güçlü ve bunları her fırsatta destekliyorlar.
Yaptırımlar ve Ukrayna’ya silah yardımı sonuç verecek mi?
Yaptırımlar, nükleer bir güç ile karşı karşıyaysanız sıcak çatışmaya girmek istemediğinizde kullandığınız silahlardır. Tercih edilmesi anlaşılabilir.
Ayrıca Ukraynalıları tepeden tırnağa silahlandırıyoruz. Ayrıca siber alanda bilmediğimiz pek çok şey oluyor. Ukraynalıların cesareti ve NATO’nun yardım ile çok sayıda silahlı çatışma da oluyor.
Yaptırımların işe yarayıp yarmayacağını henüz bilmiyoruz. Yaptırımlar genellikle en çok sivillere zarar verir. Rejimler yurt içinden daha fazla çalabileceği için genellikle yaptırımların etkisinden sıyrılırlar. Birisinin Londra, Frankfurt veya New York’taki banka hesaplarına el koyabilirsin. Ama rejim bu kazançların kaynağına dönebilir. Putin’in yaptırım uygulayabileceğimiz yurtdışında parası yok. Putin’in parası tüm Rusya ekonomisi. Ayrı bir banka hesabına ihtiyacı olmadığı gibi parasını bir Batı ülkesinde korumasız bırakmayacaktır.
Öte yandan en büyük, en önemli yaptırımlar her zaman teknoloji transferi önüne konulan engellerdir. Bunlar Rusya’yı yüksek teknolojiden mahrum bırakacaktır. Amerikan yazılımları, donanımları ve ürünlerin Rusya’ya satışını engellerseniz, bir teknoloji yaratarak önemli ölçüde zarar verebilirsiniz.”