Şaban Ercan’ın Sözü Esirgemeden programı sunucusu Bahadır Kurbanoğlu’na hitaben kaleme aldığı mektup:
Sevgili kardeşim Bahadır bey,
Sizi çok yakından tanımamakla birlikte yaptığınız programlar da yorumlarınızda adalet kaygısı taşıdığınız, gerçeğin açığa çıkması için gayret gösteren bir mümin olduğunuza şahitlik ederiz. Bu zor günlerde hakkın açığa çıkması için perdeyi kaldırmaya çalışmak bedel gerektirir siz de bunun bedelini Rabbimizin rızası için göze almışsınız.
Aslında meselenin Uğur Dursun meselesi olmadığı meselenin mazlumun yanında durmak, kim olursa olsun zalimin karşısında olmak, zulüm kimden gelirse gelsin adaleti ayakta tutmayı düstur edinmek her müminin hatta her erdemli insanın olmazsa olmazları arasında olmalı.
Özelde birebir yaşadığımız tanık olduğumuz Uğur Dursun meselesine gelince;
Uğur'u iyi tanıdığınız için fazla detaya girmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Emniyet'ten Fetö soruşturması ile ilgili yazı kurumuna gelince bu hususu benimle paylaştı ve ailem duyup da üzülmesin diye de tembihte bulundu ve bunun asılsız bir ihbar olabileceğini çekemeyen birinin şikayeti olabileceği kanaatinde bulunduk. Yaklaşık on gün sonra gelip ifade için götürüyoruz dediler ve gidiş o gidiş. Malumunuz telefonunda bylock çıkmış 4 eylül 2014'te aynı anda birkaç saniyelik dört mesaj. Suçlama bu.
"Bugün bırakırlar yarın bırakırlar" derken şaka gibi iki ayı geçti artık bırakmayacakları kanaati bizde hasıl oldu.
Uğur içeri girmeden kendisine, "FETÖ operasyonları hakkında işin ölçüsünün kaçtığını, cadı avı yapıldığını, suçlu suçsuz herkesin cezalandırıldığını, ailelere zulüm edildiğini, büyük bir nefret ve düşman kitlesi oluşturulduğunu, bu yolun yol olmadığını" söylediğim de Uğur; "Bana katılmadığını, bunların nasıl bir yapı olduğunu bilmediğimi, çok kişinin canını yaktıklarını, adam kayırdıklarını, kendilerinden olmayana yaşam hakkı tanımadıklarını" vs anlatırdı. Şimdi ise aynı insanlarla, aynı koğuşta, aynı suçlamayla yatıyor. Ne düşünüyordur bilemem ama kazın ayağının hiç de göründüğü gibi olmadığını görmüştür.
Biz dışarıda hem dua, hem bizi dinleyecek bir yetkili, hem de her türlü geçmişi ile ilgili delili topluyorduk. Hatta bylock olduğu iddia edilen cep telefonu İstanbul'da birçok ünlü davaya bilirkişilik yapmış kişiye incelettik çünkü savcılık ya da emniyet bylock olduğu iddia edilen telefonu bizden istemediler bile.
Gelen rapor tam 36 sayfalık. Doyurucu bir rapor hazırlanmış ki "bu telefonda bylock yüklenmemiş, mesajlaşılmamış, sonradan silinmemiş, BTK'dan gelecek incelemeyle de bunun rahatça görülebileceğini" yazmış. Hatta bu telefonun EMEI numarasının bir hanesinin eksik olduğunu belirtmiş. Kendimiz o cep telefonunu mahkemeye ellerimizle teslim ettik çünkü abdestimizden şüphemiz yok ki.
Geçmiş sosyal medya paylaşımları, yardım derneklerine bağışları, dergi abonelikleri vs vs dosyaya kondu. Hatta mahkemenin istediği BTK'dan istediği belgeyi bile bir çok zorluklarla mahkemeye yetiştirdik ki "delil toplanmadı" demesinler diye.
DURUŞMA SALONUNDA YAŞADIKLARIMIZ
Duruşma salonuna bizden iki kişi aldılar; biri ben, biri annesiydi. Keşke annesi girmeseydi de oğlunun öyle azarlandığını, aşağılandığını, çaresizliğini görmeseydi.
Başkan "savunma yapacak mısın?" diye soruyor o da tabiiki iki aydır hazırlanmış ezberlemiş ki adalet beklentisi yüksek, "kesin beni dinleyince bırakırlar" diye umuyor garibim.
Güzel savunma yapıyordu ki iki de bir "kısa kes", "orayı geç", "tamam anladık" gibi cümlelerle sözü hep kesiliyor. Başkan hep başka şeylerle ilgilenip arada bir Uğur'un yüzüne bakıp "bitti mi?" diyor. "Haydi çabuk bitir de kararı yüzüne okuyayım" der gibiydi. Sadece bize değil önüne gelen her sanığa aynı şeyleri yaptığını duymuştuk. Adeta seçilip görevlendirilmiş gibi. Uğur her seferinde şartları biraz daha zorlayarak "bir iki kelam daha edebilir miyim?" diye çırpınıyor.
Uğur; "Benim hayatım bunlarla mücadele ile geçti; hiç bir zaman yolum bunlarla kesişmedi. Kardeşlerim hep İmam Hatipli, çocuklarım İmam Hatipli" diyor; başkan, "sen onları geç madem Fetöcü değilsin, telefonunda bylock ne geziyor?" diye soruyor.
Uğur; "ben teknoloji özürlüyüm, telefonumda bylock olduğunu emniyette öğrendim. MİT'ten gelen bir sayfalık yazı ile tutuklandım, size böyle bir yazı gelse, telefonunuzda bylock olduğu söylense kendinizi nasıl savunacaksınız?" dediğinde Başkan "terbiyesizlik etme! bura mahkeme salonu, seni ben yargılıyorum, sen bana soru soramazsın" diyerek olmayan vicdanının sorgulanmasına müsaade etmedi.
Kısaca karar verilmiş ve yüzüne okunması için yüz km.lik cezaevinden devletin imkanlarını heba ederek Uğur'u getirmişler. Zahmet etmişler, posta yoluyla da bu kararı bildirebilirlerdi.
Avukat hanım son bir hamle yaparak müvekkilinin Fetöcü olmadığını anlatmaya çalışsa da nafileydi, "en azından BTK'dan gelen CD'ye bakın" dedi ama "ona da bakmama gerek yok" cevabı aldı. Avukat hanım baktı ki hüküm verecek, savunma için süre istedi, bir ay sonrasına gün verdiler.
Bir ay sonra mahkeme günü yine benzer sahneler. Hakim bu sefer kaçış yok cezanı yüzüne okuyacağım edasıyla duruşma başlıyor. Tam o esnada Avukat Hanım son kozunu oynayıp davadan çekilince bir ay sonrasına gün atmak zorunda kaldılar.
Sayın Cumhurbaşkanımız STK'ların fetö duruşmalarını takip etmelerini istedi. Nerede öyle STK? Nerede öyle yiğit insanlar? Uğur'un duruşmasına girebilme, hatta adliyeye gelebilme cesaret ve basireti gösterilebilinseydi belki mahkeme heyeti suçluya değil de, sanığa davranır gibi davranacaktı, masumların sahipsiz olmadığını bileceklerdi.
Kendi düşüncelerime gelince, feryadım çıktığı kadar "Eyvah ülke elden gidiyor, on beş yıllık emekler heba oluyor, ümmetin beklentileri yerle yeksan oluyor!" diye bağırmak istiyorum.
Mahkemelerin hali dün, bugünden farklı değildi. Dün başkalarının emir komutasındaydı, şimdi bizimkilerin emir komutasında gibi görünüyor ama yapılan icraatlarla iktidara yapılacak en büyük kötülük yapılıyor.
Cumhurbaşkanımızın niçin içeri atıldığını bilmeyen mi var?
Sivas olayları mağdurlarının hiç bir suçları yokken yirmi dört yıldır yattığı bir ülkede kimse adaletten bahsedemez!
Sayın Cumhurbaşkanımıza
Sizi gördüğümüz günden beri destekledik, dua ettik, meydanlara çıktık. "One minute" demeniz, mazlumun yanın da olmanız, zalime karşı çıkışınız, Ülkedeki ekonomik hamlelerden çok daha önemliydi. Batının ve yerli muhaliflerin 'diktatör, tek adam' yakıştırmalarına hiç katılmadık.
15 Temmuzda Rabbimiz zafer verdi, iktidar verdi, mazlumun duasını kabul etti. Ama bu zaferi taçlandırıp; suçluyu cezalandırıp; aldatılanları FETÖ'nün kucağına bizzat devlet tarafı ndan itilenleri, işe girmek, okumak, belli yerlere gelmek için onların eteğinden tutanları kin, öfke ve nefretle cezalandırmak yerine, onları kucaklayıp kazanmak varken, içeri atarak, işinden ekmeğinden ederek, eşini çocuklarını aç bırakmak suretiyle hem ülkesine, hem iktidara, hem size düşman kitleler üretmekteki amaç nedir anlamakta zorlanıyorum. Bu stratejinin mantığı nedir?
İçeri attıklarınız Tayyipcimi olacak, FETÖ'den nefret mi edecek? "Biz bunları hak ettik" mi diyecek? Bunları kaç yıl içerde tutabilirsiniz? Sonrasında ne olacak? Yüzbinlerce insana hangi çıkış yolunu bırakıyorsunuz? "Bunları devlet mi besleyecek, gitsinler özel sektörde çalışsınlar!" diyorsunuz. Özel sektör bu ülkenin nesi oluyor? Bugüne kadar bu devlet kimleri beslemedi ki hala da beslemiyor mu? PKK'lısı DHKP-C'lisi, Komunisti, ateisti, vs devletin her kademesinde yok mu?
Birini suçüstünde yakalarsanız vereceğiniz cezaya razı olur ama bunlar FETÖ'nün yukarda ne haltlar karıştırdığını bilmeyen alttaki ibadet ehli. FETÖ'nün yukarıda kimlerle iş tuttuğunu bilmezler ve kendilerini Hz Yusuf gibi görüyorlar.
Tanıdıkları, bildikleri, yakınları akrabası içeri alınan insanlar, bunların terör örgütü üyesi olmadığına inanıyor ve sizin demenizle kimse terörist olmaz. Kaldı ki 28 şubat döneminde devletimiz bizi terörist olarak kabul etti; irtica ile mücadele bin yıl sürecekti. Ne oldu? R.T.Erdoğan Başkan oldu!
Zaten darbeciler devletin elinde; onlara ne ceza verilirse verilsin kimse itiraz edemez fakat Cemaati sevmiş, kurtuluşu orda görmüş insanlara, ölçüsüzce ceza verilirse benim gibi Erdoğan'ı sevenleri kaybedersin. Adalet kaygısı taşıyanları kaybedersin. Rabbimiz buna ne der?
Rabbimiz ne buyuruyor: ''Allah ın sizi affetmesini istemez misiniz, o halde sizde affedin''
Allahın Rasulü Mekke'yi fethettiğinde can düşmanı için; "Ebu Sufyan'ın evinde olanlar emniyettedir" demedi mi? Bu ince stratejiyi niçin biz uygulamıyoruz?
Bu kadar düşman ile bu ülkede nasıl beraberce yaşanacak? Bu akıl tutulması değil de nedir?
Haksız verilen bir ceza hepimizin vicdanını sızlatıyor, bu da sizin iktidarınızın altını oyuyor.
Rabbimiz size 2023 hedeflerini değil "adaletle hükmedip hükmetmediğinizi" soracak.
Sivil toplum kuruluşlarına;
Peki şu anda STKlar ne yapıyor? Olup bitene "rakibimizi dövüyorlar oh olsun" diye mi bakıyorlar yoksa "aman bize de bir şey bulaşmasın" diye korkudan kör numarası mı yapıyorlar?
Düşmanımıza bile haksızlık yapılsa alacağımız tavır belli değil mi? Tepkimizi dile getirmek sesimizi yükseltmemiz için, zulme uğrayanların Filistinli, Arakanlı, Doğu Türkistanlı, Suriyeli mi olması gerekiyor. Madem ki insanları kazanmak amacınız, zor zamanda verilecek destek unutulur mu?
Yıllardır Gülen Cemaati mensupları tabandaki insanlar zulümlere sessiz kaldılar, hatta onayladılar. Şimdi biz susarsak onlardan ne farkımız kalır? Şimdi kimin iyi vatandaş olduğunun ölçütü FETÖ ile mücadele oldu. Kim daha çok küfrediyor, kim daha çok eleştiriyor yarışması yapılıyor.
Şimdiki dindar STK'lar herkesten çok milliyetçi ve devletçi oldular. ''Ya sev ya terk et'' diyorlar. Demek ki bunların önceden "ADALET" diye bağırmaları Allah için değil, yandaşları içinmiş.
İslam anlatılırken hep geçmişten kıssalardan sahabe hayatından mı bahsedeceğiz bunların günümüzde hiçbir karşılığı olmayacak mı,bizi ilgilendiren bir boyutu yok mu.
Yanlışı kim yaparsa yapsın karşısında, hakkı ve doğruyu kim yaparsa yapsın yanında olmamız mümin olmamızın gereği değil mi? Sevdiğimiz bir iktidarın faydalı bir icraatını alkışlarken, yanlış bir icraatını eleştirmemiz Kur'ani bir öğreti değil midir?
Uğur 30 küsur yıllık bir Kur'an talebesidir. Ama şimdi çok az insanın onun derdiyle dertlendiğini gördüm. elden bir şey gelmiyor olabilir ama yakınlarının halini hatırını sormakta mı gelmez? Adliye koridorunda akrabaları dışında sadece bir arkadaşı vardı. Maalesef STK'lar sınıfta kaldı.
İslam yeryüzüne böyle mi hakim olacak?
Ne mutlu hakkın ve haklının yanında olanlara. Sizi Rabbime emanet ediyorum, sevgilerimle.