Uday’ın ardından

SÜLEYMAN CERAN

Filistin, bir mektep. Kurulduğundan beri nice yiğitler, nice düşünürler nice örnek insanlar yetişti oralarda. Zor zamanda konuşanlarla, zor zamanda harekete geçenlerle dolu bir coğrafya. Filistin halkı, yüz yılın gördüğü en kapsamlı kuşatmaya maruz kalmasına rağmen ağır bedeller ödemeye, bununla birlikte çözüm üretmeye, diri kalmaya ve uyuyanları uyandırmaya devam ediyor. Etkilenmemek, hayran kalmamak kabil değil.

Filistin halkı, her geçen gün artan kontrol noktaları, sayısız kamera, modern bir ordu, tepeden tırnağa silahlı sivil görünümlü işgalci yerleşimciler tarafından kuşatılmış durumda. Bir eylem yapıldığında, bir slogan yankılandığında, bir taş atıldığında yahut bir tweet çok ses çıkardığında o kişinin tespit edilememesi ve yakalanamaması neredeyse imkânsız. Hele bir de ucu ölümcül sonuçlanmış bir saldırıya karışmışsanız büyük ihtimalle öldürülürsünüz. Sadece öldürülmekle de kalmaz, cenazeniz yıllarca işgalcilere ait hastanenin bodrum katındaki bir morgda bekletilir, ailenize teslim edilmez; toprağa verilmeniz bile çok görülür. Aileniz demişken, böylesine bir saldırıya karıştığınız için onların evi derhal havaya uçurulmuş varsa çalışma izinleri çoktan iptal edilip açlığa mahkûm edilmişlerdir.  Şimdi ekranda izlediğiniz Filistin haberlerine tekrar bakın: O bıçaklı saldırıyı yapan, elinde tabanca ile işgalciye kurşun sıkan, otomatik tüfekle ateş kusan gençler, neleri göze alarak çıkmışlar sokaklara. İşgalci zırhlılarına molotof fırlatıp, taş yağmuruna tutan çocuklar, Aksa’yı bir an boş bırakmamaya çalışan murabıtalar neleri göze alarak, hangi bilinçle, hangi dünyalığı ellerinin tersiyle iterek hareket etmekteler bir kez daha değerlendirin.

Direnişin her biçiminin karşılık bulduğu Filistin’de 8 Ekim günü silahlı bir saldırı gerçekleşti. Kudüs’ün doğusunda bulunan Şuafat Mülteci Kampı girişindeki işgalciye ait kontrol noktasında birden duran araçtan hızla inen bir genç polislerin üzerine soğukkanlılıkla ateş açmış ve bir işgal polisi ölürken ikisi de ağır yaralanmıştı. O genç, olay yerinden kaçarak kayıplara karışmıştı. İşgalcilerin elindeki tek şey kameralarda görünen kişinin, kel bir genç oluşuydu. Tüm Şuafat Kampı’nda hatta Kudüs’te o “kel genç” aranıyordu. İşgalcilerin arama haberleri yayılınca birden Şuafat Kampı’nda ve neredeyse tüm Kudüs’te gençler berberlere akın edip saçlarını kazıtmaya başladı. Evlerde saçını kestirip sokağa çıkan gençler görünüyordu. Aynı gün sokaklara dağılan yüzlerce kel genç dikkat çekti. Filistinliler, arama yapan işgalcilerin işini zorlaştırmak, kardeşlerinin saklanma süresini uzatmak ve dikkat dağıtmak için saçlarını kazıtıyorlardı. Böylesine bir duyarlılık, keskin zekâ ve kolektif şuur Filistin dışında nerede görülebilirdi?

O kel gencin adı Uday et-Temimi idi. 22 yaşındaydı. O da tüm Filistinliler de biliyordu ki böylesine bir eylem gerçekleştirdikten sonra yakalanması kaçınılmazdı. Devasa sınırları olan, engebeli arazileri bulunan, tam kontrolü mümkün olmayan kocaman bir coğrafya değildi Filistin; avuç içi kadar yerdi. Öyle ya da böyle yakalanacak ve öldürülecekti. İşgalci israil, Uday’ı ele geçirmek için “toplu cezalandırma” adı altında tüm Şuafat Kampı’nı ablukaya aldı. 150 bin kişinin yaşadığı kampı sıktıkça sıkıyor, en basit insani ihtiyaçları karşılamak bile sıkıntıya dönüşüyordu. Sivil toplum kuruluşları, işgalcinin ablukasının insani facialara yol açabileceği uyarısı yapıyordu. Uday’ın ailesinin ve akrabalarının evleri basıldı; annesi ev hapsinde tutulurken başta kardeşi Kasım olmak üzere ailesinden gözaltı adı altında “rehin” alınanlar oldu. İşgalci kudurmuş bir hayvan gibi saldırıyor, halk ise püskürtmeye çalışıyordu. Kampın üstünden durmaksızın insansız hava araçları geziyordu. Çatışmalar, havai fişekle saldırılar, taş yağmurları, yakılan çöp konteynırları ve göğü siyaha boyayan, görüş açısını kapatan lastikler, gözaltılar ve sürüp giden gaz bombaları ile dolu 10 gün geçmişti. Bu süre zarfında işgalci Yahudi siviller, korkularından evlerinden çıkamadılar. Dışarda olan Uday’ın her an onları yakalayacağı korkusu yüz binlerce Yahudiyi yasadışı evlerine saklanmak zorunda bıraktı. Bir Filistinli nedeniyle tüm işgal topraklarında adeta sokağa çıkma yasağı uygulandı.

Uday’ın yerine koyalım kendimizi. Her yerde aranıyordu. Akrabaları rehin alınmıştı. Tüm Şuafat kuşatılmış, boğuldukça boğuluyordu insanlar. Her köşe başında çatışmalar, gözaltılar, işkenceler vardı. Bu işin geri dönüşü bulunmuyordu. Farklı bir B planı, geçilecek bir sınır, sahte pasaportla kaçma imkânı; hiçbiri mümkün değildi. Alınan bir kararın getireceği bedeli her Filistinli bilirdi. Uday 22 yaşında idi ama o da akranları gibi çoktan olgunlaşmıştı. Direniş büyütmüştü onu. Ortaya çıkmaktan, meydan okumaktan ve çatışa çatışa ölmekten başka çare yoktu. Şuafat saldırısının 11. günü akşamı (19 Ekim 2022) sahaya çıktı Uday. Kudüs’ün doğusundaki yasa dışı Yahudi yerleşim birimi olan Maale Adumim’de. Siyahlar içinde tek tabancaydı. Farkedilir farkedilmez yaşanan çatışmada yaşamının son saniyelerine kadar tabancasıyla işgalciye kurşun sıktı Uday. Defalarca vurulmasına rağmen direndi. Ağzından çıkan son nefese tabancasından çıkan son kurşun eşlik etti. Direne direne, vurula vurula, yaşından çok kurşuna hedef olarak şehit düştü.

Uday’ın şehadet haberleri eş zamanlı iki tepkiye neden oldu: İlkinde tüm Filistin’de minarelerden tekbir sesleri yükseldi. Uday’ın şehadeti ve direnişi övülürken gençler kitleler halinde sokağa çıktı. Temimi ailesinin yaşadığı mahalleye aktı insanlar. Her yerde gösteriler başladı. Sosyal medyada ise muhteşem Uday karikatürleri. Uday’ın annesi vakur halde tebrikleri kabul ediyor, tatlılar ikram ediliyordu. Diğer taraftan işgalci Yahudiler “Artık evimizden çıkabiliriz!” diye sevinç naraları atarak sokaklarda çılgınca dans ettiler. Bağıra çağıra sevinç naraları attılar. Korkularından başlarını inlerinden çıkaramayan işgalci siviller bir süreliğine derin nefes alabilirlerdi. Bir süreliğine diyoruz çünkü Filistin direnişi, işgalciye huzur vermemek üzerine kurgulanmıştı. Sürekli direniş, sürekli teyakkuz ve sürekli atak olmak, Filistin için rutinden başkası değildi. Hiçbir işgalciye deliksiz uyku yok; peşlerinden ayrılmayan o korku, o heyula, o kâbus bu mübarek beldeleri terk edinceye kadar yakalarını bırakmayacak.

İşgalci israil’in tüm güvenlik ağlarının bir örümcek ağından daha zayıf olduğunu ve gencecik bir Filistinlinin tek başına tüm işgalcilere kök söktürebileceğini cümle âleme bir kez daha gösterdi Uday et-Temimi. Kendisinin sosyal medya hesabından daha önce paylaştığı gibi: “Mühimmatın bitmesiyle silahların mertliği biter; kalbin mertliği kalp durmadıkça bitmez!” Uday’ın şehadeti tüm Filistinli grupları taziyede birleştirdi. Direniş, geçen aylarda İbrahim Nablusi gibi bir kahramandan sonra Uday et-Temimi’yi de kazandı. Gencecik, yakışıklı, gelecek vadeden Filistinliler; dünya nimetlerine doymadan, doğduğu coğrafyadan başkasını görmeden, çoğu Aksa’nın avlusunda yürüyüp Kıble Mescidi’nde safların arasına karışmadan, Kâbe’ye el süremeden cümlemizin utancı olan bu işgale karşı can veriyorlar. El-Halil’de, Şuafat’ta, Cenin’de, Gazze’nin her yerinde çocuklar Uday’ın şehadet anlarını oyunlarında canlandırmaya başladılar bile. Filistin direnişi, ilham kaynağı olacak kahramanlarını, öncülerini ve murabıtalarını bedelini ödeyerek çıkarmaya ve işgale karşı dik durmaya devam ediyor.