Ahmet Varol / Yeni Akit
Üçüncü yılında Afganistan İslam Emirliği
Afganistan’da 1978’de Davud Han’a karşı gerçekleştirilen ve Sovyetler Birliği’nin desteklediği komünist darbenin arkasından başlayan çatışmalar ve güvenlik sorunları 43 yıl sürdü. Bu süre içinde 2001 yılında da ABD işgali başladı.
ABD işgalinin başlamasından sonra çatışmalar ağırlıklı olarak, ABD işgal güçleri ve onların himaye ettiği işbirlikçi yönetime bağlı askeri güçlerle Taliban milisleri arasında vuku buldu. Bu süreç de yirmi yıl sürdü ve Afganistan’da istediği gibi bir siyasi hakimiyet sağlayamayacağını anlayan ABD en sonunda Taliban’la anlaşarak işgal güçlerini bu ülkeden çekmeyi kabul etti.
ABD işgal güçlerinin çekilmesinin ardından Kabil’de hakimiyeti ele geçiren Taliban, bu ülkede yeniden Afganistan İslam Emirliği’nin kuruluşunu ilan etti. Yeniden diyorum çünkü Taliban 1996’da da Kabil’i ele geçirince böyle bir yönetim ilan etmiş ama kurduğu hükümet, başkentte ve ülke genelinde siyasi egemenliği sürdüremeyince devre dışı olmuştu. 15 Ağustos 2021 de Afganistan İslam Emirliği’nin kuruluş tarihi olarak kabul ediliyor.
Bu olayın üzerinden üç yıl geçti. Uluslararası ve bölgesel güçler, özellikle de Afganistan’dan çıkmak zorunda bırakılan ABD, bu ülkede yeni yönetimin oturmasını ve siyasi bir istikrar oluşmasını engellemek için çeşitli fitne oyunlarına başvurdu. Bütün ihtimalleri değerlendirmeye çalıştılar. Bu arada ABD işgal güçlerinin çekilmesinin hemen ardından bazılarının yönetimi ele geçirme iddialarından dolayı Afganistan’ın yeni bir iç savaşa sürükleneceği yönünde yorumlar yapıldı. Bu yorumlar vakıayı okumaktan ziyade arzu ve beklentileri dile getirme niteliğindeydi.
Taliban’ın siyasi iktidarı ele geçirmesi aynı zamanda bu hareketin de yeni bir aşamaya girmesi sonucu doğurdu. Bu aşamadaki önceliği bir yandan ülkede siyasi otorite ve istikrarı sağlarken bir yandan da uluslararası alanda kendini kabul ettirmeye ve ilişkiler kurmaya çalışmaktı.
Afganistan İslam Emirliği’nin üç yıllık kısa geçmişini değerlendirirken, uluslararası güçlerin fitne politikalarının ve ülkenin yeni bir iç savaşa sürüklenmesinin önüne geçmesinin önemli bir başarı olduğunu vurgulamak gerekir. Bunda 43 yıl süren iç savaşın sebep olduğu yorgunluğun doğurduğu toplumsal psikolojinin de önemli rolü olduğunu söyleyebiliriz ki ben şahsen bu yöndeki tespitlerimi ve fitne politikalarının başarılı olamayacağı yönündeki kanaatlerimi bu konunun hararetli bir şekilde tartışıldığı dönemde de dile getirmiştim.
İkinci önemli husus ise Afganistan İslam Emirliği’nin, özelde İslam dünyasına genelde tüm dünyaya, ABD’ye ve küresel emperyalizme rağmen var olunabildiğini ispat etmesidir. Çünkü özellikle siyasi yorumcuların bakış açısına göre bu imkansızdır. Afganistan yönetimi bunun imkansız olmadığını ortaya koydu. Bundan İslam ülkelerindeki yönetimlerin ders çıkarması ve küresel emperyalizmin dayatmaları karşısında daha özgür bir siyasi duruş sergilemeleri mümkündür.
43 yıllık iç çatışmadan çıkmış bir ülkenin kısa sürede büyük ekonomik ataklar yapmasını beklemek hayalperestlik olur. Ama Afganistan’ın en azından siyasi istikrarı sağlama konusunda başarılı olabildiğini ekonomik alanda da ileriye dönük adımlar attığını söylemek mümkündür.
Taliban’ın Afganistan’da siyasi iktidarı ele geçirmesinden sonra yaşadığı en önemli sorun, uluslararası alanda resmen tanınma sorunu olmuştur. Bunda iki önemli etkenden söz etmek mümkündür. Birincisi küresel güçlerin hesaplarına uymayan bir çizgisinin ve bağımsız bir siyasi anlayış geliştirme çabasının olmasıdır. İkincisi ise İslami kimliğini öne çıkarması ve tercihlerinin bu yönde olmasıdır. Küresel güçlerin, ona mesafeli durmalarında “din temelli bir otorite” olmasını gerekçe olarak kullanmaları gerçekçi değildir. Çünkü dünyada din temelli başka siyasi yapılar ve dini otorite niteliği taşıyan devlet yönetimleri mevcuttur. Küresel güçler bunlarla herhangi bir sorun yaşamamaktadır. Küresel güçleri rahatsız eden siyasi bağımsızlığa önem veren İslami duyarlılıktır.