HAKSÖZ-HABER
Kürt ulusalcısı ve Stalinist yapısıyla anti-emperyalist mücadelenin bölgedeki temsilcisi olarak cilalanan PKK, Kobani meselesinde görüldüğü üzere açıkça ABD adına bölgede taşeron siyaseti yürütmeye soyunuyor. Bir taraftan Aysel Tuğluk örneğinde olduğu gibi HDP kanadı 'devletin geleceğini düşünen seküler güçleri' sahaya davet ediyor. Diğer taraftan Cemil Bayık örneğinde olduğu gibi PKK ise ABD'nin gözetimini dayatıyor.
Akşam gazetesindeki bugünkü yazısında Kurtuluş Tayiz PKK-HDP'nin Kobani provokasyonuyla birlikte girdiği yeni evrenin köşe taşlarını ve muhtemel sonuçlarını değerlendiriyor. Kurtuluş Tayiz'in bir taraftan seküler güçlere diğer taraftan ABD'ye yaslanan PKK-HDP cephesinin barış sürecine karşı giriştiği son hamleyi enine boyuna tartışan makalesini ilginize sunuyoruz:
'Üçüncü taraf'ın çözümü ne?
KURTULUŞ TAYİZ / AKŞAM
Çözüm sürecinin “milli” bir proje olduğu belirtildi hep; süreç, ilk günden beri bu özelliğiyle öne çıktı. Peki ya çözümün tarafları ne kadar “milli” dersiniz?
KCK, uluslararası bir heyetin, daha doğrusu ABD’nin “üçüncü taraf” olarak masada yer almasını isteyerek, sürecin bu en önemli özelliğinin yara almasına neden oldu.
KCK’nın “üçüncü taraf” talebi, kendi çözüm modelimizden uzaklaşmamız anlamına geliyor. Bu tehlikeye ilk olarak İmralı dikkat çekmişti. Öcalan, en son İmralı mesajında bakın nasıl bir uyarıda bulunmuş: “Bu toprakların insanları olarak kendi çözümümüzden ayrılmamak hepimizin tarihsel borcudur. Hakiki yurtseverlik de, gerçek bir demokrasi de ancak kendimiz gerçekleştirirsek onurlu ve kalıcıdır.”
KCK’nın “üçüncü taraf” dayatması doğrudan masadakileri hedef alıyor. Bu hamle, çözümün siyasi sorumluluğunu üstlenen hükümet ile aynı masada oturan Abdullah Öcalan’ın konumunu tartışmaya açmak anlamına gelir ki, bunun hayırlı sonuçlar doğurmayacağını hatırlatmaya hiç gerek yok.
“Üçüncü taraf”ın bir çözüm modeli mi var? Çözüme katkı mı sunacak? Bizim barışımızı mı sağlayacak? “Üçüncü taraf”ın çözümü barış değil, savaştır; “Üçüncü taraf” Türkiye için barış değil, çatışma ve kaos istiyor. Son iki yılda karşılaştığımız provokasyonlar da bunu açık bir şekilde gösteriyor.
Hükümet, ilk günden beri çözüm sürecini “milli” bir proje olarak ele aldı. Abdullah Öcalan’ın Newroz mektubunda, çözümün “misak-ı milli sınırlar” içinde olacağını vurgulaması, sürecin bu ortak yanını güçlendirdi. İşlerin bugüne kadar yolunda gitmesi, sürecin karşılaştığı zorlukları aşması, hükümetin, bu sorunu “milli” çerçevede çözebileceğine dair kanaatini de güçlendirdi.
Ancak çözüm sürecinin bu “milli” özelliğine ilişkin itirazlar ilk günden beri gündemde. Öcalan’ın muhatap olarak seçilmesi, sürecin onunla yürütülmesi başlıca rahatsızlık nedeniydi. Bu rahatsızlık, paralel yapıya bağlı liberal kalemler tarafından her fırsatta gündeme taşınsa da ilk olarak KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık tarafından, BBC’ye verilen bir demeçte açıkça dile getirildi. Bayık, BBC’ye “çözüm sürecinin tıkandığını ve masada ‘üçüncü taraf’ görmek istediklerini” açıkladı. ABD ve İngilizler’in gözetiminde gelişen Oslo sürecinden sonuç alamayan hükümet, “üçüncü taraf” talebine baştan beri sıcak bakmıyor. Abdullah Öcalan ise, sürecin karşılaştığı tüm zorlukların, provokasyonların arkasında bu “üçüncü tarafı” gördüğü için, tümden retçi bir tutum geliştirmedi; süreç üzerindeki baskıyı azaltmak amacıyla “üçüncü taraf” yerine “gözlemci heyet” önerdi. Hem hükümet hem İmralı, uzun süredir bu “üçüncü taraf’ın çözüm süreci üzerinde kurduğu baskıyı hissediyordu. Bunu değişik manevralarla aşmaya çalışsalar da -Kobani olaylarında görüldüğü gibi- bu baskıdan bir türlü kurtulamadılar. “Üçüncü taraf”, çözüm sürecinin hep ensesinde oldu. Her provokasyonda “üçüncü taraf”ın görünüp kaybolan yüzünü gördük. Çözüm sürecini finale taşıyacak yol haritası üzerinde mutabakata varılması üzerine “üçüncü taraf”, bu kez sahneye “Kobani”yi sürdü. Kandil ve HDP, Kobani’yi hükümete karşı gerilim aracı olarak kullandı; Kobani olayları, çözüm sürecine karşı bir dayatma şeklinde gelişti.
“Kobani”nin arkasında peki kim var? Kandil ve HDP mi? Kobani’nin arkasında olduğunu zaten PYD’ye silah yardımı yaparak açıkça ilan etti. ABD’nin hamiliğine soyunduğu Kobani meselesi, bugün çözüm sürecinin de sonunu getirmek üzere. Kandil’in ABD’yi “üçüncü taraf” olarak masada görmek istemesinin, bu yakın ilişkiyle bağlantılı olduğu artık net olarak görülüyor. Kandil ve HDP’nin çözüm sürecini bu kadar yokuşa sürmelerinin, Salih Müslim’in Türkiye’ye bu kadar düşmanca tutum almasının sebebi de yine bu ilişki; Kandil, PYD ve HDP, arkalarındaki bu güce dayanarak çözüm sürecini bu kadar kolay gözden çıkarabiliyor.
Kandil, HDP ve paralel yapıya bağlı liberaller, neredeyse iki yıldır sistemli bir şekilde hükümetin çözüm sürecinde hiçbir adım atmadığını savunuyor. Oysa Kobani üzerinden çözüm sürecine vurulmaya çılışılan bu son darbe, hükümetin, çözüm sürecini ilerletme kararlılığında olduğunu göstermesi ve çözüm sürecinin yol haritasını resmi gazetede yayınlatacak kadar radikal bir adım atması üzerine gelişti. “Bu toprakların çözümünün” yakalanmasına ramak kala, Kobani provokasyonu patladı. Kobani provokasyonu, “üçüncü taraf”ın çözüm sürecine karşı geliştirdiği kanlı bir hamledir; Kandil ve HDP burada “üçüncü taraf”ın taşeronu olarak rol aldı. Son gelişmelere bakıldığında uluslararası güçlerin, Kandil’i “bölgesel aktör” olduğuna inandırdığı görülüyor. PKK’nın kendisini ‘önemli’ hissetmesini sağlayarak, yeniden silaha sarılacak özgüven aşıladılar. PKK’yı barışa değil, savaşa teşvik ediyorlar. Örgütü şimdi Türkiye’ye karşı daha büyük bir savaşa hazırlıyorlar. Bu gidişat değişmez ve Öcalan da etkisiz kalırsa, çözüm süreci ya “milli” karakterini kaybedecek ya da süreç -bir süreliğine de olsa- bozulacak. Her iki durumda da “bu toprakların insanlarının yaratabileceği çözüm fırsatını” ıskalamış olacağız. Ama bunun baş sorumlusunun “üçüncü taraf”ın güdümüne giren Kandil ve HDP olduğunu bilerek.