Ahmet Varol / Yeni Akit
UCM’nin kararı hukuki midir siyasi mi?
Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Kerim Han, İsrail işgal rejimi başbakanı Benyamin Netanyahu ve işgal rejiminin sözde “Savunma” Bakanı Yoav Gallant ile, İslami Direniş Hareketi’nin Gazze Şeridi’ndeki lideri Yahya Sinvar, hareketin askeri kanadı durumundaki İzzettin Kassam Tugayları’nın lideri Muhammed Dayf ve hareketin Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye hakkında “soykırım” ve “insanlığa karşı suç işleme” gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılması talebinde bulunduğunu duyurdu.
Karar her ne kadar siyonist katillerin ele başlarından bazılarını kapsıyor olmasından dolayı ilk bakışta sıcak ve olumlu geliyor olsa da hukukun mantığına tamamen terstir. Dolayısıyla birtakım siyasi sebeplere binaen çıkarılmış karardır.
Bir soykırım suçu ve insanlığa karşı suç işlendiği açıktır. Zaten bu konuda Uluslararası Adalet Divanı’nda açılmış olan dava da devam ediyor. Ancak Uluslararası Adalet Divanı’nın bu konuda izlediği tavrın da hukuk mantığına uygun olduğu söylenemez.
Soykırım suçunun işlenmesi bu suçtan dolayı mağdur edilenlerin ve haksızlığa uğrayanların değil suçu işleyenlerin sorgulanmasını, yargılanmasını ve mahkum edilmesini gerektirir. Çünkü soykırım sokak kavgası, ticari anlaşmazlık gibi iki tarafın birden kusurlu olabileceği türden bir suç değildir. Soykırım, suikast, tecavüz, gasp vs. türünden suçların bir faili bir de mağduru olur.
Soykırım bir ferde karşı değil bir topluluğa, halka karşı işlenen suçtur. Böyle bir suçtan etkilenenlerin ve mağdur edilenlerin kendilerini savunmaları ve haksızlığın önüne geçmek için direnmeleri meşru bir haktır, suç değildir. Suç soykırım fiilini işleyenin yaptığıdır.
Suçlu ile mağduru, haksızlık edenle haksızlığa uğrayanı aynı kefeye koymak hukukun mantığına tamamen terstir. Böyle bir şey bir hukukçunun içine düşebileceği en büyük çelişki ve tutarsızlıktır.
UCM de soykırım yapan dolayısıyla insanlığa karşı suç işleyen siyonist katillerin başını çekenlerle onların bu suçlarından dolayı mağdur edilen halkın haklarını arayanları, kendilerini ve halklarını savunanları aynı kefeye koymuştur.
Siyonistler Filistin’de iki yönden suçludur. Birinci olarak işgalcidirler. Filistinlilerin topraklarını zorla, tamamen haksız bir şekilde ve güç kullanarak gasp etmişlerdir. Aynı zamanda özel mülklerine tamamen hukuksuz bir şekilde el koymuşlardır. İkinci olarak da onları haklarından vazgeçmeye zorlamak amacıyla soykırım uygulamaktadırlar.
Filistin halkını temsil eden direnişin mücadelesi ise iki yönden haklıdır. Birinci olarak işgal edilmiş topraklarını işgalden kurtarmak için mücadele ediyorlar. 7 Ekim’de siyonist işgale karşı gerçekleştirilen Aksa Tufanı harekatı işgale karşı gerçekleştirilen haklı ve meşru bir harekattı.
İkinci olarak da siyonistlerin soykırım saldırılarına karşı kendilerini savundukları için haklı ve meşru bir mücadele vermektedirler. Siyonistlerin 7 Ekim sonrası başlattıkları soykırım saldırılarına karşı sürdürdükleri mücadele de bu türdendir. Dolayısıyla meşru ve haklıdır.
Bu itibarla Filistin direnişini, onun askeri ve siyasi kanadını soykırım suçuyla ya da insanlığa karşı işlenen suçla irtibatlandırmak tamamen mantık dışıdır. Ama UCM Başsavcısı soykırım suçunda suçu işleyenle bu suçtan dolayı mağdur edileni aynı yere koymuştur.
Bunun sebebi ise bugün “uluslararası hukuk”u icra etmekle mükellef oldukları zannedilen kurumların gerçekte hukuk kurallarına ve ilkelerine göre değil kendilerine yönelik siyasi telkinlere ve yönlendirmelere göre hareket etmeleridir.
Bu, dikta rejimlerinde karşımıza çıkan bir durumdur. Dikta rejimlerinde yöneticiler, siyasi tutum ve uygulamalarına yasal bir meşruiyet kazandırmak için yargı kurumlarını kullanırlar. Ne yazık ki bugün dünya genelinde hüküm süren küresel sistem de bir tür küresel dikta rejimi niteliğindedir. O yüzden uluslararası yargı kurumları da küresel diktaya hizmet ettiğinden hukuk kurallarına göre değil küresel sisteme hükmedenlerin telkinlerine göre hareket etmektedirler.