Meclis Adalet Komisyonu’nda Hükümet tarafından HSYK hakkında gündeme getirilen kanun teklifi görüşülürken yaşanan gerilimin kavgaya dönüşmesi çok da şaşırtıcı değil. Çünkü asıl sıkıntı gerilim ve kavga çıkarmakla ilgili olmaktan ziyade gerilim ve kavganın faturasını Hükümete yazmaya başlamakla alakalı.
Bakalım Meclis’in terbiye ve denge sorunu yaşayan vekillerinden biri olan Zeyid Aslan’ın ‘uçan tekme’si AK Parti Hükümetini kamuoyu nezdinde gerilim ve kavganın birinci ve biricik müsebbibi ilan etmeye kifayet edecek mi? Çünkü Zeyid Aslan epeyce zamandır karakteri ve sicili itibariyle üzerinden psikolojik operasyonlar geliştirmeye son derece müsait bir görüntü arz ediyor. Maalesef Komisyon’da ortaya çıkan manzaranın zihinlere ‘uçan tekme’ sembolü üzerinden kazınmasında da en büyük pay sahibi olup Eminağaoğlu’nu yedeğine alıp baskına kalkışan CHP’nin suçlarını örtmekteki en kritik müttefikidir.
Sivil Yargı mı Dediniz?
Eğer doğruysa Yargıçlar Sendikası Başkanı Ö. Faruk Eminağaoğlu hayatındaki ilk dayağı, tekme ve tokadı Meclis’te yemiş ve demiş ki; “Ben burada yargının sivil örgütü adına bulunurken tekme yiyorsam konuşturulmadan yasa çıkartılmak isteniyorsa demek ki, yasa çıkınca bütün yargıç savcılar nasıl tekme tokat altında kalacaklar. Yargı nasıl linç edilecek. Bana atılan tekme yargıya atılan tekmedir.”
Yarsav ve Yarsen denince, Sabih Kanadoğlu ve Ö. Faruk Eminağaoğlu denince hiç tartışmasız akla en son gelecek şey hukuktur, sivilliktir, adalettir, toplumdur. Çünkü bu isimler de Metin Feyzioğlu, Ümit Kocasakal, Süheyl Batum gibi 367 krizinde, Ergenekon ve Balyoz’un aklanma girişimlerinde olduğu kadar meşru seçimlerle iktidara gelen AK Parti Hükümetini meşru olmayan yollarla devirme, tasfiye etme girişimlerinde sahne almışlardır hep.
Bunun için olsa gerek siyaset ve toplumu resmi ideoloji ve egemen sınıflar adına terbiye etmeye memur edilmiş yargı bürokrasisinin Meclis’e baskına gitmesinde bir acayiplik görülmüyor. Fakat ‘uçan tekme’ söylemi ve resmiyle tam bir aldatmaca kurgulanıyor ve “hak, hukuk, adalet, sivil toplum Meclis Adalet Komisyonu’nda AKP’liler tarafından linç ediliyor” yaygarası koparılıyor.
Resmi İdeolojinin hukukçu maskesi giymiş ve askeri cuntaların kirli karanlık iş ve ilişki ağlarını temize çıkarmakla maruf Eminağaoğlu’nun Meclis Adalet Komisyonunda ne işi var? Üstelik bir de kürsüden konuşma yapmak gibi kışkırtıcı tavırla da inat etmek de neyin nesi olur? F. Gülen yargıdaki kadroları marifetiyle Hükümete karşı gerçekleştirilen operasyonlarla birlikte ortaya çıkan manzara anlaşılan Ergenekon-Balyoz cephesine fazlasıyla cesaret aşılamış demek ki.
Bir Musibet Lazımdı?
7 Şubat Krizinin Hükümete anlatamadığını 17 Aralık Operasyonları iyice anlattı, hatta belletti. HSYK’nın 12 Eylül Referandumu ile Kemalist vesayetten kurtarılması bir aşamaydı elbette. Lakin bir başka vesayete teslim edilmemesi gerektiği konusunda F. Gülen Cemaati kadrolarının sergilediği performans bin nasihatten daha evla oldu.
Bu durumda şantaj-tehdit sarmalıyla kuşatılmak, AB ve ABD nezdinde hem El Kaideci hem de İrancı diye yaftalanıp itibarsızlaştırılmak, liberal ve Kemalist-Ulusolcu cepheyle cemaatin açık veya örtülü ittifaklarla krizler çıkarıp derinleştirmek gibi potansiyellerine karşı fazla bir seçenek yok. Bu çirkin kuşatmaya, siyaset ve toplumu rehin tutmaya girişen vesayet girişimlerine karşı rest çekmek, köklü ve kapsamlı bir mücadeleye girerek tehdit odağını tasfiye etmekten başka çıkar yol gözükmüyor.
‘Hukukun tecellisi’ adı altında ülkede ekonomik ve siyasi kriz çıkartmaya endekslenmiş bir teşebbüsten kimin şüphesi var? Hem küresel sermaye sınıfının hem de TÜSİAD’ın çıkarlarına ayarlı bir dizi ‘yolsuzluk’ dosyasıyla F. Gülen Cemaati’nin ‘hizmet’ mantalitesi ayan beyan ortada değil mi? “Hizmet cemaati” söylemlerinin çalışılmış ve marka değeri yükseltilmiş psikolojik harp söylemleri olduğunu 17 Aralık’tan itibaren iyiden iyiye çirkinleşen ilişki biçimleri ispat etmemişse daha alınacak çok yol var demektir.
Önümüzde Türkiye toplumunun üzerine bir karabasan gibi çökmeye teşebbüs eden, Ergenekon-Balyoz cuntasının kimi yöntemlerini içselleştirerek yargı ve istihbarat darbesiyle statükoyu güçlendirmeye yeltenen kadroları teşhis ve teşhir etmek gibi öncelikli bir görev var. Çünkü AB, ABD ve İsrail’in Türkiye üzerindeki yaptırım gücünü artıranların, küresel ve Kemalist sermaye sınıflarına ön açanların, (dilleri bizden yanaymış gibi gözüktüğü için) kalplerinin ve kılıçlarının zalimler adına çalıştığını idrak edemeyenlerin oranı hiç de az değil.