TV'deki dizginlenemez İslami STK düşmanlığı!

Ali Osman Aydın haber spikerleri ve yorumcularının sahadaki İslami STK'ları görmezden geldiklerine dikkat çekiyor.

Ali Osman Aydın / Yeni Akit

Sunucuların siyasi şovu ve dizginlenemez STK düşmanlığı

Haber bültenlerinin birer sunucu ve muhabir şovuna dönüşmesi fena halde can sıkıcı hale geldi.

Haber bültenleri (hele de böyle deprem süreçlerinde) toplumun önemli bir kısmının takip ettiği en önemli mecra hala. İnsanlar bilgi almak istiyorlar, bu doğru. Ama sadece olanı öğrenmek istiyorlar.

Fakat sunucu ve muhabirler bu talebi sabote ederek işi siyasi şova, “parlama” fırsatına, siyasi hınçlarını alma girişimine çevirmeye çalışıyorlar.

Mesela geçenlerde Habertürk’ten Mehmet Akif Ersoy, deprem bölgesinden yaptığı yayında şöyle söylemişti. "Çok yerden duydum, diyorlar ki: 'Biz kazıyoruz, kazıyoruz tam çocuğa ulaşacağız pat başka bir ekip gelip sizin işiniz bitti, çekilin biz çıkaracağız.' deyip kameraları çağırıyorlar."

Habercilikte “duydum” diye bir kaynak olamaz. Mahalle hamamı değil burası, dedikodu programı yapmıyorsunuz!

Akif’in söylediği söz ile birkaç saat için de sosyal medyada etiket açılarak AFAD’a yığınla küfredildi! İnsanlar AFAD’ı gösteri peşinde bir kurum gibi algılayıp köpürdüler.

Hem de AFAD çalışanları sahada en canhıraş mücadeleyi veriyorken.

Tabii az sonra bunun, enkaz altındakilerin hayati durumlarını güvence altına almak için yapılan son derece normal bir uygulama olduğu anlaşıldı.

Peki Akif ne yaptı? Hatasını düzeltmek adına, mealen, “yanlış biliyormuşum” gibi bir ifade kullanarak işine devam etti.

Görüyor musunuz, ne kadar basit! Koca kurumu boks torbasına çevir, sonra “pardon” diyerek devam et!

Bu arkadaşlar, nutuk çekerken en sık atıf yaptıkları kavramlardan biri “adalettir”. “Duyduklarından” yola çıkarak habercilik etiğiyle bağdaşmayan haber yaparlar ama koca kurumları iş bilmezlikle suçlarlar.

Benzer bir şeyi depremin en başından beri Fatih Altaylı ve Cüneyt Özdemir gibi isimler de yapıyorlar. Önce bir dedikoduyu, hatta iftirayı dillendirip insanları yanlış yönlendiriyorlar, sonra “aslında olay farklıymış” mahiyetinde bir şeyler söyleyip yollarına devam ediyorlar. Çünkü Türkiye’de gazetecilik ahlakından geriye kalan aşağı yukarı bu!

Stüdyoda da farklı şeyler yaşanmıyor doğrusu!

Kentsel dönüşüm nedir, nasıl yapılır, hangi bileşenlerden oluşur, ne kadar zaman ve finans gerektirir, devletin bütün binaları yıkıp depreme dayanıklısını yapması gibi çocukça fantezilerin aslı astarı var mıdır diye düşünmeden; bir siyasi parti başkanı gibi nutuk atıyor Ece Üner, Selçuk Tepeli ve benzeri haber şovmenleri.

Nasıl olsa bir sorumlulukları yok.

Onların çarpıtmalı haberlerinden, paylaşımlarından, ajitasyonlarından çalışmalar aksamış, kurumlar lekelenmiş, insanların şevkleri kırılmış, kimin umurunda?

Depremin ayyuka çıkardığı sorunlardan biri de işte bu ilkel gazetecilik ve televizyonculuk düzeni. Zaten içler acısı olan deprem görüntülerinin üzerine bir de acılı fon müzikleri koyarak duygu patlaması yaratanlar; objektiflikten, böyle günlerde duygulara hakim olunması gerektiğinden bahsediyorlar utanmadan.

Medyada köklü bir dönüşüm yaşanmadıkça, bu primitif dil değişmedikçe, neyi hangi kalitede yaparsanız yapın; günün sonunda elinde mikrofonu, karşısında kamerası olan sorumsuz ve hududunu bilmeyen budalalar tarafından alaya alınma ihtimaliniz çok yüksek. Bugün olduğu gibi.

Haberi, olduğu gibi öğrenmek izleyicinin hakkı. Bu hakkı yorumlarınızla iğfal edemezsiniz.

Sahada Kim Var Kim Yok?

Geçen Cuma için yayınlamayı düşünmüştüm bu yazıyı. Henüz STK’lar üzerinden bir tartışma açılmamış, Murat Yetkin gibiler, “nerde bu İslamcılar” diye çemkirmeye başlamamışlardı. Acının çok taze olduğu bir zamanda yayınlanmak içime sinmedi yazıyı. Fakat şimdi madem STK’lar tartışılıyor, o halde bizde bir haftalık gecikmeyle bu konudaki düşüncemizi paylaşalım.

****

Kurtarma ekipleri, aşevleriyle, nakliye araçlarıyla, yardım malzemeleriyle, güler yüzleriyle depremzedelere hizmet veriyorlar depremin başından beri.

Özellikle dindarların kurdukları STK’lara, cemaatlere ait yüzlerce vakıf, yurt binası ve kuran kursu var deprem bölgesinde. Hani fanatik sekülerlerin her fırsatta yerden yere vurdukları, “orta çağ karanlığı” diye tasvir ettikleri, “hepsini kapatacağız” dedikleri yerler!

STK’lar bu mekanları depremzedelerin kullanımına açtılar. Buralarda yüzbinlerce insan güvenli bir şekilde konaklıyor şimdi. Aynı STK’lar yüz binlerce kişilik yemek dağıtıyorlar.

Özellikle şeytanlaştırılan Menzil cemaati kendilerine ait, içinde bin civarı dairenin bulunduğu Buhara evlerini depremzedelerin kullanımına açmış, diğer rutin yardımlarının yanında.

İHH, Sadakataşı, Özgür-Der, Beşir Derneği, İDDEF’, Yardımeli, AGD, Can Suyu, Hüdayi Vakfı, kapatmak için bin dereden su getirdikleri Deniz Feneri ve laik okların ilk hedeflerinden İsmailağa Derneği gibi onlarca yüz akı STK’nın da benzer şekilde çok önemli çalışmaları mecvut.

Müslümanların kurduğu onlarca STK dünya çapındaki afetlerde, savaş bölgelerinde deneyim kazanmış ekipleri barındırıyorlar bünyelerinde. Organizasyon konusunda çok hızlı, ve tecrübeliler.

Sözünü ettiğimiz STK’lar üst düzey eğitim ve uzmanlıklara sahip arama kurtarma ekipleriyle de ön plana çıkıyorlar. Mesela bunlardan biri olan İHH’nın ekipleri yangında, göçükte, sualtında nasıl hizmet verebileceklerine dair dünya standartlarında bir eğitime sahipler.

Bunları neden söylüyorum?

Çünkü şu hengamede bile bu STK’ların afet bölgesindeki tartışmasız faydalarını görmezden gelen, bu oluşumları aşağılama saplantısından kurtulamamış, fanatik sekülerler var.

Yapılan işleri takdir etmek yerine, “biz bu kurumlara düşmanlık yaparken yanılmışız” diyeceklerine, STK’ları düşmanlaştırmaya son hızla devam ediyorlar.

Tabloya bakınca çok açık görünen bir şey var. Dindarlar sivil toplum mekanizmalarıyla sadece Türkiye’de değil, dünyanın her tarafında insanların hayatlarına dokunmak gibi son derece önemli işlerde büyük tecrübe kazanmışlar. Bu tecrübeyi sahada gösterdikleri profesyonellikte görüyoruz.

Buna karşın çok konuşan, dini referanslı STK’ları öcü gibi gören seküler kesimler bu meşakkatli sahalarda (gözlemlediğim kadarıyla) yok denecek kadar azlar. Büyük ölçüde işin magazin ve dedikodu tarafındalar.

Bugün bölgede aktif olarak çalıştığını bizzat gördüğümüz elliden fazla dini referanslı yardım kuruluşuna karşılık acaba kaç tane seküler yardım kuruluşu vardır merak ediyorum?

Tamam ofislerde çalışılıyor ama sahada, bizzat kan, çamur ve enkazın içinde kaç kuruluş var?

Yoklarsa, neden yoklar; bu noktanın iyi anlaşılması lazım! Türkiye’de sınıfların nereye evrildiği, hangisinin enerjisini yitirdiği, hangisinin dinamizmini artırdığı; ya da kimin halkla bağının olduğu, kimin olmadığı buradan pekala anlaşılabilir.

Yorum Analiz Haberleri

Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?