TV dizilerinin usandıran hoca-evliya anlatısı!

TV dizilerinde hoca tiplemesi bitmek bilmeyen bayık bir şarkıyı tekrar tekrar dinlemek kadar sıkıcı!

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

TV dizilerinin usandıran hoca-evliya anlatısı!

Cari hükümet yerli-milli kuşaklar yetiştirmek adına TV dizilerini bir ‘eğitim’ aracı olarak kullanıyor. Diriliş Ertuğrul’dan Kuruluş Osman’a oradan Uyanış Selçuklu’ya hatta Payitaht Abdülhamit’e kadar diziler eliyle inşa edilen bir tarih-toplum kurgusu var.

Sonda söyleyeceğimizi başta söylemek gerekirse bu dizilerdeki söylemler sanki MHP seçim otobüsünden fırlamışa benziyor. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe!”, “gök girsin kızıl çıksın” sloganlarını(!) (ikincisinin ne demek olduğu bile meçhul)  Selçuklu Sultanının ağzından duymak mümkün. Böyle olunca bu dizilerin tarih ile olan bağlantısı da oldukça problemli bir zeminde ilerlemiş oluyor.

Büyük milli kültürel mirasımızı’ ayakta tutmak için yapılan bu işler hedef kitlesinin dünya perspektifini daraltarak kullanışlı paydaşlar haline getirmeyi amaçlıyor. İşin özünde sinema-film denilen şey bir manipüle aracıdır. Artık bu araç muhafazakâr-milliyetçi teamüllerle hareket eden hükümet için ‘yerliciliğin inşa edici kurumları’na dönüşmüş durumda.

İslam dünya görüşüne uygun olduğu düşüncesiyle oluşturulan yapımlarda intikam yeminleri ediliyor. Düşmanı öldürmek için ant içen karakterler kılıçları havaya kaldırıp örfe, bayrağa, Kur’an’a yeminler ediyorlar. Başta TRT’de izleyici ile buluşan bu tarz yapımlar yarının nesillerini inşa edecek kültür atmosferini oluşturuyor.

Melekût âleminin hocaları

TRT dizilerinin hoca tasvirleri aslında Kurtlar Vadisi’nin ‘Ömer Baba’ karakterinden hallice. Bilindiği üzere Ömer Baba devletine bağlı, tasavvuf ehli, dakikada üç tane menkıbe anlatma yeteneğine sahip bir karakterdi. Kendisine tokat atana diğer yanağını dönecek kadar yüce gönüllü olan Ömer Baba, Türkiye TV’lerinde dindar hoca-evliya tipinin en bilinen örneğiydi. Ardından onun kopyaları türedi.

Cumhuriyetin ilanı ile beraber tek parti yönetiminin tek yönetmeni konumunda olan Muhsin Ertuğrul’un yaptığı filmlerde Müslümanlıkla ve dinle ilişkili hep olumsuz durumlar ve tipler oluşturuluyordu. Muhsin Ertuğrul’un kadrajında hep üçkâğıtçı, hesapçı, hain, ahlak yoksunu dindar insan tiplemeleri Ertuğrul sonrasındaki yönetmenler açısından da büyük oranda benimsenmiş ve bu tarz Türkiye’de sinemaya etkin olmuştur denilebilir.  Bu durumun kırılmaya başladığı dönem ancak 1960’lı yıllarda yapılan çok kötü, içerikten yoksun menkıbe filmlerine denk geliyor. Günümüzde ise mukaddesatçı tahayyül bu gidişatı Ömer Baba ile yeniden tasarlayarak az evvel zikredilen şekle dönüştürdü.

Diriliş Ertuğrul’un İbni Arabi karakteri bu açıdan oldukça acıklı bir duruma işaret ediyor. İbn Arabi ile Ertuğrul Gazi’nin nasıl ilişkisi olabildiğine (birisi 1240’ta birisi 1280’de vefat etmiş)  değinip işi iyice zora sokmak istemiyoruz ancak tarihi kurgulamak adına bu kadar çarptırıcı müdahalede bulunmak çok fazla eleştirilen Hollywood filmlerinde bile artık yapılmıyor. Onlar dahi tarihi gerçekliğe daha yakın işler yapmaya gayret gösteriyorlar.

İbni Arabi’nin zihinlerdeki çağrışımı, tasavvuf geleneği içindeki yeri düşünüldüğünde bu tarz yapımlar için bolca imkan sunuyor. Ancak Arabi’nin Zahiriliğe yakın bir isim olduğu da unutulmamalı. İbn Hazm’a olan hayranlığını açık açık söyleyen İbn Arabi, fıhki meselelerde en sert ehli hadisten dahi daha aşırı bir rey karşıtıdır. Tabiri caizse metnin tartışılmazlığını vurgulayan çizginin en uç isimlerinden birisi olan İbni Arabi’nin ‘sevelim, sevilelim’ muhabbetleriyle doğrudan ilişkilendirilmesi çok mümkün gözükmüyor. Bu yanlış algıda günümüz mutasavvıf çevrelerinin de etkisi olabilir. İbni Arabi’nin asıl yönelimi ise herkesin malumu Batıni ilimlere dönük yüzüdür. Bu hususta dizide sanki aynı şekilde göz ardı ediliyor. Netice olarak Diriliş Ertuğrul kendi İbni Arabi’sini inşa etmiş. Ancak bunların hepsi TV içeriğine dahil edildiği vakit önemini yitirir. İbni Arabi devletin varlığı için canhıraş mücadele eden bir evliyaya dönüşür…

Uyanış Selçuklu’daki Yusuf Hemedani karakteri de aynı çarpıtmanın izlerini taşımaktadır. Tarihten öğrendiğimize göre Yusuf Hemedani mutasavvıf bir insandır. Aynı şekilde mutasavvıflara yönelik eleştirileri ile de tanınan Hemedani aşırı olarak gördüğü hususları açıktan hedef almıştır. Ancak dizideki sunum oldukça süfli, ‘ya leyli ya meccani’ havasında, sanki bu dünyada değilmiş de öteki alemdenmiş gibi. Her vakit teenniyi hatırlatan bu bayık evliya havasından usandık artık! Bize tarihin çarpıtılmış ve yorumlanıp kapsül hale getirilmiş ideolojik sunumları gerekmiyor. Aksine bunlar toplumu çarpık anlayışlara mahkûm ediyor.

Ahmed Gazali’yi (İmam Gazali’nin kardeşi) eserlerinde ölçüsüz olduğunu düşündüğü, abartılı keramet yorumları sebebiyle tenkid eden Hemedani, Hallac-ı Mansur’u da aynı ölçüsüzlükten dolayı kınamış ve hikmetsizlikle itham etmiş bir isimdir. “Eğer Hallâc mârifeti hakkıyla bilseydi ‘enelhak’ yerine ‘ene’t-türâb’ (ben topraktanım) derdi” sözü meşhurdur. Yani tarihi anlatıdan anladığımız kadarıyla muarızlarıyla mücadele eden, sözünü söylemekten sakınmayan bir Yusuf Hemedani portresi ile karşı karşıyayız. Dizideki anlatısı ise birilerinin rüyalarını girip onlarca kişiye sesli zikir çektiren doğaüstü bir evliya anlatısıdır.

Burada aslında sert bir ayrım da söz konusu: Din ve devlet ayrımı. Dini olanla ilişkili gösterilenler bir şekilde devlet işleriyle sınırlı ilişki içindeler. Bolca yer alan savaş sahnelerinde yer almıyorlar. Danışma kurulu olarak işlev gören bu isimler aslında biraz ‘süs çiçeği’ havasında ortama manevi hava katıyorlar. Bu açıdan bakıldığında bu yapımların özünde Batı’ya karşıt gözükürken hep onu yakalamak derdinde oldukları görülüyor. Din ile dünya işini bu kadar keskin bir şekilde ayırmak başka nasıl izah edilebilir. Çekim teknikleri, kostümler vs.nin zaten olduğu gibi ortaçağ anlatısına sahip dizi ve filmlerden alındığını belirtmeye gerek bile yok. Bu kadar yapmacıklık ve çarpıklık söz konusu olunca zikredilen din adamı karakterleri söze girer girmez başlayan ney sesi artık kulakları tırmalıyor! Çok hikmetli sözlermiş gibi gösterilen ve oluşturulan mizansen gereği öyle algılanan sözlerin ise çoğu zaman bir derinliğe sahip olduğu da söylenemez. İşin özünde anlatmak istediğini uzun yoldan aktarıyor. Bazense ‘üst katımız, yukarıdadır’ felsefi derinliğinde(!) yüzüyor bu uzun konuşmalar… Ama neyse, biz bunları boş verelim! Biz sevelim sevilelim. Evliyalarımız ve gerçekten soyutlanmış tarih kurgumuz ile huzurlu bir şekilde yatağımıza girip derin uykumuza yatalım. Ne demiş Hazreti Mevlana ‘gel ne olursan…’

Yarın TV dizilerinde devlet düşüncesi üzerine devam edeceğiz…

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!