Ersin Çelik / Yeni Şafak
Beyzbol sopalı ve süveterli o adam…
Sahne şöyle: Elinde beyzbol sopası olan adam bir kadını öldüresiye dövüyor. Diz kapaklarının altına vurdukça, kemik sesleri geliyor. Kadın feryat ettikçe de vuruyor.
Adam öfkeden deliye dönmüş. Bir süre sonra duruyor. Sopa elinde hala ve bağırmaya başlıyor: “Bu evden çıkmayacaksın!Yok öyle yeni bir hayat falan. Benim sana sunduğum hayatı yaşayacaksın.”
Kadın perişan. İki büklüm. Acılar içinde kıvranırken, adam odadan çıkıyor. Zengin semtlerdeki rezidanslardan biri burası. Adam, beyzbol sopasını kanepenin üzerine atıyor, pencereye yanaşıyor ve şehrin manzarasını izlerken birine mesaj yazıyor:
“Yukarı gel hemen!”
Adam soğukkanlı. Burnunu çekiyor. Bu esnada kadının inlemeyle karışık hırıltıları duyuluyor. Zil çalıyor. Adam gidiyor kapıyı açıyor. Koruma kıyafetli genç bir ve yanlarında sağlık çantası olan iki kişi içeri giriyorlar. Üzerlerinde sağlıkçı kıyafetleri var. Beyzbol sopalı adam, yukarı gelen adamının kulağına eğilip, -içeriden gelen seslere de kulak kesilerek-, “Evden en az 3 ay çıkamaz. Ona göre bir düzen oluşturun. Geleni gideni olmayacak. Hastaneye gitmesi gerekirse otoparktan direkt en üst katına çıkarsınız” diyor ve kapıya yöneliyor.
***
Yeni bir sahne: Bir medya binası. Haber merkezi. Herkes haber peşinde ve yan yana oturan iki kadın gazeteci aralarında hararetli şekilde konuşuyorlar. Kadınlardan biri bilgisayar ekranını döndürüp yanındakine gösteriyor. Bir haber taslağı beliriyor. Spot metninde şunlar yazılı: “Ünlü bir gazetecinin, birlikte yaşadığı kadını beyzbol sopasıyla dövdüğü ortaya çıktı. İki ameliyat geçiren ve bacağına platin takılan mağdur kadın, fiziki darbelerin yanında ağır psikolojik şiddet gördüğünü de söyledi. Talihsiz kadının tedavi sürecinde bir hemşireden destek alarak gazeteci hakkında suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi. Yargıya taşınan iddialar vahim. Muhabirimiz, beyzbol sopalı saldırgan gazetecinin gizlilik kararı aldırdığı davanın iddianamesini kısıtlanmış olarak ele geçirdi. Yargı çevrelerinde dosyanın kapatılacağı konuşuluyor.”
İki kadın muhabir aralarında konuşmayı sürdürüyor. Haberi yazan şunları söylüyor: “Kızım yer yerinden oynayacak. İddianameyi veren kaynağım, o ünlü gazetecinin kimliği anlaşılmasın diye tüm bilgilerin üzerini kapatmış.”
Hayretle dinleyen diğeri sessizce soruyor: “Kim olabilir bu psikopat? Var mı bir tahminin?”
Öteki hemen yanıtlıyor: “Var tabii. Nokta atışı buldum onu. Lakin haberi yayınlatırlar mı emin değilim? Eğer o adamsa, eli çok uzun. İnsanın hayatını karartır. Ama ben deneyeceğim. Cesur gazetecilik dersi vermeye devam kızım.”
***
Sahne değişiyor: Büyük bir çalışma odası ve devasa bir masa dikkat çekiyor. Onlarca ödül ve plaketin dizili olduğu vitrinde bir de daktilo görülüyor. Duvarda ise eski gazete manşetlerinden tablolar. Masada beyzbol sopalı o ünlü gazeteci oturuyor. Masasının ucunda birkaç kitap duruyor. Kamera yaklaşınca biri seçiliyor. Kırmızı zeminli kenarının üzerinde “NUTUK” yazılı. Sonra açı değişiyor ve bu sefer ünlü gazetecinin başının üstündeki tablo beliriyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün ufka baktığı portre fotoğraf bu. Bu arada gazeteci telefonda ve hararetle konuşuyor: “Sızdıranların canına okuyacağım. Kesin adliyeden. Ama bulurum ben. Bana bak, bizim camiada hiçbir gazetede, televizyonda çıkmayacak. Bana düşman olmak isteyen varsa yayınlasın. Sosyal medyadaki büyük takipçili hesaplarla konuşun. Para verin. Paylaşmasınlar, paylaşanlara daha fazla verin sildirin ve sakın ama sakın o sözlük zımbırtısına düşürmesinler. Ne yap ne et, önüne geç.”
***
Son sahne: Bir sabah programı jeneriği. Arkada İstanbul fonu. Kamera şehrin manzarasından sunucuya doğru hareketleniyor. O ünlü gazeteci bu. Sırıtıyor, çok keyifli. “Sevgili izleyiciler bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Özel bir gündeyiz” diyor. Bugün ceket giyinmemiş. Bir markanın “Atatürk Süveteri” adıyla piyasaya sürdüğü kareli kazakla çıkmış. Bir de konuğu var. Tam karşısında duruyor. Şimdi misafirini takdim ediyor: “Sevgili izleyiciler, bu sabah programı çok çalışkan ve imza attığı cesur haberleri büyük ses getiren genç meslektaşımla sunacağım” diyor ve konuğun yüzüne bakarak ekliyor: “Kim bilir kendisini artık televizyon ekranlarında daha fazla görürüz. O cesur haberlerini gazete sayfalarından ekranlarımıza taşır.” Genç kadın heyecanlı. Hani şu kendisine verilen iddianamenin haberini yazan muhabir var ya, o işte. Gülümsüyerek söze başlıyor: “Neden olmasın, sizin gibi bir meslek büyüğümüzün yönlendirmeleriyle üstesinden gelemeyeceğim iş ve haber yok.”
***
Son iki sahnede, “bu kadar da olmaz dediniz” değil mi? Olmaz tabii! Hele de böylesine bir psikopat karakterin Atatürkçü yanını göze sokmak ve ideolojik simgelerin kadına şiddete kamuflaj yapılması asla kabul edilemez. Neyse ki yazılanlar kurmaca. Yirmi dakikada yazdım. Ancak, en az Ay Yapım kadar piyasaya hakim ve dokunulmaz, yapımcı Kerem Çatay kadar cesur ve sınırları olmayan, yönetmen Umut Aral kadar uçlardan beslenip toplumsal çatışmalardan zevk alan birileri çıkıp, “biz de yukarıdaki yazılanlar gibi bir dizi çekebiliriz” diyebilir. Kim engel olabilir ki? Hele de dijital çağda. Mesela Aras Bulut İynemli “O kadar da değil. Tamam Disney’e gıkımı çıkaramadım ama kadınları beyzbol sopasıyla döven bir adamın Atatürk’ün arkasına saklandığı dizide asla yer almam. Eğer oynayan olursa da camiada aleyhinde kampanya başlatırım. Bir daha hiçbir yapımda yer alamaz” diyerek tavrını ortaya koyar mı?
Koysunlar, desinler tabii. Olur mu böyle saçmalık? Ya böyle; insanları bölen, ayrıştıran, kamplaştıran, siyasi görüşlerini tahkir eden, kutsallarına dokunan, “siz aslında busunuz” yaftalaması yapan bir diz yapmışsın. Ya da şöyle; uyuşturucu satıcısı ve kara para baronu bir manyağın evinin girişine Arapça hatlarla “besmele” astırıp, yazının üzerine de ışık demeti vurdurarak izleyiciye şu mesajı vermişsin: “Bu mafya babası aslında İslami bir kişilik. Kendisini böyle tanıtıyor. Bak evine de besmelesiz girilmiyor. Fakat o evde uyuşturucu ticareti yapılıyor, binlerce genç zehirleniyor. Din böyle işte. Afyon gibi. Uyuşturuyor. Bak uyuşturucu işine de inandıkları Allah’ın adıyla başlıyorlar.”
Son cümleyi yazarken kalbime ağırlık çöktü inanın. Show TV’de yayınlanan ve sahnelerinin çoğu yurt dışındaki dizi ve filmlerden çalıntı olan ‘Deha’ isimli diziye atıf yapmak içindi bunca kıvranmam. Dilimizde, kalbimizde, başımızın üstünde taşıdığımız ve Müslümanların günlük hayatlarının her anı ve her kapının manevi anahtarı olan “Bismillahirrahmanirrahim” kelamının o dizide adice sahnelenmesine dikkat çekmek istedim. O sahne cehalet falan değildi. Yine memleketimizin, insanlarımızın kılcal damarlarına neşter atıyor birileri. Bile isteye yapılmış, o kamera da işte memleketin fay hatlarına fokuslanıyor. Bu kadar da kolay! Yaz, çiz, çal, çırp, çek, yayınla ve sonra da büyük filmi izle… Ne kadar dahice değil mi?