“Yurtta Sulh Konseyi” adındaki askeri cunta 15 Temmuz’da kanlı ve yıkıcı bir askeri darbeye kalkıştı. Gerek bir tehdit olarak gerekse fiili bir durum olarak askeri darbe meselesi hiç de yabancısı olduğumuz bir musibet değil elbette. Hatta 15, 16 ve 17 Temmuz günlerinde bütün bir ülke sathında gösterilen toplumsal ve siyasal tepkiler de göstermiştir ki askeri darbelere karşı son dönemde iyiden iyiye hazırlıklı ve teyakkuzdaydık.
Ordu birliklerinin tankların yanı sıra savaş uçakları ve savaş helikopterleriyle de siyaset ve topluma karşı harekât başlatmasının sebebi ve hedefi nedir? Askeri cunta halkın üzerine tank sürmek, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı külliyesi gibi Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı bombalamakla, TRT gibi televizyon kanallarını basıp tehditkâr bildiriler okutmakla en yüksek perdeden şunu itiraf etmiş oldu: “Meşru yollarla iktidara gelmemiz mümkün değil çünkü bizim halkla en küçük bir ortak paydamız yok.”.
Halkın Müktesebatı ve Gücü
15 Temmuz itibariyle yürürlüğe konulan darbe planını boşa çıkaran temel (f)aktör hiç tereddütsüz halktır. Halkın sokaklarda, ana yollarda, meydanlarda sürekli hareket halinde ve sloganlar atarak sergilediği cesur tavır darbecilerin tuzaklarını başlarına geçirmiştir. Askeri darbenin ülke ve toplumun başına neler getirebileceğini çok iyi tecrübe etmiş olan geniş toplum kesimleri adeta keskin bir refleks halinde sokaklara atmıştır kendini. Darbeciler karşısında halkı donanımlı ve etkili kılan başat unsur hiçbir şiddet unsuruna bulaşmamış olmasıdır. Özgür iradelerini teminat altına almak için öldürmeyi değil öldürülmeyi göze almış geniş kitleler darbecilerin heveslerini kursaklarında bırakmıştır. Darbecileri boşa düşüren, darbenin diğer aşamalarını hayata geçirilemez kılan ve nihayet tankları kullanamaz duruma sokan işte bu toplumsal iradedir.
Askeri darbeciler ordunun diğer unsurları veya polis tarafından değil bizatihi halk tarafından tasfiye edilmiştir. Tutunamayanları tutunamaz kılan asli unsur halktır. Burada yapmacık olan, ithal edilen, popüler olan hiçbir tutum ve davranış sergilenmemiştir ki burada kitleleri muzaffer kılıp darbecileri zelil kılan da esasen en güçlü ve tartışılmaz haliyle bu meşruiyettir. Darbeye karşı koyarken seküler-laik veya ulusalcı jargona ait hiçbir söylem kullanılmamıştır. Ülkenin bütün şehirlerinde tekbirler, salavatlar ve salalar ile direniş motive edilmiştir. Kimse yanımızda aydın ve sanatçılar, ilerici ve demokratlar, akademisyen ve diplomatlar var mı filan gibi bir soru sormamıştır. Hiç ama hiç kimse piyano çalmaya, duran adam rolü kesmeye, kırmızı fular takmaya, Y Kuşağı olmaya heves etmemiştir.
Darbeye karşı sergilenen kitlesel ve yaygın direnişte İslami söylem ve tavır belirleyici olmuştur. Kendilerini “insan hakları aktivisti, demokratik kitle örgütü, aydınlanma ve ilerici örgütlenme” gibi takdim edenler bu direniş ve zaferde hiçbir pay sahibi değillerdir. Aksine onlar bu darbenin akamete uğramasından ötürü derin bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Olabildiğince sade, doğrudan ve yumuşak bir toplumsal mobilizasyon darbe girişimini püskürten özelliklerin özetidir. Sürekli hareket halinde olan ve susmak bilmeyen kitleler bir tiyatro sergilemediler, tersine özgürlük müsameresi, demokrasi piyesi ve insan hakları skeci oynayanları en rezil halleriyle afişe ettiler.
Seküler Değil Müslümanca Direniş
Darbeyi başarısız kılan toplumsal direniştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk andan itibaren ortaya koyduğu meşru direniş çağrısı halkı daha bir teşvik etmiş, cesaretlendirmiş ve kararlı kılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve en geniş haliyle millet arasında var olan uyum ve birlikte hareket etme potansiyeli idrak edilemeyecek gibi değildir. Erdoğan’ın sokağa çağrısı, Başbakan Yıldırım’ın “ucunda ölüm olsa bile bu kalkışma mutlaka tasfiye edilecektir” mesajları toplumsal iradeyi güçlendirdikçe güçlendirmiş öte yandan darbecilerin cüretini düşürdükçe düşürmüştür.
Bir direniş süreci düşünün ki içinde Diyanet İşleri Başkanı da var ve bütün bir camileri, mescidleri, minareleri bu direnişin asli parçası kılmak üzere seferber olmuş. Mahyalarında “Zalimler İçin Yaşasın Cehennem, Rabbim Zalimlere Fırsat Verme” gibi onurlu ve özgürlük sevdalısı sloganlar yazan camilerin cemaatini kim zapt edebilir ki? Müslüman toplum kendi iradesini zalimlere teslim etmeme yönünde karar almış ve hayata geçirmiştir elhamdülillah. Bu süreçte hiç kimse AB veya ABD’den gelecek bir destek arayışı içinde olmamıştır doğal olarak.
Toplum ve meşru siyasi temsilcileriyle Türkiye kendisine zincir vurmak isteyenlere çok sıkı bir şamar vurmuştur. Katledilen ve yaralananlara rağmen sağduyusunu ve kararlılığını muhafaza etmiş Müslüman bir millet olarak sadece kendi kaderi ve geleceğine değil bütün bir İslam toplumunun kaderi ve geleceğine vurulmak istenen zincirleri kırma yönünde güzel bir adım atmıştır. Bu güzel adım İsrail, Avrupa ve Amerika’nın, Rusya ve Esed rejiminin kaybıdır. Bu durum muhakkak ki Suriye, Irak, Filistin başta olmak üzere İslam coğrafyasının da hasret kaldığı büyük bir kazanımdır.
Yeni Akit