Tutukluluk Süreleri ve Masumiyet Karinesi

“Masumiyet karinesinden yalnızca masumiyetlerinden emin olduklarımızın yararlanmasını istiyor gibiyiz.”

Taraf gazetesi yorum sayfasında hukukçu Mehveş Bingöllü’nün bir yazısını yayınladı. Bingöllü, tutukluluk süresinin uzunluğuyla ilgili tartışmalara dikkat çektiği yazısında masumiyet karinesinden nasıl da yalnızca masumiyetlerinden emin olduklarımızın yararlanmasını istediğimizi ve vicdanımızın seçiciliğini ortaya koyuyor.

Konuyla ilgili Hizbullah tutuklusu Mehmet Kadri Can’ın durumunu öne çıkaran Mehveş Bingöllü, tutukluluk süreleriyle ilgili AK Parti’nin eleştirilmesini de yersiz buluyor. Zira bunun sorumlusu AK Parti değil. Ancak Bingöllü’ye göre AK Parti, kendi iktidarı döneminde neden yasal değişiklik yapmadığı konusunda eleştirilmelidir.

Tutukluluk süreleri, masumiyet karinesi ve hassasiyetimiz

MEHVEŞ BİNGÖLLÜ / TARAF

Ergenekon soruşturması ile, toplum olarak, Türkiye’de bir “uzun tutukluluk” sorunu olduğunu öğrendik. Bu soruşturma çerçevesinde, haklarında iddianame hazırlanmadan aylarca tutuklu kalan bazı sanıkların, gazeteci/yazar/bilim insanı oldukları için neden tutuklandıklarını anlamadık.

Ergenekon’un ardından, onlarca yıl boyunca dikkatimizi bile çekmeyen uzun tutukluluk meselesi başka davalarda da dikkatimizi çekmeye başladı. Tutuklanan kişiler gazeteci olduğunda hassasiyetimiz arttı. Bir ara, Hizbullah isimli örgüte üye oldukları iddiası ile yargılanan kişiler ilgili yasada öngörülen azami tutukluluk süresi olan 10 yıl dolup da salıverildiklerinde tutukluluk ile ilgili fikrimiz yine toplum olarak değişir gibi oldu. O sıralar, tutuklu olanların kimliğinin bahsi geçen tutukluluğa ilişkin hassasiyetimizi belirlediğini farkedebilirdik, ama farketmedik.

Haziran 2011 seçimlerinde milletvekili seçilmelerine rağmen tutuklulukları devam ettiği için TBMM’ye gelemeyenlerle tutukluluk meselesi yeni bir boyut kazandı. Bu arada yaygınlaşan öğrenci protesto eylemleri sırasında ya da bu eylemler nedeniyle gözaltına alınan ve tutuklanan genç insanların durumu da dikkatimizi çekmeye başladı. Bu gençlerin haklarında “ciddi” delil olmadan, iki yıla kadar çıkan süreler boyunca tutuklu kalması vicdanları rahatsız etti. Kısaca, uzun tutukluluk süreleri, hükümet üyelerinin söylediklerine göre onlar da dahil olmak üzere her kesimden insanı rahatsız etti. Çok iyi oldu...

Çok iyi oldu da, bu hassasiyetin geçtiğimiz birkaç yıl içinde gelişmesinin olumsuz bir sonucu var: Sözkonusu hassasiyet son dönemde yaygınlaştığı için olsa gerek, uzun tutukluluk sürelerinin AKP iktidarının bir uygulaması olduğuna dair bir söylem gelişti. Yani, sanki geçmişte tutukluluk süreleri akla ve adalet duygusuna uygunmuş da, AKP’nin gücü ele geçirmesi ile birlikte uzamışlar gibi yapılıyor. Oysa, kişisel tecrübesi olanlar bir yana, en kolayından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının hızlı bir incelemesi, 1990’ların ve 2000’li yılların başlarının da, en az bugün sözünü ettiğimiz tutukluluklar kadar uzun, hatta çoğu kez daha uzun süren tutukluluklara sahne olduğunu gösterir.

Geçtiğimiz 20 yıl boyunca, DHKP-C, MLKP, PKK, Hizbullah vb. örgütlerin üyesi olma suçlamasıyla yargılanan insanlar yıllarca, bazen on yılı aşkın süreler boyunca tutuklu kaldılar. Örneğin Mart 1995’de 21 yaşında iken Hizbullah’a üye olma şüphesiyle gözaltına alınan ve ardından tutuklanan Mehmet Kadri Can, Kasım 2007’ye dek tutuklu kaldı ve AİHM bu sürenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine dair bir karar verdi. 1995’de başlayan ve 2009’da, AİHM karar verdiğinde hala Yargıtay önünde süren davada, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi ve ardından da Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi bu gencin tutukluluğunu her defasında aynı üç nedene dayanarak uzatmıştı: suçun niteliği, delil durumu ve dosya içeriği...

Yaşları ve dolayısıyla tecrübeleri itibarı ile 1990’ları bilmeyen “genç entellektüel/aktivist”ler bir yana (ki onlardan da daha çok “bilmeleri” beklenebilir ve beklenmelidir), 90’lı yıllarda bu ülkede yetişkin olanların, bazı başka konularda olduğu gibi bu konuda da “Türkiye tarihinin en kötü zamanlarını yaşıyoruz” söylemi hakikatten ve dolayısıyla hakiki bir çözümden uzaklaşmak anlamına geliyor.

Son zamanlarda ortaya çıkan hassasiyet bir de sanık seçer gibi görünüyor: Yukarıda sözü edilen AİHM kararının kahramanı olan ve 12 yıl tutuklu kalan Hizbullah sanığının vaziyeti vicdanlarımızı yaralamadı -ya da yaraladı da benim haberim olmadı.

Bugün altı ay tutuklu kalan üniversite öğrencisi çocukların tutukluluklarını protesto ederken, yıllarca tutuklu kalan ve hâlâ tutuklu olan binlerce başka insanın durumu yalnızca istatistik olarak yansıyor konuşmalara, yazılara. Senelerdir tutuklu olan KCK sanıklarının halinin yalnızca belli çevrelerce dile getirilmesi, sayıları Avrupa Birliği verilerine göre 2000’i, Adalet Bakanlığı’na göre 700’ü bulan KCK sanıklarının tutulmalarının yaygın bir tepki yaratmaması vicdanlarımızın seçiciliğine gösterge oluyor. Masumiyet karinesinden yalnızca masumiyetlerinden emin olduklarımızın yararlanmasını istiyor gibiyiz.

Kısaca, uzun tutukluluk sorununa gösterilen yaygın hassasiyet AKP iktidarı döneminde başlamışsa da, sorunun kendisi bu dönemde başlamadı. Ancak sorunun 2002’den önce de varolmuş olması AKP’nin bugün tanıklık ettiğimiz adaletsiz duruma dair sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Aksine, AKP, iktidara geldiği ilk günden beri devam eden bir meseleye 9 küsur senedir çözüm getir(e)mediği için eleştirilmelidir. Bu eleştiriyi getirenlerin, akla ve adalete uygun çözümün ne olacağı konusunda öneriler sunabilmeleri için varolanın gerçeğe uygun bir analizini yapabilmeleri ve tutuklu bulunan herkesi (cinayet, tecavüz, çocuk istismarı suçlarının sanıkları da dahil) kapsayan bir bakış açısı ile bakabilmeleri gerekiyor.

Yoksa, “yasal azami tutukluluk süreleri kısaltılırsa terör örgütüne üye olanlar, terör suçu işleyenler, asker, polis öldürenler, çocuklara cinsel tacizlerde, tecavüzde bulunanlar, toplumu irrite edecek sanıklar da tahliye olur” diyen hükümet üyesi ile aynı yerde buluruz kendimizi...

mehvesb@yahoo.com

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!