Balyoz darbe planı yargılamalarında çıkan tutuklama kararlarına karşı geliştirilen argümanlardan biri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin zafiyete uğrayacağı iddiası.
Elimizdeki veriler söz konusu iddiayı doğrulamıyor. Tam tersine TSK'da bilhassa general kadrosunda bir şişkinlik ve istihdam fazlası olduğunu ortaya koyuyor. Konunun çağdaş güvenlik stratejileri boyutuna birazdan temas edelim; önce bilgiler. Ordumuzda Genelkurmay Başkanı hariç 348 generalin görev yaptığını bu tartışmalar sayesinde öğrendik. Hâlbuki tahsis edilen kadro sadece 301. Kara Kuvvetleri'ne 169, Hava Kuvvetleri'ne 58, Deniz Kuvvetleri'ne 47 ve Jandarma'ya 27 olmak üzere toplam 301 general kadrosu bulunuyor. Zaten buradan hareketle tutuklamalara karşı çıkanlar 29 generalin tutuklanmasını 'yüzde 10' olarak hesapladı.
Peki nereden çıkıyor bu 348 rakamı? Anlatayım; TSK'ya 301 general kadrosu verilirken istisnai bir uygulama olarak 36 generale kadar 'temdit' hakkı tanınmış. Yani yaş haddini doldurmayan ama o rütbede bekleme süresi biten generaller emekli edilmeyip birer yıllık uzatmalarla üç yıl daha görevde kalıyor. Zaruri haller için tanınmış bir istisna kural haline gelmiş ve fazladan 36 generalin istihdamı sağlanmış. Bitmedi; daha ileri gidilerek istisnanın istisnası olarak yer verilen 'zaruri hallerde bu sayı 47'ye kadar artırılabilir' seçeneği de kalıcı kadroya dönüşmüş. Savunucular baltayı taşa vurup 301 rakamını telaffuz edince gerçekle yüzleştik. Onun için kalbinizi ferah tutun, hâlâ fazladan 18 generalimiz var!
Bu kadroculuk öylesine noktalara ulaşıyor ki, 2009 Yüksek Askerî Şûrası bir ilke sahne oldu. Bilgin Balanlı, orgeneralliğe terfi ettirilerek Genelkurmay İkinci Başkan Yardımcısı yapıldı. Öncesi ve sonrasında mevcut olmayan makam bir yıllığına Balanlı uğruna ihdas edildi. Orgeneral rütbesindeki İkinci Başkan'a, aynı rütbede bir yardımcı verilerek orgeneral sayısı 15'e çıkarıldı. Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu icraatın altındaki imzanın sahibiydi. İkinci Başkan'a yardımcı lazımsa neden sürdürülmedi, değilse neden bir yıllık atama yapıldı?
Şimdi gelelim olayın güvenlik stratejileri boyutuna. Silahlı Kuvvetler'imizin soğuk savaş döneminden kalma yapılanmasıyla kendine ve ülkeye zarar verdiğini uzmanlar söylüyor. Daha küçük ve operasyon kabiliyeti yüksek profesyonel ordu yerine bugünkü yapıyı hak etmediğimizi düşünüyorum. Barış zamanına göre bile fazlasıyla kalabalık; doğal olarak da sevk ve idaresi zor bir teşkilat şemasına sahibiz. Üstüne üstlük bir de savaş kadrolarını kullanıp münhal bırakılması gereken yerlere de atama yapıyoruz. Yarbay ya da albay tarafından yönetilmesi gerekirken generallere tahsis edilmiş birimlerin hikâyelerini çevrenizdeki pek çok emekli astsubaydan bile dinleyebilirsiniz. Bunu gerçekten ihtiyaç karşılamak, vatan savunmasına halel getirmemek adına mı yapıyoruz? İkna edici açıklamalar duyamıyoruz. Dünyanın jandarmalığına soyunmuş ABD'nin bile asker ve general sayısını azaltarak 100 milyar dolar tasarruf etmeyi düşündüğü bir ortamda biz, askerlerin garsonluk yapmaması kararıyla mı avunacağız? Terörle mücadele ederken profesyonel, silah ve manevra kabiliyeti yüksek birimlere geçmeyi dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, büyük bir vaat olarak anlatmamış mıydı? Aynı şey bütün ordu hakkında neden geçerli olmasın?
Bindiğimiz dalı kesecek değiliz, kimse ordusunun zaafa uğramasını istemez. Ama 'kalabalık ordu-güçlü ordudur' tezini kamuoyuna anlatmak zor. 7 askerin kendi mayınımıza basarak şehit olmasının sanığı olarak askerî mahkemede yargılanan Gürbüz Kaya'nın terfi almasını veya yokluğunda ordunun zaafa uğrayacağını da halka anlatmak pek mümkün görünmüyor. b.korucu@zaman.com.tr
ZAMAN