Toplumun görece devlet karşısında özerkleşmeye başlamasının tarihi siyasette DP'nin 27 Mayıs darbesiyle tasfiye edilmesinden sonra 1969'da MNP'nin sahneye giriş yapması; eğitimde 1960'lardan başlamak üzere gelişme gösteren imam hatipler ve yüksek İslam enstitüleri; iktisadi ve ticari alanda Anadolu kökenli tüccar ve sanayicinin ortaya çıkmasıdır.
MSP'nin ağır sanayi hamlesi, bu kesimleri sanayi merkezli ekonomik faaliyete yöneltti.
İslamcı entelektüeller, bu sosyo-politik süreci alternatif iktisadi teorik arayışlarla destekleyip beslemeye çalıştılar. Sembol kitapları örnek göstermek gerekirse ilk sembol iki kitap rahmetli Seyyid Kutup'un "İslam Kapitalizm Çatışması ve İslam'da Sosyal Adalet"; ikinci sembol kitap Muhammed Kutup'un "Taklitlerin Çarpışması" kitabı idi. Seyyid Kutup, kapitalist üretim yapısını ve bölüşüm sistemini reddederken, "adalet" merkezli bir sosyo-ekonomik faaliyet öneriyordu. Muhammed Kutup da, iktisadi hareketliliğin İslam'a özgü bir yaşama tarzını bozmaması gerektiğini, İslami geleneklere uygun bir yaşama modelinin hem mümkün hem zaruri olduğunu anlatıyordu. Bu, tam da, 1929'dan beri uygulanan "devlet zengini yaratma" projesinin dışında, hatta tam karşısında bir modeli ima ediyordu. Medeniyet, sanat, edebiyat, felsefe ve şehir hayatı iktisadi faaliyet ve üretimle sağlanan zenginlikten ayrı düşünülemez. Bu süreci ya seküler biçimde tanzim edeceğiz veya Ed Din'in genel çerçevesini gözeterek. "Ed Din fi'l-medin" dinimizin ve tarihî tecrübemizin pusulası olduğuna göre bunu İslam içinde kalarak yapacak, yani İslam üzeri özgürleşecek, refahı sağlayacak ve güçlenecektik.
28 Şubat buna geçit vermeyeceğini bize anlattı. Bu durumda amacı İslam merkezli yeni, adil, özgür ve ahlaki bir dünya kurmak olmayıp; salt zenginlik ve güç olan kesimler, "İslami iddia ve kökenleri"nin bir ideal, hatta gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal olduğunu öne sürüp, referans çerçevelerini radikal bir biçimde değiştirdiler. İşte 21. yüzyılın ilk yıllarından başlamak üzere referans çerçevemizin "İslam"dan "muhafazakâr demokrasi"ye dönüşmesinin asli hikâyesi budur.
Tarihî kanun şudur: Nasıl düşünürseniz öyle yaşarsınız, nasıl yaşarsanız öyle düşünmeye başlarsınız. Düşüncenin temelinde salt güç, zenginlik ve (bireysel) özgürlük olunca, sizin varacağınız yer bu işin ilk orijinal nüshasını ortaya koyanların yaşama tarzını, kültürünü, tüketim alışkanlıklarını ve beğenilerini iktibas etmeniz olacaktır. Sizi teselli edecek -aslında yanıltacak- yegane şey, geleneksel formunuzu muhafazakârca koruduğunuza ilişkin kendinize yaptığınız telkindir ki, sırf bu yüzden II. Abdülhamid'in modernleşme projesi -ki bu Turgut Özal ile yeniden dirilmişti- II. Mahmut ve Mustafa Kemal'in modernleşme projesinden daha daha yanlış, hatta zehirleyicidir.
TÜSİAD zengin, adaletsiz ve güç temerküzünün timsali Roma ise, MÜSİAD çevrenin dışlanmış, kızgın ve ötekileştirilmiş mağdur ve mazlumlarıdır. Anlattığım süreç mağdurlar adına mücadele edenleri dönüştürüyor, başkalaştırıyor. MÜSİAD'ın niçin TÜSİAD'laştığını şu üç noktada özetliyorum:
1) İki örgüt arasında iktisadi politikalara yön veren zihniyet benzerliği. Farklı form ve argümanlarla iki örgüt de "bölüşüm"ü değil, "büyüme"yi temel alıyorlar ki, büyüme devlet müdahalesinin asgariye indirildiği serbest piyasa ile mümkündür. Bu konseptin "adil piyasa" kaygısı yoktur. 2) Mevcut imkânlar çerçevesinde üretim yapısıyla ilgili iki örgütün de yaklaşımı aynıdır. Bu üretim yapısı "meşru ve sınırlı ihtiyaçları" değil, "nefsin sınırsız arzuları"nı tahrik etmeyi öngörüyor.
3) iki örgüt mensuplarının -hiç değilse önemli bir bölümünün- tüketim ve harcama alışkanlıkları hızla birbirine benzeşiyor ve bu en yetkili ağızlardan savunuluyor. Bu ise İslamiyet'in yasakladığı "tekasür ve tefahur"a dayalı bir hayat tarzı olup "tevazu, kanaat ve infak"ı ya sistemin dışına atıyor veya marjinalleştiriyor.
Bu çerçevede TÜSİAD-MÜSİAD evliliği topluma adil ve "felahı unutturmayan refah" getirmeyecek, aksine ezilenlerin aleyhine olacaktır. Benim itirazım bu. Yanılıyorsam, düzeltin.
ZAMAN