Son 100 yılın en önemli olayı geçen hafta (13 Mayıs) gerçekleşti. MÜSİAD yetkilileri, TÜSİAD'ı ziyaret ettiler.
Görüşmede üzerinde görüş birliğine varılan konular şunlar: Krize karşı ve kriz sonrasında yapılanmada takip edilecek yol. KOBİ'lerin geliştirilmesi ve transformasyon. TÜSİAD'ın konuyla ilgili özel projeleri. Karşılıklı işbirliği. Türkiye'nin büyümesi için ortak gayret. Ortak projelerin yürütülmesi. İşsizlik, eğitim, demokratikleşme vs. Vardan, "TÜSİAD'la ilk defa bir araya geliyorsunuz. Ne değişti de bu ziyaret gerçekleşti?" sorusuna "Her şeyin oluşması için bir zaman gerekiyor. O zaman bu zamanmış" cevabını veriyor.
Bu köşeyi takip edenler, bundan bir süre önce (25 Ocak 2010) orta sınıfın ağır bir krizin içinden geçtiğini; tedrici olarak sermaye ve statü el değiştirirken, asıl üretici güçlerin zorlanmasına karşılık, kökeni itibarıyla imalattan gelmeyen zümrelerin kendilerine sağlanan gayrı tabii kaynak transferleriyle zenginler zümresine katıldıklarını; ancak bu sürecin "yeni şanslı zümreleri" öteden beri "devletin serasında yetişen imtiyazlıların sınıfı"na katmaktan başka işe yaramadığını; ileride etkilerini hissedeceğimiz bu değişimin sembol göstergesinin MÜSİAD'ın TÜSİAD'laşma yolunda attığı adımlarda somutlaştığını yazdığımı hatırlayacaklardır. Hüküm cümlemiz şöyleydi: "Bu süreçte TÜSİAD'a perspektif yoksunluğu dolayısıyla ve farkında olmaksızın önce form, arkasından normlar seviyesinde benzeşmeye başlayan MÜSİAD Türkiye'nin içine girdiği zamanın ruhunu temsil etmekten uzağa düşüyor. Yaşadığımız büyük politik ve fikri değişimin iktisadi boyutunu ne TÜSİAD ne onu taklit eden MÜSİAD doğru okuyor."
Sürecin fikir babaları sorunun esasına girmeden dokundurmalarda bulundular; değerli dostum İbrahim Öztürk de bir televizyon programında benim bu iddianın altını doldurmadığımı söyledi. Haklıdır. Araya başka konular girdi, bir türlü bu konuya sıra gelmedi.
MÜSİAD-TÜSİAD buluşması neden son 100 yılın en önemli olayıdır? İttihatçıların iktidarından sonra geçen yüzyılın ilk büyük iktisat kongresi Cumhuriyet'in kuruluşuyla eşzamanlı olarak 1923'te İzmir'de yapıldı. Orada öne çıkan görüşe göre, bizde mademki kalkınmayı gerçekleştiren tarihsel bir burjuvazi yok, bu durumda devlet bu sınıfı yaratacaktır. "Devlet zengini Türk burjuvazisi" oluşturmak amacıyla bir yandan gayrimüslimler üretimden, zenaat ve ticaretten temizlenirken -tehcir, tenkil ve mübadelenin bununla yakın ilgisi var- diğer yandan halktan elde edilecek kaynaklar yine devletin kontrolünde -yani bürokrasi eliyle- bu zümreye aktarılacak. Bu zümrenin iki asli görevi olacaktır: 1) Ülkenin Batılı usulde kalkındırılması. 2) Batılı/modern yaşama tarzını temsil edip bunu Anadolu halkına empoze etmesi.
Eğitim, hukuk, askerî güç ve medya bunun taşıyıcı ve dönüştürücü araçları olacaktır. Siyasetin ve siyasilerin görevi bu konsepti aksaksız işletmekten ibarettir. Bunu iyi yürüten siyasetçiler tabii ki maliyeden ve bürokratik nimetlerden bir miktar faydalanacaklardır.
Süreç 1970'lere kadar işledi. Bu tarihten sonra Anadolu'da devletten beslenmeyip kendi kaynaklarını kendisi oluşturan, Batılı yaşama tarzını benimsemeyip İslami/mazbut hayat yaşayan muazzam bir ekonomik ve ticari hareketlilik başladı. Hareket sıçrama yapacak noktaya gelince devlet, 1923 ruhuyla 28 Şubat'la buna cevap verdi. 28 Şubat'ın mesajı şuydu: Devletin kontrolü ve onayı dışında ekonomik faaliyet ve model olamaz; Batılı yaşama tarzına uymayan zenginlere hayat hakkı tanınamaz. 28 Şubat'tan sonra "yeşil sermaye" diye yaftalananlar, süreci değerlendirip "mazbut hayat"ı "muhafazakârlık"la değiştirdiler; dini/İslami kökenlerini "alan dışı"na çıkarıp politik sisteme dahil oldular ve II. Abdülhamit'in modernleşme projesini referans alıp geleneksel-muhafazakâr formu, modern normlarla doldurmaya koyuldular. MÜSİAD'ın TÜSİAD'laşması 300 sene zulüm gören kilisenin Roma'yı taklit edip, 476'dan sonra "dini Roma" olarak ortaya çıkmasını andırıyor.
ZAMAN