TÜSİAD’ın bir grup aydın ve akademisyene hazırlattığı 'Yeni Anayasa Sürecinin 5 Temel Boyutu' başlıklı çalışmayı genel hatlarıyla değerlendirmeye çalışalım. Yeni anayasa raporu 12 Eylül referandumunun hemen ardından, Ekim ayından itibaren sürdürülen yuvarlak masa toplantılarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış. Rapor, 12 Eylül’de yapılan değişikliklerle de mevcut anayasanın ihtiyaçları karşılamaktan uzak oluşu üzerine hazırlanmış.
İlk elde başörtüsü konusunda TÜSİAD’ın uzun yıllar sürdürdüğü klasik Kemalist modernleştirmeci siyasetinde esneme-yumuşama diyebileceğimiz bir tutum göze çarpıyor. Fakat sermaye sınıfının bu esnek-yumuşak yüzü bile o kadar ceberrut ki özelde başörtülü hanımlara genelde İslami kimlik sehiplerine sınırlı, kısıtlı ve ancak emir alan pozisyonundaki statüleri bahşediyor.
Rapordaki “tarafsızlığın öne çıktığı meslekler” ve ilk ve orta eğitimdeki öğrenci ve öğretmenlerin anayasa emriyle başörtüsü veya dini-İslami bir sembolden men edilmesi teklifi 12 Eylül cuntasından bile daha insafsızca, hukuksuzca. Sözde herkes için eşitlik, adalet ve insanca yaşam öngören rapor bu yönüyle başörtülü kadınlara yönelik son derece ayrımcı bir pozisyon almaktadır. Rapor sahipleri, Kemalist zorbalar eliyle bunca senedir sürdürülen başörtülü hanımların mahkum edildiği boğucu atmosferi bundan sonra hazırlanacak liberal anayasayla hem meşrulaştırmaya hem de sürdürmeye niyetliler.
Nedense eğitim-öğretime ilişkin raporda yer alması uygun görülen iki husus var: Zorunlu din kültürü dersi ve anadilde eğitim. Şüphesiz ki bu iki husus da önemlidir.
Din kültürünün zorunlu, anadilde eğitimin kesinlikle yasak statüsünde bulunması ciddi bir sorundur. İslam’dan bazı kırıntılar taşıyan din kültürü derslerinin zorunlu statüsünden çıkarılması ve elbette ki ana dilde eğitim hakkının tanınması hakkın, hukukun gereğidir. Peki, zorunlu Atatürkçü eğitim, Türkçü ve laik şartlandırma, sabah andı ve resmi törenlerde ortaya çıkan kışla mantığına dair TÜSİAD’ın ve onlar adına rapor hazırlayanların söyleyecek hiç mi sözü yok?
Altı yaşından itibaren başlayan eğitim-öğretim hayatının her safhasında zihinleri, gönülleri, davranışları Kemalist kalıplara, laik-ulusalcı şablonlara mahkum etmeye endekslenmiş eğitim öğretim düzenini tartışmaya açmak için sözkonusu iki başlık önemli olsa da yetersiz kalmaktadır. Oysa ki; “eğitim-öğretimdeki resmi ideolojiye dair teorik ve pratik bütün dayatmalar ders müfredatından arındırılmalı” gibi çerçeve bir teklif mantık ve adaletin gereğidir.
Anadilde eğitim hakkını teslim etme olgunluğuna yakın zamanda erişmiş bir çevrenin çocuklarını İslami-dini eğitim hakkına karşı bağnazca tavır almasının gerisinde ne olabilir? Bu bağnazlık modern-laik yaşam tarzlarına dair endişe taşımalarından mı kaynaklanıyor acaba? Yoksa Müslüman ailelerin çocukları için yoğun bir biçimde Kur’an, siyer, hadis, ilmihal, ahlak vd. gibi İslami şahsiyet kazandırıcı dersleri talep etmeleri karşısında toplumsal ve pedagojik alt yapının oluşturulamayacağından mı korkuluyor?
Okulların işleyişinde ailelerin çocukları üzerindeki hakkını ihlal eden devlet mantığı ne kadar yanlışsa kapitalist sermaye sınıfının örgütlendiği TÜSİAD’ın mantığı da o kadar yanlıştır ve kabul edilemez. Kemalist otoriteryenlik ile kapitalist-liberal otoriteryenlik arasındaki İslami-dini eğitim hakkına karşı sağlanan bu ortak paydanın esasen yeni olmadığını da biliyoruz.
Yeni anayasa raporunun benzer çelişkilere rağmen önemli ve öncelikli teklifleri olduğunu da teslim etmek gerek. Örneğin 12 Eylül askeri cuntasının dayatmalarından biri olan “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk üç maddesinin değiştirilebilirliğini gündemleştirmek oldukça ileri bir tekliftir. Kenan Evren’in başında olduğu askeri cunta, bütün toplumu çiğneyerek anayasayı Atatürkçülüğün kutsal kitabına dönüştürdü. Cunta anayasasının hukuki geçerliliği olamayacağına dair vurgular aklen, vicdanen, hukuken körleştirilmek istenen bir toplum için ufuk açıcı niteliktedir.
Anayasa gibi, Ceza ve Terörle Mücadele Kanunu’nun, katı merkeziyetçi yapının temel hak ve özgürlükler ekseninde Meclis eliyle yeniden yapılandırılması teklifi birey ve toplumun lehinedir. Netice itibariyle sadece TÜSİAD açısından değil raporun hazırlanmasına katkı sağlayan bazı isimler ve tepki belirtenler açısından da statükonun kontrollü bir biçimde geri çekildiği gözlemleniyor. Geri çekilmenin nereye kadar süreceğini statükocu sermaye sınıfı değil hak ve hukuk adına mücadele edecek toplum kesimleri belirlemelidir.