Türkiye gündemini aylarca meşgul eden 'AKP ve Gülen'i bitirme planı' davasında gizli tanık Efe'nin söyledikleri deprem etkisi yapacak şeyler. 'Deprem etkisi yaptı' cümlesini maalesef kuramıyorum.
Çünkü Ergenekon yargılamalarıyla başlayan süreci sulandırmak için her fırsatı değerlendiren bir kısım medya, onlarca sayfa tutan ifadeleri ya görmezden geldi veya cımbızlayarak çarpıttı. Daha önceki gizli tanıkları itibarsızlaştırıp söylediklerinin dikkate alınmamasını sağlama çabası azınlıkta kaldı. Nihayetinde bölgede görev yapan bir hukukçudan bahsediyoruz, açığını bulmak kolay değil. Önceki gizli tanıkların daha önce başka suçlardan mahkûm olması veya aynı davaların sanıkları arasında bulunması sulandırma fırsatı olarak görülmüştü. Bir terör örgütü davasında itirafçı ve gizli tanıkların Harvard mezunu elitler içinden çıkmasını zaten beklemiyoruz. Aslında, dönemin HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek tarafından Erzincan'a savcı olarak atandığını söyleyen gizli tanık Efe'nin konumundaki insanların varlığı sürpriz görülmeli.
Neyse, biz gizli tanık Efe'nin söylediklerine odaklanalım. Haber sayfalarında iddia olunan suçla ilgili şahitliğine yer veriliyor. Ben, Efe'nin sözlerinin satır aralarında kalmış bir kısmına bakacağım. Erzincan'a bilinçli atamalar yapıldığını, kendisinin de bu çerçevede gönderildiğini belirtiyor. Sanki pilot bölge oluşturulmuş ve oradan çıkarılacak yangının ülke sathına yayılması hedeflenmiş gibi. Buradan Türkiye'deki statükoya atıf yapıp şöyle konuşuyor, gizli tanık Efe: "Benden önce atanmışlar vardı, bir sene öncesinden atanmış olanlar vardı, benden sonra atananlar oldu oraya; bu söylem İlhan Cihaner'e aittir. İlhan Cihaner bana sürekli Türkiye'yi bir iktidarın yönetmediğini, Türkiye'yi yöneten kesimin daha doğrusu şeyin, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olduğunu söylüyordu. Türkiye'nin de hâkimler ve savcılar devleti olduğu kendi fikriydi, bana söylüyordu.
Mahkeme Başkanı: "Ne söylerdi tekrarlar mısınız?"
Gizli tanık Efe: "Türkiye'nin herhangi bir siyasi iktidar tarafından değil, hâkimler, 40-50 senedir Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından yönetildiği düşüncesi İlhan Cihaner'e aittir. Ben bunu birçok defa anlamak istedim, kendisine sordum. Kendisi bana; Danıştay üyelerini HSYK'nın atadığını, Yargıtay üyelerini HSYK'nın atadığını, hâkimler, önemli noktaların hâkim ve savcılarını HSYK'nın atandığını, iktidar kimin elinde olursa olsun, yapılan icraatların ya Danıştay'a ya da bir şekilde Yargıtay'a takıldığını, dolayısıyla en büyük gücün HSYK olduğunu bana söylerdi. Ben de bunu kendi kafamda bu bir statükodur diye."
Türkiye'nin 1961 Anayasası'yla birlikte vesayetçi statükonun baskısı altında kaldığını biz söylüyorduk; demek ki eski Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner de aynı fikirdeymiş. Acaba önümüzdeki seçimde CHP'nin Denizli ikinci sıra adayı olarak da aynı şeyi düşünüyor mu? 12 Eylül 2010'daki referanduma yüksek yargı çevrelerinin gösterdiği karşı duruş boşuna değildi. Yetkilerini aşarak yıllardır devlet yönetimini seçilmişlere bırakmayan bürokratik oligarşi, HSYK'ya kale nazarıyla bakıyordu. Bu kale, birinci sınıf hâkimlerin inisiyatifine bile bırakılamayacak kadar önemliydi. İstediği anda ülkeyi yasa çıkaramaz ve icraat yapamaz hale getirebilecek ölçüde geniş ve muğlâk yetkilere sahip yüksek yargı, 12 Eylül'le birlikte nispeten doğal sınırına çekildi. Ancak hâlâ layüsel duran kurullar var. Cihaner, bugün olsa herhalde saydığı kurulların başına Yüksek Seçim Kurulu'nu (YSK) koyardı. Altı Yargıtay ve beş Danıştay üyesinden oluşan YSK, yurtdışındaki seçmene yerinde oy kullandırtmama ısrarını sürdürüyor. Referandum süresini kısaltan Meclis iradesini de uygulamamışlardı. En son bağımsız adaylar hakkında verdikleri kararla ülke bir anda ateş topuna döndü. Bu arada CHP yönetimini, Cihaner'i aday yapmaya mecbur bırakmasını unutmayalım. Doğru dürüst bir anayasa olmadan, ekonomi yönetimi, yerel yönetim, sosyal devlet olamaz diyorduk. Cihaner'den aldığımız ilhamla hukuk devletini de hatırlamamızda fayda var.
ZAMAN