Bir siyasi linç kampanyasını andıran AK Part'yi kapatma davası ve Ergenekon soruşturması üzerinden “derin devletle yüzleşme” yaklaşımı arasında Türkiye'nin nasıl bir kamplaşma, hesaplaşma ve kaos ortamına sürüklendiğini ölçebildiğimizi söylemek ne zor! Günlerdir, dehşetle izlediğimiz tartışmalar, Türkiye'nin kronik iktidar kavgasının ötesine geçip “dar çevre”ler arasında bir hesaplaşmaya dönüştü. Kişiselleşti, rant/güç ilişkisine evrildi, yörüngesinden çıktı. Taraflar kendi pozisyonlarından, mevzilerinden hareketle kendilerine misyonlar yükledi. Bu pozisyonları kimin, neyin belirlediği konusunu dikkatli düşünmekte yarar var.
Devlet üzerinden, Ak Parti üzerinden, “başkaları” mı hesaplaşıyor? İzlediğimiz yıkıcı süreç, hem “devlet iktidarı”nı hem de siyasi iktidarı tüketir hale geliyorsa, burada “kazançlı çıkan kim/kimler” gibi can alıcı bir soru sorma ihtiyacı doğuyor. Sokaklarda “karşıtlarını boğazlama” gibi keskin tepkileri sahiplenenlerin, “kavga”nın niteliğini tam olarak anladıklarını söylemek oldukça zor. Çünkü şu anki sürecin onları, “bütün direnci kırılmış bir toplum”un bireyleri, grupları haline getireceği bir gerçek.
Bu dönemin nasıl bir tehlike barındırdığını, “herkese zarar verecek” bir hal aldığını, hassasiyetini doğru algılayanları anmak gerekiyor. Mesela Nuray Mert'in “Ortadan konuşmak” başlıklı yazısı bunlardan biri. 20 Mart'ta yayınlanan yazının üzerinden bir hafta geçti. Ancak bir hafta sonra, sivil toplum kuruluşları ortak bir sağduyu çağrısı yayınladılar. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “böyle bir ortak aklın oluşması sürecine öncülük etmeye de hazırız” sözleri, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün muhalefet liderlerini Çankaya'ya çağırması, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan'ın benzer açıklamaları ve birçok çevreden gelen sükunet çağrıları “ortadan konuşma”nın önemini bir kez daha hatırlattı bize.
İktidar partisine yönelik kapatma davası bir çılgınlık. Çetelerden medet ummak bir başka çılgınlık. Darbelere, müdahalelere zemin hazırlayan iktidar paranoyası Türkiye'nin en temel sorunu. Ancak, krizin başka bir aşamaya geçtiğini geç görebildik. Merkez'deki kavganın taraftarları tokuşturmasının dışında, bu sefer taraftarların merkezi keskin bir kavgaya sürüklemeye çalıştığını zor anladık ya da hâlâ anlayabilmiş değiliz. “Tarafların, taraftarların” aslında neyin tarafı olduğu konusunda benim kafam giderek daha da karışıyor, bunu belirtmeliyim.
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Deniz Ülke Arıboğan'ın “ürkütücü gerçek” olarak niteleyebileceğimiz şu sözlerini dikkatle okumakta fayda var:
“Türkiye'de bir devleti oluşturan bütün bacakların kırıldığını görebiliriz. Erklerin en kuvvetlisi diye tanımlanan yargı sistemi şaibe altında, siyasallaşmış ve iflas etmiştir. Yasama yani Meclis üzerinde kapatma gölgesi var. Başbakan ve AK Parti'nin 71 kişilik en önemli kadrosunun tasfiyesi söz konusu. Devletin hukuk sistemi, Meclisi, hükümetinin iflası orduyu da kıpırdayamaz duruma getirmiştir. Devlet de çökmek üzeredir. Böyle bir çöküşten ise kaos ve askeri darbe beklenir. Bu durumda da Kürt devletinin kurulması anormal derecede kolaylaşır. Eğer devlet kendi içinde çatışmaya giderse, Türkiye'nin bölünmesi ve Kürt devletinin kurulması 2 yıl sürmez.”
“Şu an devleti ve toplumu bir arada tutan bütün ayaklara yönelik doğrudan bir saldırı var” diyen Arıboğan'ın şu uyarısını ciddiye alalım: “Türkiye zannediyor ki, bir temizlik yapılıyor. Türkiye'de böyle bir şey yok. Türkiye'de çok ciddi bir uluslararası operasyon var.”
Şimdi, kapatma davasına ilişkin Anayasa raportörü'nün olası olumsuz kararı, İlhan Selçuk'un “yargı ve orduya da operasyon yapılabileceği” iddiası, darbe özlem ve hazırlıkları, demokrasi ve özgürlük söylemleri, Türkiye'yi savunmayı bir takım çetelerle ilişkiye indirgeyen kasıtlı kampanya, “çokuluslu” bölge ve Türkiye hesapları, suikast senaryoları, ölüm tehditleri, 'akıllı olması gerekenler'in tahrikleri, sokaktaki kamplaşma.. Adeta herkesin elinden ve dilinden kan damlıyor!
Sağduyu, sükunet çağrılarının birkaç gün içinde etkisini yitirmesinden endişe ediyoruz doğrusu. Nasıl bir Türkiye hayal ediliyor? Bu ülke, ulusalcıların eliyle mi bölünecek, 'çokuluslu' senaryolarla mı? Herkesin hesaplarını bir kez daha kontrol etmesi lazım. Çünkü bu çöküşün altında hepimiz kalacağız. Kimlerin kazanacağını söylemeye gerek var mı!...
Yeni Şafak gazetesi