Yasin Aktay / Yeni Şafak
Türkiye’ye reva görülen model: Şiddetli geçimsiz konsey
3 Mart’ta Meral Akşener’in altılı masa toplantılarının son toplantısından kapıyı çarparak çıkışı 13 aydır devam etmekte olan bütün toplantıların çok şiddetli bir geçimsizlik ortamında gerçekleştiğini de gösterdi. Akşener’in toplantıdan çıktıktan sonra genel merkezinde karşılanma şekli, olayın sadece kendi kişisel kaprisleriyle ilgili olmadığını da anlatıyordu. İYİ Parti tabanında uzun süredir altılı masanın gündemine karşı biriken büyük bir tepki var. O yüzden Akşener’in masayı devirmesi beklentilere verilmiş bir cevap olarak ve adeta bir zafer gibi karşılandı.
Akşener’in yuvaya döndükten sonra altılı masanın diğer elemanları hakkında söyledikleri, sonra altılı masanın ilgililerinin veya yandaşlarının onun hakkında söyledikleri bu masanın 13 ay bile nasıl dayanabilmiş olduğuna dair hayretleri uyandıracak cinsten. Bunca şiddetli geçimsizliğe rağmen masada oturmaya ancak bir zorlamayla, bir baskıyla kalmaya devam edilebilirmiş. Akşener’in masadan ayrılıp kendi evine döndükten sonra tekrar masaya dönüşünde de bu mecburiyetin bu baskının bütün izleri görünüyor. Taraflar birbirlerine söylemediklerini bırakmadılar.
Birbirlerine güvenmiyorlar, birbirlerine fırsatını buldukları hiçbir ayak oyunundan geri durmuyorlar. Bunları bir arada tutmak için yanlardan yapılan tezahüratlardan dikkat çeken tek motivasyon gerekçesi “Erdoğan’dan kurtulmak”.
Memlekette yeni deprem olmuş, 50 bine yakın insan ölmüş, sarılması gereken yaralar, temin edilmesi gereken yuvalar var. Tabii diğer memleket meseleleri, hızla değişen dünya içinde Türkiye’nin çıkarlarının, konumunun, davasının nasıl savunulacağı, nasıl temsil edileceğine dair hiçbir gündem yok. “Erdoğan’dan kurtulmak”tan başka hiçbir mesele için motive olmayan veya motive edilmeyen altılı masanın elemanlarının en baskın duyguları “Erdoğan nefreti”.
Bu Erdoğanfobia’da elbette yalnız değiller. Bu fobinin dış kaynağı hiç kimse için sır değil ve bu da ciddi bir motivasyon kaynağı.
Altılımız ise bütün bu motivasyon mihraklarına rağmen ciddi bir geçimsizlik içinde ve bu geçimsizlik haliyle ülkenin yönetimini yıkacakları Erdoğan’dan devralmaya ahdetmiş. Akşener’in dönüşüyle ulaşılan muhteşem formül bir tür “başkanlık konseyi”. Kılıçdaroğlu ile birlikte 7 kişinin birden yardımcı olacağı ve herkesin yetkili, güçlü olacağı bir sistem. Yıllardır diktatör diye dillerine, dişlerine doladıkları Erdoğan’a karşı insanlara vaat ettikleri şey en ilkel diktatörlüklerde bile artık modası geçmiş başkanlık konseyi.
Tevafuk bu ya, bir konferans için yurtdışında bir seyahatteyim. Uçakta yanımda önceden tanıdığım, ülkesindeki savaştan dolayı Türkiye’ye yerleşmiş, Türk vatandaşı olmuş bir Yemenli işadamı siyasetçi oturuyor. Yemen üzerine, bölge ve dünya siyaseti üzerine, Türkiye’nin dünya gücü olması üzerine sohbet ediyoruz. ...
Tabii Yemen’in durumunu da konuşuyoruz epey, ama bir ara Millet İttifakı cephesinde son günlerde yaşanan Akşener depremine ve kapıyı sertçe çarpıp çıktıktan sonra tekrar geri dönüşüne geldi konu. Yemen’deki durumu da bildiğimden takılmadan edemedim. “Sizdeki gibi bizde de Cumhurbaşkanlığı için sekizli grup oluşmuş oldu. Ne dersin Yemen Türkiye’yi takip edemedi bari biz mi takip edelim Yemen’i?”
Bir anda çok ciddileşti Yemenli dostum ve bir dokun bin ah işit gibi “Allah korusun” diye sert bir tepkiyle başladı konuşmaya. Yemen’de bir türlü uzlaşamayan tarafları bir araya getirelim hep birlikte yönetsinler diye koalisyon güçleri bir sekizli grup kurdular. Aslında milli bir egemenliğin esamisinin kalmadığı bir ülkede sanal yetki ve sınırlı kaynak tahsislerinin paylaşımı için bir araya geldikleri bütün toplantıların tek konusu, bu sekiz kişinin anlaşmazlıkları, uzlaşmazlıkları. Ülkenin durumu, sorunları, yönetimi, milletin açlığı, çaresizlikleri tamamen bir kenara itilmiş durumda. Bütün çabalar bu Cumhurbaşkanı yardımcılarının anlaşmazlıklarının çözümüne odaklanmış durumda. Ülkenin şu anda başka sorunu kalmamış. Türkiye’nin Yemen’i model alacak noktaya geleceğini hiç beklemezdim. Bu Türkiye için tam bir felaket olur.
Dostumun heyecanlı tepkisini ancak “müsterih ol ya, Türkiye’de böyle bir şey olmaz” diye yatıştırabildim. Ama belli ki başka türlü bir heyecanla altılı masanın Türkiye’ye sunduğu vizyon bundan öte bir manzara arz etmiyor.
Daha güçlü bir Türkiye önerisi yok, siyasi aktörler tarafından paylaşılacak bir Türkiye vizyonudur görünen. Kılıçdaroğlu son zamanlarda bu masayı boşuna “sofra” diye nitelemedi. Sofra Türkiye’dir, bütün doğal, maddi, manevi ve beşeri kaynaklarıyla Türkiye, hizmet edilecek, geliştirilecek, güçlendirilecek bir değer değil, doya doya yenilecek bir sofra. Halil İbrahim Sofrası diyerek mistik bir mesaj vermek istese de ne kendisinde ne de masanın diğer efradında o mistik kanaatkarlıktan eser yok. Hepsi de en fazlasını hak ettikleri iddiasında ve en fazla yemenin peşinde.
Baksanıza daha kazanmamış oldukları seçimin sonuçlarını elde bir sayıp paylaşırken tutuştukları kavgalara. Bu kavgalar Allah muhafaza kazanılan bir seçimin ardından durulur mu sanırsınız? Yemen’deki durumdan farklı mu olur ortaya çıkaracakları büyük sorun. Yemenli dostum diyor ya:
“Memleketin sorunlarını beraber, istişareyle, katılımla çözmek üzere bir araya gelen bu sekiz kişinin kendi aralarındaki sorunla şu anda ülkenin en önemli sorunu haline gelmiş durumda.”
Yine tevafuk bu ya, altılı masanın efradı henüz hakketmemiş oldukları, hayal ettikleri bir seçim sonuçlarının paylaşımlarının şiddetli geçimsizliğini bir süreliğine dindirmiş olmayı bir zafer gibi sundukları basın toplantısını millete umut olarak sunarken, diğer tarafta devirmeye çalıştıkları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başka bir basın toplantısı düzenliyordu. Konusu ise altılı masa değildi elbet, bilakis devam eden deprem felaketine karşı yapılanları ve yapılacakları anlatıyordu. Gerçek bir mesele için gerçek çözümler, her zaman yaptığı gibi yani.