Yasin Aktay / Yeni Şafak
Türkiye’ye Fransız Fransız bakmak
Fransa’da Cezayirli bir gencin polis tarafından dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülmesi üzerine başlayan ve çığırından çıkan olaylar ister istemez Fransa, sömürgecilik, göçmenler, ırkçılık ve milliyetçilik tartışmalarını tetikledi. Bu olaylarla Türkiye’deki sığınmacıların durumu arasında bazı karşılaştırmalar yapanlar da oldu.
Elbette bir olayın farklı boyutları her zaman başka ülkelerdeki bazı yönleri benzer bazı olaylarla karşılaştırmalar yapmaya sevkeder. Ama “sadece bazı yönleri benzer” olaylar. Türkiye’de de artık azımsanmayacak sayıda sığınmacı varlığı var. Bunların Türkiye’ye geliş sebepleri ve geliş şekilleri ile Türkiye devlet ve toplumunun bunlara bakışı ve davranışını karşılaştırmak da elbette mümkün ama bu karşılaştırmalarda sadece Türkiye ile Fransa sömürgeciliğinin bariz farkı ortaya çıkar ve anlaşılır. Buna mukabil Türkiye’nin de tarihten ve kültürel kimliğinden gelen bariz farkı tebarüz eder.
Fransa’da bugün protestolarla öne çıkan göçmenler aslında birkaç nesildir Fransa’da, tamamına yakını Fransız vatandaşı. Fransa’ya askerlik yaparak, vergi ödeyerek, çalışma hayatında Fransızların yapamayacağı işleri yaparak her türlü katkıyı yapıyorlar. Hatta kendilerini Fransız da hissediyorlar ve Fransa’ya birçok zeminde sahip çıkıyorlar.
Kendi ülkeleri ile Fransa arasında, aslında belki tuhaf gelecek ama, işleyen sömürge kanalları bu nüfus sayesinde canlı kalabiliyor. Çünkü Fransa ile bu insanların köken ülkeleri arasındaki ilişkiler bu göçmen nüfusun Fransa’daki varlığı ve faaliyetleri sayesinde hala canlı kalabiliyor. Fransa Cezayir’i, Tunus’u, Fas’ı, Senegal’i, Mali’yi ve diğer birçok Afrika ülkesini ülkesindeki diasporaları aracılığıyla kontrol etmenin yolunu bulmaya çalışıyor. Zannedildiği gibi Fransa’daki göçmenler Fransa’ya bir yük değil, bilakis Fransa’nın velinimeti.
Buna rağmen Fransa toplumunda özellikle siyasilerde göçmenlere karşı ırkçı duyguları bastırma, onları eğitme, Fransa’yla bütünleştirme yönünde ciddi bir program uygulanmamıştır. Aksine toplumun derinliklerine nüfuz etmiş bir ırkçılık polisin ve resmi kurumların tutumuna da olduğu gibi yansımaktadır. Fransa, sonuna kadar sömürdüğü bir topluma asgari bir saygı bile duymamakta, asgari bir bedel ödemekten geri durmaktadır. Karşılığı da belli zamanlarda patlak veren bu öfke oluyor.
Fransa’daki göçmenlerin durumu, hareketleri ve belli olaylara karşı tepkilerini Türkiye ile karşılaştırmayı bırakın, diğer Avrupa ülkesi Almanya ile bile karşılaştırmak mümkün değil. Almanya’da Türklerin durumu çok daha farklı. Almanya’ya giden Türk işçileri, gitmeyi kendi istedikleri halde, onların emeğine karşı Almanların bir şükran duygusu bile duyduğu söylenebilir. Bir milyonun üstünde Suriyeliyi genellikle seçerek almış olsa bile toplumda entegre etme yönünde ciddi bir arayış ve politikanın sürdürüldüğünü söyleyebiliriz. Bu arayışların zaman zaman entegrasyon yerine asimilasyon hedeflediği yönündeki tartışmalar bile Almanya’da soğukkanlılıkla yürütülüyor.
Bu arada toplumda yabancılara karşı zaman zaman nükseden düşmanlıkla mücadele etmek üzere de ayrı bir hassasiyetin duyulduğu ve bu yönde de ciddi bir politika arayışı olduğunu da söyleyebiliriz. Tabii Almanya’nın Fransa gibi bir sömürgecilik tecrübesinin olmamasının bunda önemli bir payı var.
Türkiye’de ise 3,5 milyon Suriyelinin yanısıra sayıları toplamda 4-5 milyon kadar olduğu tahmin edilen göçmenlerin tamamına yakını ülkelerindeki katlanılamayan şartlardan dolayı kaçıp ülkemize sığınmış insanlardan oluşuyor. O ülkelerle Türkiye arasında tarihsel ve kültürel bağlar var olsa da Fransa gibi bir sömürgecilik ilişkisi asla yok. Türkiye tarihinden, kültüründen ve asil kimliğinden gelen yaklaşımıyla bu insanlara olabilecek en insani yaklaşımla ev sahipliği yaptı. Onları asla ölüme terk etmedi.
Bilakis o ülkeleri yaşanmaz hale getirip ülkemize iten şartlar yine başta Fransa olmak üzere ABD ve Rusya gibi ülkeler tarafından oluşturuluyor. Bugün 3,5 milyon vatandaşını barındırdığımız Suriye’yi insanlarını itecek hale getiren şartların oluşumunda bile Fransa’nın açık rolü var. Baştan itibaren Esadların Baas yönetimini desteklemiş, onlarla ilişkilerini iyi yürütmüş bir ülkedir Fransa. Yine Suriye’yi kendi insanları için yaşanmaz hale getiren ülkelerden İran ile Fransa’nın da arası çok iyi ve Suriye’deki mevcut durumun oluşumunda suç ortaklıkları çok açık.
Buna mukabil kendi yöneticileri tarafından katliamlara maruz kalan Suriye halkı birçok ülkenin yanısıra Türkiye’ye de sığındı ve Türkiye onlara olabilecek en iyi şekilde davrandı.
Bu hikâyede Fransa ile karşılaştırılabilecek bir taraf varsa bu, Fransa’nın sömürgeci-ırkçı yaklaşımı ile Türkiye’de Suriyelilere karşı ırkçılığı ve “yabancı düşmanlığını” körükleyerek bunu bir siyasi rant kapısı haline getiren siyasetçi rolleridir.
Türkiye’deki göçmenlerde de Fransa’daki ayaklanmalarda olduğu gibi kontrol dışına çıkabilecek ve Türkiye’yi kan gölüne döndürecek bir potansiyel görenler aslında kendilerinde bunun için gerekli provokatörlük potansiyelini itiraf etmiş oluyorlar.
Bu tehlikeli siyasetçiler durdurulmazsa hakikaten kehanetini yaptıkları bu yıkımı bu provokatörlük kapasiteleriyle gerçekleştirebilirler. “Tanrıyı kıyamete zorlamak” gibi bir şey. Evet bu ırkçı, iğrenç kışkırtıcı tavırlar serbest kaldığı ölçüde toplumda huzursuzluğa sebep olabilir. Bunu biz de şimdi tahminen söylemiş olalım. Tabii olursa bu, göçmenlerin tutumundan değil, onlara karşı kışkırtıcı söylemlerde ve davranışlarda bulunanlar yüzünden olur. Allah muhafaza, bu ülke bu cibilliyetsizlere bırakılamayacak kadar büyük, asil, şerefli milletiyle bunlara fırsat vermez.
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’in tam da bu kendi cinayetlerini önceden ihbar eden katillere hitaben söylediği gibi: Türkiye Cumhuriyeti, hiç kimsenin evini yurdunu terk etmeyeceği barış ikliminin bölgemizde ve uzak coğrafyalarda tesis edilmesi, ölümden kaçan insanların yurtlarına sağ ve salim dönebilmesi için güçlü bir siyaset takip etmektedir.
Cumhurbaşkanı’mızın ifade ettiği gibi, “sadece mazlumların canlarını ve onurlarını kurtarmak için kapılarımızı açmakla kalmadık, onların yeniden evlerine dönüşü için de her türlü gayreti gösterdik, gösteriyoruz. Türkiye’nin Suriye’de derinleşen insani trajedi karşısında sınır ötesi harekatlarını başlattığı 2016 yılından bugüne kadar oluşturduğu güvenli bölgelere yaklaşık 500 bin Suriyeli geri dönüş yapmıştır. Göçü sınır ötesinde tutmaya yönelik stratejimizi, gönüllü geri dönüşleri teşvik edecek projelerle destekliyoruz...”