Türkiye'nin yaşlanan nüfusu ve yanlış nüfus politikaları

Mustafa Armağan, Türkiye'nin yaşlanan nüfusunu ve ilerde ortaya çıkabilecek problemleri analiz ediyor.

Mustafa Armağan / Yeni Akit

Elimizde patlayan ‘nüfus bombası’

Öteden beri nüfusumuzun çok arttığından şikâyet edenlere rastlarız. Ancak TÜİK’in açıkladığı 2023 yılına ait nüfus bilgilerimiz hiç iç açıcı değildi. Türkiye’nin nüfusunun artış oranı uzun on yıllardan sonradır ki ilk defa yüzde 2’nin çok altına inerek 1,1 olarak gerçekleşti. Bu sonuç da, nüfusun mevcut yapısını korumaya dahi yetmeyecek kadar düşük, ilerisi için vahim sonuçları olacak bir oran demekti.

Sonuçta nüfusumuz önümüzdeki on yıllarda hızla yaşlanacak ve oranı giderek büyüyecek olan yaşlı nüfus üretken/genç nüfusu baskı altına alacak. Avrupa ülkelerinde görüp de dudak büktüğümüz yaşlanma (aging) meselesi artık kapımızı çalmış, hatta evimizin içine girmiş durumdadır.

Rusya, Ukrayna, Yunanistan ve Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin yaşadıklarını biz de yaşayacağız demektir bu. Baksanıza, ülkeden göçmenleri kovacağım diye iş başına gelen aşırı sağcı İtalyan Başbakanı Giorgia Meloni yeni göçmen almazsak sanayimiz duracak demeye başlamış bile. 

Türkiye nüfusunun 100 milyonu hiç bulmayacağı yazılıp çizildiği zaman şaşırıyorduk 1990’larda. Halbuki 2023 nüfus sayımı bilgileri ışığında baktığımız zaman bu doğrultuda ilerlersek görüyoruz ki, 90 milyonu zor bulacağız. Bu da önümüzdeki on yıllarda genç nüfusun çoğunlukta olduğu ülke unvanını kaybedeceğimiz anlamına geliyor.

Fransız nüfus bilimci Alfred Sauvy Avrupa Batacak adlı bir kitap yazdı. Türkçeye 1991 yılında tercüme edilip basılan kitapta Avrupa’nın geleceğiyle ilgili karamsar öngörüler var. Özellikle de nüfus hususunda. Bunlar Türkiye’nin içine girdiği kısır döngüyü de açıklayıcı nitelikte olduğu için okunmaya değer:

“50’li yıllarda zengin ülkeler yoksullardaki çoğalma karşısında büyük korku yaşadılar. Dünya küçüldü, biz zavallıları kaderine terk etme hakkına, tehlikeye koymaktan daha az sahibiz.

Tarihin büyük olayı, fakirlerdeki istek dışı çoğalmayı durdurmak için gösterilen bu yoğun çaba zenginlerde isteğe bağlı bir kısırlığa, gençlikte hızlı bir düşüşe neden oldu. Uyarı zili çaldı.

Bir millet yaşlılıktan yok olabilir mi? Sonsuz mutluluğu içinde yavaş yavaş ölebilir mi? Tarihte ya da tarih öncesinde tatlı ölümler var mı?”

Türkiye önümüzdeki on yıllarda Avrupa’nın yaşadığı nüfus yaşlanması, dolayısıyla nüfusun sabitleşmesi noktasına, hatta azalması tehlikesine uğrayacak gibi görünüyor. Bu durumda ne yapılmalı?

Aslında bu tarihî dönüm noktasını rahmetli Sabahattin Zaim hoca gibi bundan 50 yıl önce gören ve bizi ikaz edenler vardı ama dinlenmedi. 

10 Nisan 1965 tarihinde bir kanun çıkarıldı. Bu kanunun özü Türkiye’de annelerin istedikleri zaman ve istedikleri sayıda çocuk sahibi olabilmeleri için devletin, bir teşkilat kanalıyla isteyenlere yardım etmesini içeriyordu. Her yıl doğurganlık yaşındaki kadınların yüzde beşini doğum kontrolüyle engellesek nüfus artış hızı yüzde 2’ye düşecekti hesaplarınca.

O yıllarda radyo ve televizyonlarda bunun reklamı yapılıyor, hatta gezici sağlık ekipleri kadınları ikna için mahalle mahalle dolaşıyordu.  

Türkiye solu da bu planı desteklemiş, gayet çirkin bir benzetmeyle –afedersiniz- hayvanlar gibi doğurmayalım temalı kampanyalar açılmıştı. 

Sabahattin Zaim Türkiye’de Nüfus Meselesi adlı 1973 tarihli kitabında o yıllarda genç gibi görünen nüfusumuzun aslında istatistik trendlere bakıldığında artış hızının düştüğünü tespit etmiş, zirveye 1960 yılında ulaşan nüfus artış hızımızın 1965 ve 1970’te düşmeye başladığını söylemişti. 

Bir şey daha söylemişti: Aile planlaması ve doğum kontrolü yapmak bir yana, tam tersine doğum oranı artırılmalıydı ki gelecekte nüfussuz veya genç nüfussuz kalmayalım ve sanayileşme sürecini alnımızın akıyla tamamlayalım. Yani nüfus artışından değil, düşüşünden endişe duymamız gerekirdi. 

Şöyle uyarıyordu Zaim hoca: 

“Türkiye nüfus yapısı itibariyle tepe noktayı dönmüş, nüfus artış hızı azalmaya başlamıştır. Bundan böyle nüfus kontrolü siyasetinden vazgeçmek lazımdır.”

Son bir uyarı daha yapıyordu:

“Aile Planlaması dünya nüfus siyasetini yöneten güçlerin nüfus politikasına alet olmaktan çıkarılmalıdır.”

İşte o nüfus siyasetini yöneten güçlerin kim olduğunu öğrendiğimiz zaman Türkiye’nin 50 yılda nasıl bir nüfus daralması kıskacı içine sokulduğunu da çözmüş olacağız.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası