Türkiye’nin Suriye’deki Yalnızlığı

Türkiye’nin Suriye meselesinde bölgedeki hiçbir aktör ile aynı paydada buluşamadığına dikkat çektiği bugünkü yazısında Mustafa Karaalioğlu, “Türkiye, Suriye’de sanılandan daha yalnızdır.” ifadelerini kullanıyor.

Mustafa Karaalioğlu tarafından kaleme alınan ve bugün Karar gazetesinde “Suriye Yalnızlığı” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Esad rejiminin Doğu Guta’da sistematik şekilde sürdürdüğü katliam sadece Şam’ın emniyet altına alınması amacını içermiyor. Şam başta olmak üzere rejimin muhalif sivilleri tümden tasfiye etmek, etkisizleştirmek ve göçe zorlamak politikasını yansıtıyor. Beraberinde en güçlü mesaj ise, tamamına yakını göçmen ve sığınmacı durumuna düşmüş 8 milyon Suriyelinin ülkeye bir daha geri dönmesini önlemeye yöneliktir. Esad için ayakta kalabilmenin yolu başlangıçta nasıl katliamlara dayanmak idiyse bugün de bildiği tek yolu izlemekten geçiyor.

***

Bu şartlar altında hangi mülteci ülkesine geri dönebilir veya işler bir parça yoluna girecek olsa bile kime “Geri dön” denilebilir? Esad yönetiminde yaşamaya zorlamak her durumda insanları ölüme yollamaktan başka anlam taşımamaktadır.

Yani, başta Türkiye olmak üzere ilgili ilgisiz bütün ülkeler umutsuzca Suriye’de toprak bütünlüğüne dayalı bir istikrar peşinde koşarken Esad’ın ve gerçekte Putin’in yaratmak istediği ülke etnik ve mezhepsel olarak arındırılmış; toprak bütünlüğünden çok rejimin bir şekilde ayakta kalmasını hedefleyen başka bir modeldir. Bu mümkün olabilir mi? Demokratik temsile dayalı yeni bir yönetimin tesis edilmesinden çok daha mümkün ne yazık ki… Nasıl olsa yapanın yanına kâr kalan bir dünyada yaşıyoruz. O kadar çok şey Rusya’nın yanına kâr kaldı ki muhalif halk kitlelerinden arındırılmış bir Suriye ve uydu Esad rejimi neden kalmasın?

Gerçekçi olmanın tam zamanıdır; bu perspektif aynı zamanda Türkiye’nin Afrin’le başlayan ve sınır boyunca teröre karşı güvenlik hedefleyen arayışları için de tehlike arz etmektedir. ABD şöyle dursun, en başta Rusya bu girişime müsaade etmeyecektir. Ruslar bunu hiç gizlemiyorlar ve nitekim Dışişleri Bakanı daha dün, Guta’dan kimyasal silah dumanları yükselirken Türkiye’nin Afrin’i rejime terk etmesi gerektiğini söyledi. Bu çağrının ne kadar garip olduğunu anlamak için, birkaç gün önce Ankara’da Erdoğan-Putin-Ruhani’nin birlikte poz verdiğini hatırlatmaya gerek var mı acaba? Nerede Astana süreci ve nerede o çok konuştuğumuz Türkiye-Rusya dostluğu?

Türkiye, Suriye’de sanılandan daha yalnızdır. ABD ile uyumsuzluk var ve hiç olmazsa bu aşikar bir durumdur. Ancak, Rusya ile görünürde uyum var ama gerçekte tam bir tezat hali yaşıyoruz. O kadar ki Ankara ile Washington mesela Münbiç konusunda bir şekilde anlaşacak olsa bile Rusya’nın buna karşı tavır koyma ihtimali yüksektir. Yani, Moskova Türkiye’nin Suriye’de ister güvenlik kaygılarıyla ister göçün geri döndürülmesi, isterse de başka gerekçelerle yol almasına izin vermeyecektir. YPG’ye karşı nazik tutum, Esad katliamlarına yönelik sınırsız destek ve en nihayet Afrin’in terk edilmesine yönelik çağrılar dahil olmak üzere bütün göstergeler buna işaret ediyor.

***

Öte yandan, bu sarmaldan kurtulmak için ittifak geliştirmek için elverişli bir zemin de bulunmuyor. ABD ile ciddi problemler yaşanıyor, Avrupa ise malum hemen her problemde hedefimizde bulunuyor.

Bu tabloda yapılabilecek şey, tek taraflı bağımlılıkları azaltarak hasarlı olsa da bütün ittifakları aktif hale getirmeye çalışmaktadır. Sonuçta Türkiye’nin Suriye dosyasında küçümsenemeyecek bir potansiyeli bulunuyor ve henüz fırsat varken vazgeçilmezliği kullanacak yeni politikalar üretmek gerekiyor. Bağımlılık ve buna bağlı sıkışmışlık azalırsa seçenek tabiatı gereği artacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil
Esed'in müftüsü Ahmed Hassûn şimdi ne yapıyor?
“Suriyeli mülteci” etiketi ve toplumsal imtihanımız
Kemalistlerin 94 yıldır üzerinde tepindiği Menemen’de ne oldu?