Islahhaber, Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle beraber çoğu kişi ve kesimce “değişim” olarak yorumlanan İran-ABD ilişkilerinde baş gösteren gelişmeleri ve buna kaynaklık eden muhtemel faktörleri Prof. Dr. Muhittin Ataman ile konuştu.
***
Prof. Dr. Muhittin Ataman Kimdir?
1968 Tatvan/Bitlis doğumlu olan Prof. Dr. Muhittin Ataman, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Öğretim üyesidir. Şu an itibariyle Ankara’da Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) Genel Sekreteri olarak görev yapan Ataman, aynı zamanda SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) Dış Politika biriminde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Uluslararası İlişkiler Teorileri, Türk Dış Politikası, Ortadoğu Politikası, Uluslararası Örgütler, Milliyetçilik ve Etnik Politika, Uluslararası Ekonomi Politik, Avrupa Birliği Siyaseti vb. alanlara ilişkin çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Muhittin Ataman’ın söz konusu alanlarda hazırlanmış makaleleri çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlandı/yayımlanmaktadır. Ortadoğu Yıllığı’nın derlenmesinde yoğun katkıları olan Ataman’ın Nobel Yayınları arasından çıkan “Küresel Güç ve Refah: Uluslararası Ekonomi Politik Teorileri ve Alanları” ve Kemal İnat ile Burhanettin Duran’la birlikte derlediği “Dünya Çatışma Alanları” isimli iki kitabı da bulunmaktadır.
***
Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte edindiği retorik ve attığı bir dizi adım birçok kesimce İran-ABD ilişkilerinde değişim olarak okundu. Sizce de İran-ABD ilişkilerinde bir değişimden söz edilebilir mi?
İRAN’IN DIŞ POLİTİKASINDA SÖYLEM DEĞİŞİKLİĞİ OLDU
Ruhani’nin seçilmesinden sonra İran dış politikasında genel manada bir söylem değişikliği oldu. Uluslararası sistemden dışlanmanın maliyeti katlanılmaz hale gelince küresel sistemdeki etkili aktörlerle diyaloga geçmek zorunda kaldılar. Dolayısıyla İran’ın, ABD ile ilişkileri geliştirmesi de bir gereklilik olmuştu.
Peki, bu değişimin mahiyeti ve niteliği hakkında neler söylenebilir? Bu, öze yönelik stratejik bir değişim mi; yoksa salt konjonktürel bir taktikten mi ibaret? Ayrıca bu değişimi zorlayan ne tür faktörlerden bahsedilebilir?
İRAN-ABD İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ BELİRSİZ
İran-ABD ilişkilerindeki değişimin kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Ancak bunun ne kadar süreceği ve hangi düzeye çıkarılacağı konusunda net bir şey söylemek mümkün değil. Arap isyanlarının neden olduğu bir bölgesel değişim süreci başlamış bulunmaktadır. Bunun bir stratejik değişim mi yoksa konjonktürel bir taktik olması mı sorusu uluslararası politika bakımından çok önemli değildir. Çünkü ulusal çıkarların değişmesiyle devletlerin politikaları, stratejileri ve dolayısıyla dostları da değişir.
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKA VİZYONU RAHATSIZ EDİYOR
İran-ABD ilişkilerinde önemli olan, iki ülke ilişkilerinde bir yumuşamanın taraflarca gerekli görüldüğüdür. Bunu zorlayan faktörlerin başında değişen bölgesel dengeler gelmektedir. Bunlardan biri Türkiye’nin alternatif bir güç merkezi olarak ortaya çıkmasıdır. Türkiye’nin sistem içinde kalarak sistemi eleştirmesi ve tedrici bir bölgesel değişimden yana olması, bölge halklarına karşı kalkınma yardımlarında bulunması ve yumuşak güç unsurlarını kullanması hem İran ve İsrail gibi bölge ülkelerini hem de ABD gibi küresel aktörleri rahatsız etmektedir. Çünkü Türkiye, her iki tarafın da retoriklerini, söylemlerini kullanabilmektedir.
İRAN-ABD YAKINLAŞMASINDAN İSRAİL VE SUUDİ ARABİSTAN RAHATSIZ
Öte yandan, Rusya başta olmak üzere diğer küresel güçlerle Suudi Arabistan ve İsrail gibi bölge ülkelerinin bu sürece ilişkin tutumları, başlatılan sürecin kaderini doğrudan etkilemektedir. Rusya, İran’ın uluslararası sistem tarafından kabul edilmesini olumlu görürken; Suudi Arabistan ile İsrail, ABD’nin İran’la işbirliğine karşı çıkmaktadırlar.
ABD ile ilişkilerin esnekleştirilmesi politikasında Ruhani başarılı olabilir mi? Bu sadece Ruhani kadrosunun bir isteği mi yoksa arka planda rejimin kurucu zinde güçlerinin iradesi mi var? Ruhani’nin adımları ülkede hâkim güçler nezdinde nasıl algılanmakta?
DEĞİŞİM, İRAN DERİN DEVLETİNİN SİYASETİNİN SONUCU
İran’ın tarihsel olarak jeopolitik ve stratejik çıkarları merkeze alan siyasi geleneği, Ruhani’nin de miras aldığı tarihsel bir birikimdir. Dolayısıyla esneklik aslında İslam İnkılabı sonrası dönemde bile vardı ancak devrim retoriği bunu ikinci plana itmişti. Yaşanan bu değişimin İran devletinin derin siyasetinin bir gereği ve sonucu olduğunu düşünüyorum. Tıpkı ABD’de Bush sonrası Demokrat Parti’den siyasi bir başkanın seçilmesi ve Katolik Kilisesi’nin başına Avrupa dışından (Latin Amerika’dan) bir papanın getirilmesi gibi, Ahmedinecad gibi radikal söylemler kullanan bir devlet başkanından sonra İran da daha yumuşak söyleme sahip bir lider çıkarmıştır.
ABD İLE YAKINLAŞMANIN KARŞISINDA DURAN KESİMLER DE VAR
Dolayısıyla Ruhani’nin söyleminin ve politika değişikliğinin İran devletinin bir tercihi olduğu söylenebilir. Ancak ülkedeki tüm kesimlerin Ruhani’nin bu yeni söylemini benimsemesi beklenemez. İran’da Batıyla ilişkiler söz konusu olduğunda farklı tavırlar takınan gruplar var. Bazıları Batıyla ilişkiler geliştirmeyi siyasi bir gereklilik olarak görürken, diğer bazıları ise dinsel gerekçelerle Batıyla ilişkilerin geliştirilmemesini savunmaktadırlar.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde Ruhani’nin seçilmesi durumunda İran’ın Suriye politikasında da değişim yaşanacağı yönünde yorumlar yapılıyordu. Gelinen noktadan bakıldığında bu yorumları doğrulayacak türden uygulamalardan söz edilebilir mi? Sizce Ruhani İran’ın Suriye politikasında kırılma yaratabilir mi?
İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ KÖKLERİ HUMEYNİ’YE KADAR UZANIYOR
Ruhani’nin seçilmesinde İran’ın Suriye politikasının değişmesini beklemek çok gerçekçi değildi, zaten değişmedi de. İran-Suriye ilişkileri, İslam İnkılabı’nın gerçekleşmesinden beri oldukça sıcaktır. Humeyni bile Suriye’yi en yakın müttefik olarak tanımlamıştır. Bu yakın ilişkiler dolayısıyla 1982 yılındaki Hama Katliamı sırasında bile Humeyni ve İslami İran Suriye’yi suçlamaktan ve kınamaktan kaçınmış, bölgedeki en önemli İslami Hareketin şiddetle yok edilmesine seyirci kalmıştır.
SURİYE POLİTİKASINDA KIRILMA RUHANİ’Yİ AŞAR
İran’ın bu tavrı realist bir perspektiften okunabilir, okunmalıdır. Sosyalist ve Arap milliyetçisi olmasına rağmen sekiz yıllık İran-Irak Savaşı boyunca aynı ismi taşıyan Irak’taki Baas Yönetimine karşı İran’a destek veren Suriye, daima İran’ın desteğine ve takdirine mazhar olmuştur. İran’ın bölgesel siyasetinde ve hesaplamalarında merkezi bir rol oynayan Suriye Yönetimini terk etmesi çok zordur. Bu tavır, bir hükümet tavrı değil, derin İran devleti tavrıdır. Dolayısıyla Ruhani’nin de Suriye konusunda çok farklı bir tavır almasını beklemiyorum. Ancak bölgesel dengeler ve küresel güçlerle ilişkiler dolayısıyla Suriye konusunda farklı bir siyasi söylem geliştirmesi mümkündür. Yani, Suriye siyasetindeki muhtemel bir değişim, İran iç siyasetinden ziyade bölgesel ve küresel dinamiklerle mümkün olacaktır.
Son olarak Tahran belediyesinin meydanları Amerikan karşıtı afişlerden “Şeytan temizliği” operasyonu adı altında arındırması değişim politikasının en somut kanıtı olarak yorumlandı. Hatırlayacak olursak Afganistan ve Irak’ın işgal sürecinde de İran-ABD çıkarları onları birbirine yakınlaştırmıştı. Ancak bu çıkar örtüşmesi beraberinde bugünküsü gibi bir değişim sürecini tetiklememişti. Sizce bugünkü yakınlaşmaya kaynaklık eden faktörler arasında Suriye’de yükseldiği söylenen ve her iki ülke tarafından da ortak tehdit şeklinde algılanan “Selefi yükseliş”in payı da var mı?
Tahran Belediyesinin, şehir meydanlarındaki Amerikan karşıtı afişleri temizlemesi, İran-ABD ilişkilerindeki retoriğin değişmesi anlamına gelmektedir. Devrimin gerçekleşmesinden beri ikili ilişkiler daha çok semboller üzerinden yürütülmekteydi. Bundan sonra ideolojik ve retorik düzeyindeki ilişkiler daha somut ve reel, bölge ve dünya gerçeklikleri dikkate alınarak yürütülecektir.
İRAN-ABD ÇIKARLARI SURİYE’DE ÖRTÜŞÜYOR
Dediğiniz gibi Afganistan ve Irak işgallerinde iki ülkenin, İran ile ABD’nin çıkarları örtüştü. Afganistan’da İran karşıtı güçler cezalandırılırken, Irak’ta Saddam yönetimi yerine bir Şii yönetimin kurulması sağlandı. Bu iki olaydan da İran kazançlı çıktı; İran’a bunu sağlayan da ABD oldu. Şimdi aynı şey Suriye’de de yapılmaya çalışılmaktadır. Esed rejiminin yıkılmasından en fazla zarar görecek devletlerin başında İran gelmektedir. Tersine düşünüldüğünde Esed rejiminin devam ettirilmesi de öncelikle İran’ın çıkarınadır.
SURİYE, STATÜKOCU CEPHE İLE DEĞİŞİMCİ CEPHENİN ÇEKİŞMESİNE SAHNE OLUYOR
Herkes biliyor ki Suriye sorunu sadece Suriye’den ibaret değildir. İran ve İsrail’in başını çektiği çatışmacı söylem ve statükocu cephe ile Türkiye’nin başını çektiği kuşatıcı söylem ve değişimci cephe Suriye sorununa doğrudan taraf olmuşlar ve sorunun kendi beklentileri doğrultusunda sona ermesi için çalışmaktadırlar.
TÜRKİYE’NİN YAPICI ROLÜ VE İSLAMCI YÜKSELİŞ, İRAN-ABD-İSRAİL’İ YAKINLAŞTIRIYOR
İran ile ABD arasındaki bu yakınlaşmayı sağlayan faktörlerin başında ABD’nin de statükocu bakış açısına sahip olması, çatışmadan beslenen İsrail’in mevcut Suriye rejimi gibi zararsız bir düşmandan yana tavır alması, Türkiye’nin bölgede artan yapıcı ve etkili rolünün engellenmesi ve tabii ki İsrail ve İran karşıtı Selefi hareketin Suriye dahil, bütün bölge ülkelerinde aktif ve etkili olması gelmektedir.
Bölge ekseninde söz konusu olan bu değişim üzerine gelişen yeni ittifakların geleceği için neler söylemek istersiniz?
İŞBİRLİĞİ VE İTTİFAKLARIN KALICILIĞI TARTIŞMALI
Bölge siyasetindeki ilişkilerin karmaşıklığı, net analizler yapmaya izin vermemektedir. Her an kurulmuş işbirlikleri ve ittifaklar yıkılabilmekte, yerine yenileri kurulabilmektedir. Dolayısıyla muhtemel gelişmelerin bugünkü siyasi süreci nereye götüreceği de ancak bu olayların analiziyle mümkün olacaktır.