Türkiye'nin "körfez çıkarması" nasıl karşılık buldu?

Taha Kılınç, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kurmaylarının körfez ülkelerine yönelik yeni hamlesini değerlendiriyor.

Taha Kılınç / Yeni Akit

Körfez çıkarması

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ı kapsayan Körfez turu, geçtiğimiz hafta dünya basınında en çok konuşulan konular arasındaydı. Yapılan değerlendirmeler, temasları ekonomik, siyasî ve stratejik yönlerden ele alırken, hepsinde altı çizilen nokta aynıydı: Ortadoğu’da bölgesel entegrasyon ve işbirliği imkânları artıyor, bu arada Türkiye’nin rolü de belirginleşiyor.

Cidde, Abu Dabi ve Doha’ya yapılan ziyaretler, Türkiye’de bazı kesimler tarafından “Arapların ayağına gitmek” parantezine alınarak karikatürize edilse de, meselenin çok daha geniş bir bağlamda, bölgemizin iç dengeleriyle ilişkilendirilerek yorumlanması şart. Bu çerçevede, şu noktaların altının bilhassa çizilmesi gerekiyor:

*Ortadoğu’da hiçbir ülke, diğerini ya da diğerlerini dışlayıp yok sayacak durumda değil. Buna hem bölgenin kendine has özellikleri hem de uluslararası arenanın mevcut durumu müsaade etmiyor. ABD belirgin biçimde sahadaki tesirlerini yitiriyor, Avrupa iç sorunlarla boğuşuyor, Rusya kapana kısılmış vaziyette, Çin’in elindeki kapital tek başına bölgeyi domine etmeye yetmiyor.

*Türkiye, geçtiğimiz yıllarda yaşanan gerilimler ve krizler sırasında, her zaman yapıcı davranan taraf oldu. Arap dünyasıyla ve Körfez ülkeleriyle su yüzüne çıkan anlaşmazlıklarda, ilk negatif adımlar hep muhataplarımızdan geldi. Şimdi şahit olunan değişim ve iyileşmeler, aslında karşı tarafta / taraflarda tavır değişikliği yaşandığını gösteriyor.

*Yeni süreçte Türkiye’yi “Araplara muhtaç” olarak görmek, fotoğrafı tamamen yanlış okumak olur. Körfez’in de birçok alanda Türkiye’ye ihtiyacı var. Hatta öyle meseleler var ki, çözümün anahtarı sadece Türkiye’de. Bunun farkında olan Arap muhataplarımızın, Ankara’yı kaybetmek yerine kazanmayı seçmeleri son derece doğal.

*Arap dünyasının genelinde, İran, tahripkâr tesirleri giderek artan ve muhakkak alt edilmesi gereken bir rakip -hatta hasım- şeklinde algılanıyor. Türkiye’nin yeniden Körfez’le entegre olması sürecinden, İran’ın Ortadoğu’daki etki ve nüfuz alanının daraltılması şeklinde bir netice de bekleniyor. Özellikle Suudi Arabistan, bu noktada Türkiye ile yakın çalışmak istiyor.

*Bütün dostluk tezahürlerine, imzalanan anlaşmalara ve objektiflere verilen “muhabbet dolu” pozlara rağmen, bölge ülkeleri arasındaki rekabetler tamamen yok olmuş değil. İran, Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan, Ortadoğu masasının dört ayağını oluşturmaya devam ediyor ve edecek. Bu dört ayak arasındaki ilişkilerin ve irtibatın seyri, tarih boyunca olduğu gibi, bundan sonra da bölgemizin kaderini ve istikbalini belirlemeyi sürdürecek.

*Özellikle Suudi Arabistan’la Birleşik Arap Emirlikleri arasında son derece sert ve yıkıcı bir gerilimin yaşandığı görülüyor. Mısır, Sudan ve Yemen’de belirginleşen bu gerilim, her iki ülkenin Katar ve Türkiye ile ilişkilerine de yansıyor. Yine tamamen kendi menfaatleri gereği, Riyad ve Abu Dabi’nin son aylarda “Türkiye’yi yanına çekme yarışı”na girdiklerine şahit olunuyor. Türk diplomatlar açısından, son derece öğretici ve sahadaki kabiliyetleri sergileme imkânı vaat eden günlerden geçiyoruz.

*Türkiye ile Katar arasında kurulan sağlam ve derin ittifak, son 10 yılın bütün krizlerinden Ankara ve Doha’nın en az hasarla çıkmasını sağladı. İşbirliği her alanda kökleşti. Örneğin, Katar’a komşuları tarafından başlatılan ablukada Türkiye elindeki bütün imkânlarla yardıma koşarken, 6 Şubat’taki Kahramanmaraş Depremi’nde Arap dünyasından en kapsamlı destek Katar’dan geldi. Türkiye-Katar ilişkileri krizlerle ve çok çeşitli sarsıntılarla sınandı, hepsinden de alnının akıyla çıktı. Her iki tarafa önemli faydalar sağlayan bu sürecin, Ortadoğu’daki bütün başkentlerde çok yakından izlendiğine şüphe yok.

*Türkiye açısından, Körfez’le köprülerin yeniden kurulduğu bu sürecin en büyük sınavı, Arap dünyasına ve Araplara karşı iç kamuoyunda yer etmiş bulunan bazı önyargı ve şüpheleri gidermeye çalışmak olacak. Bu önyargı ve şüphelerin hepsini yok etmek elbette mümkün değil, ancak en azından bir kısmının izalesi için alınacak birtakım tedbirler, yapılacak halkla ilişkiler çalışmaları ve kurumsal anlamda atılacak adımlar var. Yaşanan bunca tecrübeden sonra, söz konusu tedbir, çalışma ve adımların ne olduğu da, zannediyorum ilgililerine malumdur.

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?