AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefena Füle’nin geçen hafta Perşembe günü tek gündemi Türkiye’ymiş anlaşılan. Önce Brüksel’de AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu toplantısına katılmış. AB Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da olduğu toplantıda HSYK, Twitter meseleleriyle ilgili AB’nin eleştirilerini sıralamış. Herhalde kendisine Dan Brown romanı gibi geldiği için Paralel Devlet meselesini es geçip, polis ve savcıların görevden alınmalarıyla ilgili kaygılarını paylaşmış. Türkiye medyasına bakılırsa konuşması bir atarlı liseli âşık ergenin konuşması. Halbuki konuşmanın tam adı bile: Türkiye-AB İlişkileri: Başarılar, hayal kırıklıkları.
Konuşmanın başarılar kısmında 2013’ün sonunda Türkiye-AB ilişkilerinde “yenilenmiş bir momentumdan” bahsedip enerjiden dış politikaya ortak bir vizyona vurgu yapan, vizelerin kaldırılmasından, yeni fasılların açılmasından bahseden de aynı Çek Komiser.
Aynı gün yine Brüksel’de bizim medyanın neredeyse hiç görmediği Centre for European Policy Studies’de bir konuşma daha yaptı Füle. Türkiye ve Gümrük Birliği başlıklı konuşmada “gelelim esas meselelere” demiş, pozitif momentumun parametrelerini açmış.
Türkiye AB ilişkilerinin üzerinde oturduğu sağlam temelleri anlatan Füle’nin verdiği rakamlar politik eleştirilerin Türkiye’deki bazı çevrelerin umduğu gibi istesek de karşılıklı bağları koparamayacağımızı gösteriyor. Türkiye, ticaretinin yüzde 40’ını AB ülkeleriyle yapıyor. Ve hem ticaret hacmi hem de Türkiye’nin AB ülkelerine ihracatı 2013’te artmış. Yine Türkiye’de yatırım yapan yabancı sermayenin yarısı AB ülkelerinden. AB ülkelerinde ise 160 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 600.000 kişiye istihdam sağlıyor.
İlişkileri güçlendiren esas meseleleri sıralarken Füle’nin önce dış politikada Türkiye’nin anahtar rolünden ama ısrarla Türkiye’nin hayati gaz ve petrol hatlarının geçiş güzergâhı olmasından dem vurması boşuna değil.
Muhtemelen o da Putin’den gelen o mektubu okuyarak bu toplantıya geldi. Putin’in Türkiye’nin aralarında olduğu 18 ülkeye gönderdiği Ukrayna’yı gazı kesmekle tehdit edip, bu krizde Ukrayna’yı tutan ülkelere de "çok seviyorsanız bize olan borcunu ödeyin" dediği mektuptan bahsediyoruz.
Eski bir Çek komünist olan Füle’ye bu mektuptaki Rus tehdidi herhalde herkesten daha tanıdık gelmiştir. Prag Baharı’nı kana bulayan Moskova’nın yeni patronunun bu geri dönüşü en çok onu endişelendiriyor olmalı. Memleketi Çek Cumhuriyeti’ni ısıtan doğalgazın yüzde 80’inin vanası Putin’in elinin altında çünkü.
Putin’i ringe geri çağırmak için yollarına votkalar döken, ona dış politikada rahatça Kalinka dansları edebileceği geniş alanlar bırakan HDP Eş Başkanı ruh haliyle ABD imparatorluğunu yöneten Obama bile geçen haftalarda Avrupalı liderlere “savunma harcamalarını kısmaya son” tavsiyesinde bulundu.
Bütün bu manzarada 80’lerin okul kitaplarından, TRT haberlerinden çok tanıdık bir lafın geri dönmesi an meselesidir: Türkiye’nin jeopolitik önemi.
Türkiye, Putin’in doğalgaz vanalarının kırmızı düğmesini bir zamanlar soğuk savaştaki nükleer silahların kırmızı düğmesi gibi kullanmaya başlaması, bir alternatif olabilecek İran’la nükleer görüşmelerinin artık iflah olmaz şekilde çıkmaza girmesiyle, Batı’nın ısınma ve motorları çalıştırmak için son umut köprüsü artık. Kürdistan doğalgazı ve petrolleri ve Doğu Akdeniz’deki büyük ümitler bağlanan doğalgazın Batı’ya tek ve kaçınılmaz güvenli geçiş yolu Türkiye çünkü.
Türkiye Kürt sorununu çözüm hamlesiyle kurtulduğu tabularıyla Erbil’le Barzani’yle kurduğu ilişkiler sayesinde Kürt petrollerinin geçiş güzergâhı haline geldi bile. Doğu Akdeniz’deki rezervler için ise Kıbrıs sorununun çözümü ve İsrail’le ilişkilerin normale dönmesi gerekiyor. Bu momentumla Hükümet İsrail’le anlaşmanın artık eşiğinde duruyor, bir zamanlar Türkiye’de darbe hazırlığı nedeni olan Kıbrıs’taki çözüm ise hiç bu kadar yakın olmamıştı.
Ellerinde kalanlarla “Soğuk Suudi Arabistan” denen Rusya’nın Putin’in libido enerjisiyle geri dönüşü, kendini İsveçli bir sosyal demokrat belediye başkanı sanan Obama’nın onu sahada yalnız bırakmasının sonuçlarını Batı en son Kırım’da rezil olarak gördü. AB bayraklarıyla isyan çıkarıp, onlarca kayıp veren Ukraynalıların beklediği Beyaz Atlı Şövalyeler bir türlü gelmedi.
Ama başta ABD, sahalara geri dönme işaretleri veriyor. Sahalara dönülecek adres de belli. Bozgunun başladığı yer; Suriye. Suriye’de ABD’nin muhaliflere silah yardımı için aktif bir çalışma başlattığı Amerikan medyasına kadar düştü. Ankara’da üst düzey bir yetkilinin söylediği gibi ABD’nin Suriye dönüşünün arkasında başka yerlerdeki al-verler var. ABD, Kırım’da karizmasını çizen Rusya’nın karizmasını Suriye’de çizmek istiyor. Rusya da karizmasını fazla çizdirmemek için buna pek direnmek istemeyebilir. Yine aynı üst düzey yetkiliden öğrendiğimize göre Türkiye ile ABD arasındaki Suriye kara kedisi de artık yok. Suriye’de kimyasal silahı bile görmezlikten gelen ABD ve AB’nin Türkiye’nin Suriye politikasına yaklaşmakta, İŞİD, el-Kaide meselesi de dahil ortak bir vizyonda buluşuldu. Siyasi çözümden sonuç çıkmadığını herkes kabul ediyor ve masaya şu ana kadar gelmemiş bütün alternatifler geliyor.
Artan jeopolitik önemimiz bu kez salt emlak tacirliğiyle oturduğumuz yerden değil. Türkiye’nin son dönemde içeride ve dışarıda attığı adımlar, ortaya koyduğu dış politika ve ekonomideki performansıyla hak edilmiş bir önem bu. Yani bu kez kan, ter ve akıl var arkasında.
Bütün riskleri alınarak başlatılmış Kürt barışının, Suriye ve Mısır’da Arap Baharı’nın arkasında durmaya devam edilerek elde edilmiş değerli yalnızlığın, Başbakan Erdoğan’ın sistem içinden sisteme karşı çıkarak topladığı politik gücün, ekonomideki başarı hikâyesinin sonuçları bunlar.
Yani, “iktidarın sırtını sıvazlamayın” diye Batılı liderlere yalvarmaya kadar işi vardırmışları günün sonunda hayal kırıklıkları ve eğer şansları yaver giderse evin haylaz, laf dinlemez çocuğu muamelesi bekliyor. Hem de bu kez yanaklarını okşayıp onları teselli edecek bir Cumhurbaşkanı bile olmayacak…
Not: Dışişleri Bakanlığı’nın İstanbul'da 10 gazeteciye Chatham House kurallarıyla yaptığı bilgilendirme toplantısına ben de katıldım. Bu yararlı toplantıda konuşan yetkilinin baştaki anlaşmaya aykırı olarak neredeyse adının verilmesi, üstüne üstlük bize emanet ettiği sözlerinin çarptırılması gazetecilik açısından hiç şık olmadı. O toplantıda tabii ki Dışişleri'ndeki dinlenip sızdırılan toplantı hakkında da konuşuldu. Tam tersine sorular üzerine dış istihbarat ihtimalinin zayıf olduğu net bir şekilde söylendi. Küçük bir salondu, kulakları olan herkes de duydu bunu.
Not iki: Karşı Gazetesi kapandı. 100’e yakın gazeteci arkadaşımız işsiz kaldı. Gazetenin hikâyesi ilginç. Gazetenin karsigazetesi.com adlı internet sitesinin domain hesabı 26 Aralık’ta alınmış. Yani 25 Aralık operasyonunun boşa çıkmasından hemen sonra. 9 Şubat’ta çıkan gazete, kapanmasına kadar 17-25 Aralık operasyonlarını yapan ama görevden alınan polis ve savcıların ellerinde kalan malzemeden çıkardı manşetlerini. Gündem ne olursa olsun aynı Emniyet muhabirinin tape manşetleri yer aldı en tepede. Sonra aynı işi bedava Twitter hesapları, hem de daha etkili olarak görmeye başlayınca, gazetenin manşetleri konuşulmaz oldu. Sonra gazetede ekonomik sorunlar çıktı. Seçimler bitti, AKP kesin bir zafer elde etti. Ve Karşı Gazetesi kapandı.
TÜRKİYE