“Bölgeyi istikrara kavuşturmak Türkiye ve İsrail’in ortak çıkarı”ymış meğer. Hürriyet’ten Verda Özer’e konuşan İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen siyasete ve kamuoyuna şöyle sesleniyor: “Ancak birlikte başarabiliriz.”. Tabiatı icabı İsrail gibi varlığını işgal ve katliam politikalarıyla sürdürebilen bir devletin istikrar ve başarıdan kast ettiği şey bir bütün olarak Filistin toprakları ve halkının yutulması demektir. Dolayısıyla hangi istikrar, hangi başarı, nereden çıktı bu birliktelik gibi soruların sorulması diplomatik bir nezaketsizlik olarak algılandığı için gazeteciler bu mayınlı alandan olabildiğince uzak duruyorlar.
Diğer Siyonist emsalleri gibi Cohen’e de kulak verecek olursak Türkiye ve İsrail’in bekası ayrılması mümkün olmayacak şekilde birbirlerine bağlıymış. İsrail olmadan Türkiye, Türkiye olmadan İsrail istikrara kavuşamaz, diyor Cohen ve ortak bir hedef gösteriyor: Bölgeyi istikrarsızlaştıran cihadist unsurlara karşı ortak hareket. Özellikle de ‘Suriye’deki cihatçı terör örgütlerini bertaraf etmek için göz göze olalım’ çağrısı yapıyor.
Siyonist İşgal İstikrarsızlaştırıyor
İsrail bir taraftan Türkiye’yi Gazze’ye yardım edebilmenin şartı olarak Hamas’ın devreden çıkarılması için bir formül bulmaya mecbur kılmaya çabalıyor. Diğer taraftan da güya ezeli düşmanı Esed/Baas rejimine dair tek kelime etmeden Suriye’deki cihadist unsurlara karşı ortak operasyon yapma hususunda teşvik ediyor. AB ve ABD gibi, Rusya ve İran gibi İsrail’in de Orta Doğu’da istikrardan anladığı “cihadist unsurlar”a karşı çokuluslu askeri operasyonlara girişmekten ibaret. Ne işgalcilerin ne despotizmin ne de birlikte icra ettikleri yıkım ve seri cinayetlerin durdurulması gibi bir teklif akıllara hiç ama hiç gelmiyor.
Son dönemde Türkiye ve İsrail arasında kimi yakınlaşmaları hızlandırmak üzere takvime bağlı bazı görüşmelerin kamuoyuna daha bir sıklıkla yansıdığına şahit oluyoruz. İsrail’in NATO’da daimi temsilcilik ofisi açabilmesi yönünde Türkiye’nin vetosunu kaldırması bu yönde atılan kritik bir adım oldu. Bu gelişmeleri izah sadedinde genellikle Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılacağı, İsrail’den askeri teknoloji temin edileceği ve son dönemde iyice gerilen bölgede İsrail gibi ABD nezdinde güçlü bir teminat kazanılmak istendiği yönünde görüşler ifade edilir oldu.
Türkiye-İsrail yakınlaşmasını izah ve ikna için kullanılan bu argümanlar doğru ve mümkün müdür peki? Türkiye’nin İsrail’e yakınlaşarak, askeri anlaşma ve operasyonlar için oluşturulmak istenen zemine paydaş olarak hem kendi adına hem de Filistin mücadelesi adına kazanabileceği ne(ler) var acaba? Bu zeminde yürütülen kamu diplomasisi faaliyetlerine bir biçimde iliştirilen ‘Doğu Akdeniz’de ortak doğalgaz çıkarma projesi’ de kelam-ı rüşvet olmaktan öteye ciddi bir değer taşımakta mıdır acaba?
Bu sorulara yaşamakta olduğumuz tecrübeler ışığında olumlu cevaplar verebilmek mümkün gözükmüyor. Bakın İsrail Gazze’ye yönelik saldırılarını aralıksız sürdürdüğü gibi Batı Şeria’da sokak ortasında her gün infazlar yapıyor, Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya yönelik sistematik tecavüzlerini işgalciler için açtığı yeni yerleşim birimleriyle destekliyor. İsrail gasp ettiği hiçbir hakkın iadesine yanaşmadığı gibi yeni gasplara girişiyorken Türkiye hangi anlaşmayla Filistin mücadelesine katkı sağlamayı umuyor olabilir? Kimileri açısından ne kadar can sıkıcı olsa da bu soru/n önemli bir soru(n)dur. Üstelik neredeyse hiçbir hafifletici sebep de ortada yoktur.
Anlaşma Değil Aldatma Planı
Her ne kadar İsrail tarafından ‘nihai anlaşmaya vardık, detaylar konuşuluyor’ benzeri açıklamalar yapılıyor olsa bile şu an itibariyle Türkiye açısından böyle bir kabul beyan edilmiş değil. Fakat İsrail temsilcilerinin vurguladığı şeyler bütün muğlaklığına rağmen hemen hiç değişmiyor. Mesela Shai Cohen’in son röportajında iki kez vurguladığı şu durum gibi. İsrail tarafının anlaşmadan kast ettiği ve hiçbir sağlam teminat da vermediği ablukanın kaldırılması şöyle tarif ediliyor: “Türkiye’nin Gazze Şeridi’ne yardım etmesi için son derece istekliyiz.”.
Öngördükleri model ise önce uygun görülen yardımların Aşdod limanına indirilmesi ve İsrail kontrolünden sonra Kerem Şalom Kapısı’ndan Gazze’ye sokulabilecek olması. Abluka kalkmıyor, deniz yolu asla açık tutulmuyor. Burada da bitmiyor ve İsrail Gazze’de de Hamas yönetimin tasfiye edilmesini şart koşuyor.
İsrail, Siyonist ideolojik öğretileri doğrultusunda kurulmuş açık bir işgal rejimidir. Filistin topraklarına ancak Filistin halkından arındırarak sahip olabilir. Özellikle AB ülkeleri tarafından BM’de Filistin devletini tanıma yönünde kimi adımlar atılmış olsa bile İsrail hiçbir surette 1967 öncesine bile dönüşü müzakereye açık değildir. İsrail’in Türkiye’den nihai beklentisi açıktır. İşgal, tehcir, katliam gibi insanlık dışı politikalarına sessiz kalınması. Üstüne bir de hem Filistin’deki hem de Suriye’deki direniş cephesini beraberce çökertme planlarının icra edilmesi.
İsrail ırkçı-ayrımcı temellerde yükselmiş militarist bir işgal rejimidir. Türkiye’nin bu faşist cinayet şebekesiyle ortak noktası hiçbir surette olamaz ve asla olmamalıdır.
Yeni Akit