Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Yaşanan depremler ve o dönemlerin siyasileri
Bir Erzincan Refahiyeli olarak depremlerle ilgili yazı için oturduğumda Erzincan’daki iki depreme, 1999’daki Marmara depremine ve son yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli 18 ilin etkilendiği asrın felaketi olarak nitelenen depremleri düşünürken bazı tarihi gerçeklere de temas etme ihtiyacı hissettim. Siyasi görüş değil, CHP’nin hiç değişmeyen âdeta imanın altı şartına uzanan ‘6 Ok’unun hep yaşandığı/yaşatıldığı, ‘halk’ kelimesi partinin adında kaldığı, halktan her bakımdan kopuk, fildişi kulede yaşayan demokrasi ile iktidara gelemeyince de yapmadıkları rezillik bırakmayan halkının bütün değerlerine düşmanlığın (kurulduğu günden beri) hiç değişmediğini görüyorsunuz. Makyavelizm’in Partisi!
*1999 depremi sonrasında afet bölgesine yardımların ulaştırılmasında ve enkaz kaldırma çalışmalarında yetersiz kalınmıştı. Aynı gün ulaştığı deprem bölgesinde Bülent Ecevit, iletişim altyapısı çöken bölgeye yönelik yardım koordinasyonuna dair kamu kurumlarına çağrısını TRT aracılığıyla yapabilmişti. Meydana gelen depremin ardından tüm iletişim hatlarının çökmesiyle birlikte merkez üssü bile bir süre belirlenememiş ve Ankara’daki yetkililer bölgeden bilgi almakta güçlük çekmişti.
Depremin ardından hükûmet, geç tepki verdiği, afet bölgelerine erişemediği, gerekli yardım ulaştıramadığı, iletişim ve koordinasyonun yetersiz olduğu, bu kadar büyük bir facia için hazırlıklı olunmadığı gibi sebeplerle yoğun şekilde eleştirilmişti. Eleştirilerin odağında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit vardı. Başbakan Bülent Ecevit eşi Rahşan Ecevit ve beraberindeki heyetle birlikte Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde 16 Ağustos 1999 günü düzenlenen Hacı Bektaş Veli’yi Anma törenlerine katıldıktan sonra Ankara’ya dönmüştü.
Gece meydana gelen deprem esnasında diğer vatandaşlar gibi Bülent Ecevit de uykudaydı. Başbakan Ecevit’in henüz uyandırılmadığı saatlerde Başbakanlık’ta dönemin Başbakanlık Müsteşarı ve bazı Bakanları ile bir kriz masası oluşturulmuştu. Başbakanlık’taki kriz masası saat 4 buçukta faaliyete geçerken, Milli Güvenlik Kurulu Kriz Merkezi ise saat 6’da çalışmaya başlamıştı.
Saat 5’te uyandırılan Bülent Ecevit, Saat 6’yı 10 geçe eşiyle birlikte Başbakanlığa gelmiş ve durum hakkında bilgi almıştı. İstanbul’daki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile ancak saat 7:30’da temas kurulabilmişti.
*27 Aralık 1939 yılında 33 bin cana mal olan korkunç Erzincan depremi sırasında İsmet İnönü Cumhurbaşkanı’ydı. 13 Mart 1992 yılında Erzincan bir kez daha depremle sarsıldı ve 653 insanımız hayatını kaybetti. Bu sırada İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü Başbakan Yardımcısıydı. Başbakan ise Süleyman Demirel’di. Birinci Erzincan depreminin büyüklüğü 7,8’di. 1992’deki deprem ise 6,8. Yaklaşık 10 bin bina yıkılmıştı. Şehir yerle bir olmuştu yine.
Yapılan incelemelerde yıkılan binaların çoğu devlete ait olanlardı. SHP’li Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı bu binaları yapanlardan hesap sorulacağını ifade etti. Oysa yıkılan binalar, 1939’daki büyük Erzincan depreminin ardından, 1940’ta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından onaylanan bir deprem yönetmeliğine göre yapılmışlardı. İşte bu evlerin hepsi 1992’deki depremde yıkılmış ya da büyük hasar görmüştü.
İsmet İnönü’nün Erzincan’a seyahati: Binlerce insan yıkıntılar arasında kurtarılmayı bekliyor. İnönü, Anadolu gezilerinde kullandığı ve sadece kendisi için sefere çıkan ünlü Beyaz Tren’i ile Erzincan’a müteveccihen yola çıkıyor. Halk devletin yaralarını saracağı umudu ile İnönü’nün etrafını sarıyor. Başörtülü, şalvarlı bir Anadolu anasının cumhurbaşkanının kalbine dayanmış, ağlayan resmi depremin acısını belleklere kazıyan bir hatıra olarak arşivlerde kalacaktır. İnönü, yıkıntılar içinde 50-100 metre yol aldıktan sonra Erzincan Valisi yolunu kesiyor:
- Sayın Cumhurbaşkanım gördünüz, daha ileriye gitmeye lüzum yok, dönelim.”
İsmet İnönü dünden razıdır, “Peki, dönelim” der. Öyle kendisine sarılan perişan hâldeki Anadolu insanına daha fazla tahammül edemez o. Zaten dostlar alışverişte görmüştür, fotoğraflar çekilmiştir. Oysa asıl facia daha ilerideki yıkıntılardadır.
*Aradan 43 yıl geçtikten sonra kendi oğlu Erdal İnönü CHP’nin yerine kurulan SHP’nin Genel Başkanı olarak hükûmet ortağı ve Başbakan Yardımcısıdır. 13 Mart 1992’de ikinci büyük Erzincan depremi olduğunda Erdal İnönü de gitmişti. O da birkaç köyü gezmiş, gereken görüntüyü vermiş, geri dönmüştü. Binaların enkazlarına ise altında insan var mı yok mu bakmadan daha ikinci gün kepçeler sokulmuştu.
Faik Öztrak’ın aynı isimdeki dedesi Faik Öztrak’ın depremden iki gün sonraki 29 Aralık 1939 tarihli Akşam gazetesinin haberinde Dâhiliye Vekili olarak Sıhhıye Vekili (Sağlık Bakanı) Hulusi Alataş ile trenle Erzincan’a hareket ettiği, ancak rayların depremden dolayı bozulması nedeniyle Sivas’ta yolda kaldıkları anlatılmaktaydı. Hepsi aynıydı. Deprem ve ekonomik krizden, ekonomik kriz ve depreme, pandemi, küresel, emperyalist düşmanların (ABD, İngiltere, Fransa, İsrail başta olmak üzere) içimizdeki ‘Şer İttifakı’na rağmen yapılanlarla kıyas yaparsınız. Peşin hüküm ve taassuptan uzak olarak.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece arama kurtarma ekibi olarak 35 bini aşkın personeli bölgeye yönlendirdiklerini ifade ederek, yardım ve destek ekipleriyle 272 bin kamu görevlisinin, gönüllü vatandaşlarla yaklaşık yarım milyon insanın depremzedelerimizin imdadına koştuğuna dikkati çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Her sınıftan 18 bin iş makinesiyle lojistik hizmetlerinde çalışan on binlerce kamyon ve tırıyla, acil ihtiyaçları karşılayacak her türlü malzemesiyle ülkemizin ve milletimizin tüm imkânlarını seferber ettik.
Bize düşen, gönülleri teskin etmek, acıları paylaşmak, yaraları sarmak, evler başta olmak üzere maddi kayıpların telafisini yapmaktır. Milletimiz bu hasbi gayreti görmekte, depremzede vatandaşlarımız da yeni bir gelecek kurma çabamızda yanımızda yer almaktadır. Milletimizin metaneti, alicenaplığı, sağduyusu, bize olan muhabbeti ve güveni karşısında diyecek söz bulamıyoruz. İnşallah bu sevginin hakkını verecek, insanlarımıza mahcup olmayacağız. Yeter ki birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize sahip çıkalım. Bunu başardığımız müddetçe deprem felaketinin yol açtığı yıkımların üstesinden gelerek, umutları çoğaltarak, ufukları açarak hep beraber Türkiye Yüzyılı’nın inşasını sürdüreceğiz. Kendilerine oy vermediniz diye size zulmedenlere bakıp asla hüzünlenmeyin. Edepsizce hitap edenler yüzünden üzülmeyin, üç beş kuruş yardımları başınıza kalkanlara aldırış etmeyin. Onlar milletle bağını koparmış bir avuç mankurtlardır. Bunlar vicdanı Anadolu coğrafyası kadar olan milletimizi asla temsil edemezler.”