Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak
Türkiye’nin askeri darbe hafızası ve 12 Eylül
Hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde askerin devlet yönetiminde kilit bir rolü olduğu görülmektedir. Milli Mücadele sonrasında Cumhuriyet’in teşekkülü ve devletin yeniden yapılandırma sürecinin asker eliyle yapılıyor olması ordunun önemini artırmıştır. Ordu tıpkı Cezayir tecrübesinde olduğu gibi devletin kurucusu rolünü oynamış ve gerekli gördüğü durumlarda bu vasfıyla siyasete müdahaleyi meşrulaştırmıştır. Celal Bayar dönemini (1950-60) paranteze aldığımızda Cumhurbaşkanlarının uzunca bir süre asker kökenli olmaları kayda değerdir. 1989 yılında Turgut Özal’ın ilk sivil Cumhurbaşkanı olması önemli bir dönüm noktası olsa da askerin devlet yönetimi ve sivil siyasete nüfuz etme kapasitesi uzunca bir süre devam etmiştir.
Darbe girişimlerinin seyri
Demokratik rejimlerde darbenin temel hedefi demokratik süreci kesintiye uğratmak ve halkın iradesini gasp etmek olarak tezahür etmektedir. Bu anlamda ilk acı tecrübe 27 Mayıs 1960 yılındaki darbe olarak kayda geçmektedir. 1950 yılındaki seçimlerin Demokrat Parti tarafından kazanılması sonrasında ortaya çıkan tablonun asker ve bürokrasiyi memnun etmediği açıkça görülmektedir. Nitekim Talat Aydemir’in hatıratında görüldüğü üzere henüz DP iktidara geldiği andan itibaren bazı askerlerin huzursuz olduğu ve DP yönetimine karşı bir girişim içerisinde oldukları bilinmektedir. 1957 seçimleri öncesinde askeri müdahale olacağı tartışmalarına ivme kazandıran “dokuz subay olayı” da DP açısından ciddi bir krize neden olmuştur. Önce tutuklanan sonrasında da serbest bırakılan subayların yarattığı siyasi belirsizliklere yönelik derin bir tahkikat gerçekleştirmeyen Menderes’in 27 Mayıs’a giden süreci engelleyemediği bilinmektedir. CHP’nin DP’ye muhalefetinin keskin bir hal alması ve Ankara ile İstanbul’daki öğrenci hareketlerinin askeri müdahale açısından elverişli bir ortamı oluşturması, 27 Mayıs’ın köşe taşlarını inşa etmiştir. Akis dergisi ve bazı muhalif yayınların darbeyle ilgili gerekli koşulları oluşturmak için yaydıkları dezenformasyonun etkisi de müdahalenin toplumsal koşullarını oluşturmak açısından oldukça önemlidir. Bu sebeple 27 Mayıs öncesindeki krizlerin derinleşmesi ve DP’ye yönelik kızgınlığın artmasında bu yayınların payı büyüktür. Bu açıdan 27 Mayıs öncesinde medyanın oynadığı rol 80 öncesi ve özellikle 28 Şubat’taki müdahalelerde de benzer bir işlevi yerine getirecektir.
12 Eylül
1962 ve 63 yıllarında Talat Aydemir’in darbe girişimleri ile 1971’de ordunun kendi iç dinamiklerinin 12 Mart’ı doğurması, 27 Mayıs geleneğinin sürdürülmesi anlamında önemli örneklerdir. Acı bir tecrübeyi hatırlatan 12 Eylül askeri darbesi ise diğer darbelerden önemli ölçüde farklılaşmaktadır. 12 Eylül’ü diğer darbelerden ayıran en önemli husus, darbe koşullarının oluşturulması ile ilgilidir. Koşulların oluşturulmasından kasıt, Türkiye’de inşa edilen siyasi görünümlü toplumsal kutuplaşmanın yarattığı çatışma ortamıdır. Fakat buradaki en kritik soru darbe öncesi inşa edilen kutuplaşma ve çatışmanın neden ve nasıl 12 Eylül ve sonrasında birdenbire ortadan kalktığıdır. Siyasi krizlerin derinleştiği ve koalisyon hükümetlerinin yarattığı istikrarsızlığın yanı sıra görece bir iç savaşa evrilen toplumsal çatışma, ordunun müdahalesiyle sonuçlanmıştır. Terör ve şiddetin yarattığı toplumsal çatışmanın askeri bir darbe ile nihayete erdirilme beklentisinin geniş kitlelerde oluşması ise darbenin meşrulaştırılmasında ana gerekçe olmuştur.
Darbelerin dış desteği
Türkiye’de darbe süreçleri ile ilgili olarak dile getirilen en önemli hususlardan birisi de dış desteğin varlığıdır. Nitekim 12 Eylül sonrasında dile getirilen “bizim çocuklar yaptı” ifadesi ve darbe sonrası askeri yönetimle geliştirilen dış ilişkiler bu durumu pekiştirmektedir. İran’daki İslam Devrimi’nin Türkiye’yi etkileme potansiyeline dikkat çeken ABD’li yetkililerin darbe sonrasındaki söylemleri de bunu doğrular niteliktedir. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında ABD’nin demokrasi ihracı gerekçesiyle dünya siyasetine darbe başta olmak üzere birçok yolla tesir etmeye çalıştığı bilinmektedir. Stephen Kinzer “Overthrow: United States Involvement in Regime Change” isimli kitabında ABD’nin Filipinler, Honduras, Guatemala, Şili, Panama gibi ülkelerde rejim değişikliği amacıyla gerçekleştirdiği müdahaleleri gözler önüne sermektedir. Kinzer’ın “All the Shah’s Men: An American Coup and the Roots of Middle East Terror” kitabı da ABD ve İngiltere’nin Musaddık’a yapılan darbede, nasıl etkili olduklarını açık biçimde göstermektedir. Tıpkı Menderes ve 27 Mayıs örneğinde olduğu gibi darbenin toplumsal koşullarının oluşturulması ve Musaddık aleyhine dezenformasyon siyasetinin izlenmesi darbenin gerçekleştirilmesinde oldukça etkili olmuştur.
Yeni Anayasa ihtiyacı
12 Eylül Türk siyasi tarihindeki önemli kırılma anlarından biridir. Ordunun Kenan Evren’in ifadesiyle “emanete sahip çıkma” gerekçesiyle siyasete müdahale ettiği bu dönem, 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan ve 28 Şubat’ta baskın bir tarz haline gelen toplumsal mühendisliğin de zeminini teşkil etmektedir. Darbe sonrasında sivil siyasete geçişi zorlaştıran askeri yönetimin ihdas ettiği anayasa da demokratikleşmenin önündeki engellerden birisi olmuştur. Bu sebeple yeni anayasa çalışmaları ile ilgili açıklamaların yapılması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye paydası”nda buluşma yönündeki çağrıları toplumsal bütünleşme açısından önemlidir. Önümüzdeki dönemde, enerjinin bu alana hasredilmesi ve kapsayıcı bir modelle bütün toplumsal kesimlerin kucaklanması Türkiye’nin geleceği açısından mühim bir rol oynayacaktır.