HAKSÖZ-HABER
Dış politikada değişim sinyallerinin arttığı bir süreçte Türkiye Suriyeli direniş gruplarıyla birlikte Cerablus bölgesine yönelik bir operasyon başlattı. Bu aynı zamanda diplomaside sürdürüle gelen temasların yanı sıra Türkiye’nin ilk kez Suriye politikasında askeri planda aktif olarak sahaya indiği anlamına gelmekte ve bu nedenle önem taşımaktadır.
Aslında geç kalınmış bir adım olarak bile tanımlanabilecek bu atraksiyonun içeride Esed ağzıyla konuşan, Esed muhipliğinden adeta şeref duyan birçok kişi ve kesimi bir hayli gerdiği de anlaşılıyor.
Harekâtın kimleri sevindirdiği ve kimleri hüzne boğduğu çok açık. Bu nedenle harekât her ne kadar gecikmiş bir adım olsa da inşallah hayırlı olmuştur.
Konuyla ilgili demeç talebimizi kabul etme nezaketinde bulunan kardeşlerimize teşekkür ediyor, toplu değerlendirmelerini okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:
Adem Özköse (Gazeteci-Yazar):
Evet, Suriye meselesi Türkiye’nin iç sorunudur. Nitekim bunu son süreçte yaşanan olaylarda da çok net bir şekilde gördük. Türkiye özellikle bu bölgeden kuşatılmak isteniyor. Doğal olarak bunu kabul etmeyecek. Dolayısıyla Türkiye’nin sadece Suriyeli kardeşlerimizi değil kendi insanını da tehdit eden IŞİD, YPG gibi terör unsurlarına müdahale etme hakkı vardır. Ve Türkiye hâlihazırdaki Cerablus Harekâtı’yla bu hakkını kullanmıştır.
Bu bağlamda şunun da altını çizmek istiyorum: 15 Temmuz’da tankların namluları halka, değerlerimize, inancımıza çevrildiğinde insanlar tankların karşısına dikilmişlerdi. Fakat tanklar şuan Türkiye’ye, Müslümanlara, Suriye devrimine düşmanlık yapanlara doğru çevrildiği için bu operasyon halk tarafından destekleniyor. Onun için bunun son derece anlamlı olduğunu düşünüyor ve Cerablus Harekâtını 15 Temmuz direnişinden çok da farklı görmüyor, birbirinden ayırmıyorum.
Öte yandan bütün dünyada küresel bir kamplaşma var. Bu kamplaşmanın bir tarafını zalimler oluştururken bir tarafını da zulme karşı direnmeye çalışanlar temsil ediyor. 15 Temmuz’da tankların karşısında dikilen ruh ile bugün Cerablus’a girip orayı IŞİD’den, YPG’den temizlemeye çalışan irade arasında hiçbir fark yok. Bu anlamda 15 Temmuz’da tanklara karşı ayağa dikilenler ile bugün Cerablus’ta ayağa kalkanların ruh ikizi olduğunu düşünüyorum.
Tabi ki Türkiye güvenliği tehlikeye giren her devlet gibi kendisine tehdit oluşturacak unsurları bertaraf etmeye çalışacaktır ki Cerablus’ta da bir anlamda bu yapılıyor.
Bir de olayın şöyle bir boyutu var: Aramızdaki mevcut ulusal sınırlar emperyalistler tarafından çizilmiştir. Dolayısıyla Müslümanlar iradeleri dışında gelişen bu durumu tabii olarak sindirmeyeceklerdir. Sınırlar var diye sınır ötesinde hapis durumda olan kardeşlerimize karşı sorumluluklarımızı unutacak halimiz yok. Bu anlamda bugün ümmet bilincinin bir parçası olarak hareket eden bir Türkiye gerçekliğine tanık oluyor olmak çok anlamlı bir gelişmedir. Hele de Türkiye ordusunun, TSK’nın günün birinde dilde tekbirlerle kardeş bir coğrafyanın özgürlüğü için savaşan İslami direniş örgütleriyle kucaklaşacağını hayal etmek bile imkansızdı. Bugün Türkiye ordusunun Cerablus’ta omuz verdiği grupların tümü Suriye’deki İslami direniş örgütleridir. Dolayısıyla bu manzara onur vericidir, şükrü ve hamdi gerektirmektedir diye düşünüyorum.
Çok dinamik bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu kadar dinamik bir coğrafyada statik yani olayları seyrederek hiç müdahale etmeden durmak reel olarak da doğru bir politika değil. Suriye’de diktatörlüğün çökmesi, zulmün giderilmesi için mutlaka olaylara bir şekilde dahil olmak gerekiyordu ki ben bu bağlamda Cerablus Harekâtı’nın geç kalınmış bir adım olmakla birlikte hayırlı görüyor ve inşallah bunun bir başlangıç olmasını umut ediyorum.
Hasip Yokuş (Özgür-Der Suriye Masası Genel Koordinatörü):
Suriye’de olayların başladığı 2011 yılından bugüne gelinceye kadarki süreç boyunca yaşananlar ve neticesi itibariyle bugün ortaya çıkan tablo; hangi inanç veya siyasi düşünceye sahip olursa olsun insan olma iddiası taşıyan herkesi derinden sarsan, vicdanları kanatan bir vahşet örneğidir.
Yaşanan bu süreç; Suriye rejimine karşı onur savaşı veren yiğit insanlar başta olmak üzere dünyanın kirli yüzünü göstermesi açısından hepimize çok acı tecrübeler kazandırdı.
Doğrusunu söylemek gerekirse başından itibaren Suriye’nin bu yiğit insanları zulme karşı direnişe geçerken ne küresel emperyalist güçlere ne de Allah’tan başka hiç kimseye umut bağlamamışlardı. Ancak yine de asgari insani ve ahlaki ölçülerden bu denli bir sapmayı beklemiyorduk. Küresel emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri tarafından sıkça dillendirilen demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar en başta bunu dillendirenler tarafından paspas edildi.
IŞİD’in barbarlıklarına karşı gösterilen duyarlılığın Esed’in Suriye’de 5 yılı aşkın süredir devam edegelen vahşetine karşı da gösterilmemesi bu ahlaksız yaklaşımın, bu çifte standardın en tipik örneğidir. Maalesef Suriye hadisesi tam anlamıyla bir turnusol oldu.
PYD başından itibaren yanlış politikalar yürüttü. Kantonlar kuruyoruz palavrasıyla Esed ve İran’a destek vererek hem Kürtlere hem de Baas diktatörlüğüne karşı onur mücadelesi veren tüm muhalif kesimlere ciddi zararlar verdi. Ayrıca kâh ABD, kâh Rusya gibi emperyalist güçlere payandalık yaparak yüzyıllardır birlikte yaşadığı kardeşlerine karşı değişik kumpaslar içine girdi. Bu politikanın gayr-ı ahlaki boyutu bir tarafa kısa vadede başarı gibi gözükse bile uzun vadede sonu hüsranla bitecek.
Sadece küresel güçler değil Türkiye’deki birçok toplum kesimi de maalesef iyi bir sınav veremedi/veremiyor. Sürecin başından itibaren ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın Suriye’de arz-ı endam etmesine ses çıkarmayanlar farklı gerekçelerle, mütemadiyen Türkiye’nin oradan uzak durması gerektiğini telkin ettiler. Oysa Suriye’deki gelişmeler bu sözünü ettiğim ülkelerle kıyaslandığında bizi çok daha yakından ilgilendiriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Cerablus’a girmesini yerinde ama geç kalınmış bir hamle olarak değerlendiriyorum.
Kenan Alpay (Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı ve Yeni Akit Gazetesi Yazarı):
Tabi bu Fırat Kalkanı Operasyonu esasen 15 Temmuz sonrasında PKK tarafından yoğun bir biçimde başlatılan kanlı saldırılarına ve aynı zamanda ilaveten IŞİD’in kanlı saldırılarına da verilen bir cevap oldu. Bu sebeple bu harekâtın hem içerideki PKK ve IŞİD tehditlerine hem de bunlar üzerinden girişilen kuşatmalara verilmiş bir cevap olduğunu söyleyebiliriz.
Fırat Kalkanı operasyonu muhtemelen sürecin ilk adımı olarak görülecektir. Çünkü bunun devamının gelmesi yönünde ciddi bir takım askeri ve stratejik beklentiler olduğunu da söyleyelim. Netice itibariyle IŞİD’in Cerablus’tan çatışmaya girmeksizin çekilmiş olması ve Özgür Suriye Ordusu başta olmak üzere bütün muhalif unsurların da operasyona eşzamanlı şekilde katılarak sahada hâkimiyet sağlamış olması bundan sonra o bölgede yani İdlib, Cerablus gibi Halep’in üst bölgesinde yakın bir zaman içerisinde güvenli bir bölge oluşturulması için atılan fiili bir adım olmaya namzet hayırlı bir gelişmedir.
Ben bu noktada Türkiye’nin yapmış olduğu bu operasyonun olumlu ama aslında gecikmiş bir operasyon olduğunu söyleyebilirim. Bundan sonra operasyonun bir biçimde daha fazla derinleştirilerek ve bölgenin asli unsurlarını yani Amerika’nın, Rusya’nın, Esed rejiminin, İran’ın bombardımanına maruz kalan asli unsurları destekleyerek bölgenin kendi tarihî ve doğal dengesini koruması yönünde Türkiye’nin adım atmasının hem kendi güvenliği açısından, hem Suriye’nin güvenliği açısından, hem de İslam coğrafyasının geleceği açısından olumlu bir adım olacağını düşünüyorum.
Osman Atalay (İHH Yön. Kur. Üyesi ve Yeni Akit Gazetesi Yazarı):
Cerablus Operasyonu bize göre aslında çok geç kalınmış bir operasyondur. Dikkat ederseniz düne kadar “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?” ve “Biz bu işe nereden bulaştık?” diyenler ve Türkiye’yi yanlış bir politika içerisine girmiş olmakla suçlayanlar bile tavırlarını değiştirmiş bulunuyorlar. Bugün CHP, MHP gibi partiler bile “Halep İstanbul’dur, Halep Urfa’dır, Halep Ankara’dır!” deme noktasına gelmiştir. Bu çok önemli bir gelişmedir. Keşke muhalefet daha önce bu duyarlılığı göstermiş olabilseydi!
O açıdan Cerablus Operasyonu’na Rusya ve Esed rejiminden bile gelen itirazların çok düşük düzeyde tepkiler olmaktan ibaret olduğuna baktığımızda bunun kabullenilmiş olduğunu anlıyoruz. Yani Türkiye eğer Suriye’ye girmemiş olsaydı Suriye Türkiye’ye girmeye çalışacaktı!
Bölgede yaşadığımız bir gerçek var. Şöyle ki; 100 yıl önce Sykes-Picot’un çizdiği sınırlar 2011 yılı Arap Devrimleri itibariyle adeta değişmiştir, yeni sınırlar çizilmektedir. Dolayısıyla biz de buna göre düşünmek zorundayız. Türkiye bugün Suriye’ye girmekle orayı işgal etmiş değil. Cerablus bizim güvenlik kodumuzdur. Halep bizim güvenlik kodumuzdur. Kırım bizim güvenlik kodumuzdur. Sarajevo (Saraybosna) bizim güvenlik kodumuzdur. Azerbaycan bizim güvenlik kodumuzdur… Buralar bizim güvenlik kodumuzdur. Onun için Cerablus’a girmek zorundayız. Cerablus, Halep dediğimiz yer 100 yıl öncesine baktığımızda zaten bizden ayrı değil. Bunlar Arabıyla, Türkmeniyle, Kürdüyle zaten bizim ailemiz akrabalarımız. Urfa, Kilis, Mardin, Gaziantep’in köyleri ve köylerin insanları karşı taraftaki insanlarla akrabalar.
Özetle Cerablus’a girmek derken sanki 2000 km öteden bahsediyoruz gibi düşünmek yanlıştır. Türkiye tarihî, coğrafi, kültürel, ailevi, dinî vs. bağlarıyla zaten ilişki içerisinde olduğu bu bölgeye jeopolitik sebeplerle girmek durumunda kalıyor. Rusya, İran, Suudi Arabistan, Almanya, İngiltere, Fransa, ABD vs. hangi nedenlerle Suriye’de ise Türkiye de bugün aynı sebeplerden ötürü Cerablus’tadır. Bu Türkiye’nin jeopolitik, jeostratejik, tarihî çıkarlarıyla alakalı olduğu için girmesi, orada bulunması bir zorunluluktur. Türkiye oraya işgalci bir güç olarak girmiyor. Aksine kendini korumak için orada.
Türkiye 2011 yılında dünyaya dedi ki; sınırda uçuşa yasak / güvenli bölge oluşturulması gerekmektedir. Dolayısıyla Cerablus’ta bugün geldiğimiz nokta 5 yıl önce talep ettiğimiz noktadır. Bugün orada bulunuyor olmamızın sebebi kendi güvenlik alanımızı oluşturmak içindir. İran, Rusya, ABD, Ürdün, Suudi Arabistan vs. hangi sebeplerden ötürü Suriye’de ve orada asker bulunduruyorsa biz de 911 km sınır hattımız ve bu hattın öbür tarafında bulunan akrabalarımızın güvenliği için orada bulunmaktayız ve bulunmamız da gerekiyor!