CÜNEYT ÖZDEMİR
Bir Türk Kompleksinin Sonu
Gazetecilikteki bir Türk kompleksinden 'One Minute' krizi sayesinde kurtulmuş olduk. Bu da nereden çıktı demeyin, İsrail'in Türkiye'den özrü tam da bu anlama geliyor.
Bu da nereden çıktı demeyin, İsrail’in Türkiye’den özrü tam da bu anlama geliyor. Durun isterseniz size nedenini baştan anlatayım.
Hatırlarsanız Başbakan Erdoğan meşhur Davos toplantısında ‘One minute’ çekip uçağına atladığı gibi Türkiye’ye dönerken bizim monşerlerimiz ve dış politikanın önde gelen isimleri de canlı yayınlarda ortalığı velveleye vermeye ve veryansın etmeye başlamıştı. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir skandal ile karşı karşıya olduğumuzu televizyon ekranlarından haykırıyorlardı. Ardından köşe yazıları gelmeye başladı. “Eyvah şimdi yanmıştık. İsrail’e kafa tutmak demek ABD ile aralar bozulacak demekti.”
“Üstelik Amerikalı diplomatlar şimdi bizim çıramızı yakacaklardı.”
“İyi bir dayağı hak etmiştik.”
Kelimeler belki birebir böyle değildi ama Türkçeden Türkçeye tercüme ettiğimizde çıkan anlam buydu. Hayatımda Mehmet Ali Birand ile ilk ve tek kavgamızı sanırım işte bu noktada ettik. Sevgili Mehmet Ali Abi yapılanın büyük bir hata olduğuna inanıyor ve ABD’nin bizi cezalandıracağını iddia ediyordu. Ben ise bu köşeden en başta bu alttan alan dili sorunlu bulduğumu söylüyordum. Karşılıklı köşelerden atıştık. Yetmedi, Twitter’dan birbirimize laf sokuşturduk. Sonunda barıştık belki ama bu tartışma sonrasında biraz olsun diplomatik gazetecilikteki dil ezberini bozduk. Türkiye’nin dayak yiyecek bir çocuk gibi resmedildiği karikatür dili Mehmet Ali Abi de gördü ve vazgeçti.
Gazetecilikteki bir Türk kompleksinden ‘One Minute’ krizi sayesinde kurtulmuş olduk. Ardından Mavi Marmara olayı geldi.
Bizim belleğimiz çok zayıf, o yüzden pek çok olayı hızla unutup tarihin raflarında tozlanmaya bırakıyoruz. Mesela ‘One Minute’ krizinin de Mavi Marmara yolculuğunun da arkasında ‘Gazze’deki kuşatma olduğunu çoğumuz unuttuk. İnsanlar Gazze’de neredeyse açlık sınırında varoluş mücadelesi verirken başta İHH olmak üzere sivil toplum kuruluşları dünyanın dört bir tarafından bu kuşatmayı yarmaya çalışıyorlardı. Devletlerin mırın kırın etmelerini by-pass edip her şeyi göze alarak yola çıktılar. Sonuç başından belliydi. Beklendiği gibi kanlı bitti. Baskın bekleniyordu beklenmesine ama asıl beklenmeyen Türkiye’nin ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sonrasındaki net ve sert çıkışıydı. Ortaya konulan 3 şart, yani İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi, tazminat ödemesi ve en ama en önemlisi de Gazze’deki kuşatmanın kaldırılması ilk başta (ben dahil) herkese hayal gibi geldi.
Özür ters köşeye yatırdı
Zira belki diplomatik kompleksli dilimizi değiştirmiştik değiştirmesine ama İsrail’in huyunu suyunu da bütün dünya gibi biliyorduk. Savaşlarla doğup krizlerle büyüyen bir ülke için Türkiye’den özür dilemek en başta İsrail iç politikası için imkânsız bir adım gibi geliyordu.
Üstelik Türkiye-İsrail ilişkilerinde de ‘derin ilişkiler’ üzerine kurulu bir ikiyüzlülüğü ezberlemiştik. İsrail’e karşı her türlü sert çıkış yapılır, ardından da İsrail iplemez, Türkiye’de askerler iplemez, ‘derin devlette’ işler saman altından tıkır tıkır götürülürdü. Bu sefer öyle olmadı. İlk olarak askeriyenin aldığı İsrail ihaleleri kesildi, ardından diplomatik olarak kararlı bir kuşatma harekâtına girişildi.
Yine de (ben dahil) hemen hiçbir köşe yazarı İsrail’in buna rağmen geri adım atmasını beklemiyorduk. Lafı hiç dolandırmadan söylemek gerekirse bu özür hepimizi ters köşeye yatırdı. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini gördük.
Bildiğiniz gibi kendilerini Tanrılaştıran biz çok bilmiş köşe yazarları hiçbir zaman yanılmayız! Herkese akıl verirler ama kendileri hiç akıl almazlar! Hatasız kullarıdır Tanrı’nın!
Oysa öyle değil. Bakın bu konuda bal gibi yanıldık. Eğer köşe yazarlığını bir misyonun adamı olarak yapmıyorsanız ya da “Ben hep haklıyım arkadaş” kompleksiyle yanıp tutuşmuyorsanız, en önemlisi yeminli bir AK Parti düşmanı değilseniz, Davutoğlu’nu zamanında bu konuda yerden yere vuran köşe yazarı olarak bu özrü duymaza, görmeze yatamazsınız.
İsrail’in Türkiye’den özründen sonra bizim de Ahmet Davutoğlu’na bir özür borcumuz olduğunu düşünüyorum. Zamanında nasıl Davutoğlu’nu eleştirmeyi biliyorsak şimdi de aynı cesaretle ‘bravo’ diyebilmeli ve hakkını verebilmeliyiz.
Bravo Sayın Davutoğlu...
Sadece İsrail’e Türkiye’den özür diletip bir ülkenin gururunu onardığı, Mavi Marmara’da sivil toplum kuruluşu mensuplarının hakkını aradığı için değil; çok daha önemlisi, Gazze’de yaşayan binlerce insanın hayatını cehenneme çeviren bir kuşatmayı kararlılığı ile yardığı için koskocaman bir bravo...
RADİKAL