Türkiyenin arabuluculuğu-2

Ali Bulaç

Cumartesi günü şunu sormuştuk: Türkiye kendi adına mı, Suriye-Filistin yararına mı, yoksa İsrail'e bir nefes aldırmak üzere mi arabulucu rolüne soyunuyor?

Bunun cevabı için tarafların sağlayacakları avantajlara bakmamız lazım. Suriye'nin İsrail'le anlaştığını farz edelim. Bu ülkenin eline ne geçecek? Somut olarak Golan tepelerinden başka dişe dokunur bir kazanç gözükmüyor. Suriye, tepelere sahip olsa bile, suları İsrail'e bırakması müzakere masasına gelen ilk dosya olmaktadır. Siyasi olarak Suriye'nin ABD'nin saldırı hedefi olmaktan çıkacağı doğrudur, ama unutmayalım ki, bu Suriye'nin tarihi iddiaları itibarıyla ortadan kalkması, Bilad-ı Şam, Lübnan ve havalisi üzerindeki haklarının tümünden vazgeçmesi anlamına gelecektir. Çok daha önemlisi, bu Suriye'nin kamp değiştirip Anglo-sakson İsrail eksenine kayması demek olur ki, böyle bir şeyin tahakkuk edip etmeyeceğini kimse garanti edemez. Türkiye'nin eline ne geçecek? Açıkçası söylemek gerekirse somut hiçbir şey! Sayılan kazançlara bakalım: a) Türkiye sözü dinlenir, arabuluculuğuna başvurulur bir ülke olacak, b) İsrail bugüne kadar ABD dışında muhatap ve arabulucu kabul etmedi, Türkiye'yi arabulucu kabul etmiş olacak, c) Böylelikle Türkiye, bölgenin müzakere ve pazarlık masasının bir kenarında kendisine bir sandalye verilmesini sağlamış olacak.

İsrail cephesinden bakıldığında, İsrail'in kazançlı olacağı anlaşılıyor. Bir kere İsrail zannedildiğinin aksine iyi durumda değildir, kendini her zamankinden daha çok güvensiz hissetmektedir; Batı'nın ona sağladığı desteğin onu bölgenin kalıcı ve saygın ülkesi kılmaya yetmediğini anlamış bulunmaktadır. İçine girdiği sıkışmışlık halinden çıkması lazım, acilen yardıma ihtiyacı vardır. Bu yüzden arabuluculuğu Türkiye'ye öneren kendisidir. Kazançlarını şöyle sıralayabiliriz:

a) İran'ın müttefiki Suriye kamp değiştirmiş olacak, böylece İran'ın bölgede kolu kanadı kırılacak, b) Irak'ta süren direnişte Suriye üzerinden sağlandığı öne sürülen destek kesilmiş olacak, c) Hizbullah'ın her türlü lojistik destekten yoksun bırakılmasıyla Lübnan, İsrail karşısında savunmasız bırakılacak, işte o zaman sahiden Lübnan, İsrail'in arka bahçesi olacak, d) Hamas'ın desteği kesilecek, böylece İsrail'in önüne parçalaması için bir kedi gibi atılmış olacaktır. 1983'te El Fetih gibi Hamas silah bırakmaya zorlanırsa Filistin sorunu çözülecek mi? El Fetih'in direniş ruhunu İspanya-Oslo süreçleri kırdı, ehlileştirdi. Şimdi Hamas'ı Türkiye'nin ehlileştirmesi isteniyor. Pekiyi, El Fetih ehlileştirildi de, Filistinlilerin hayatında ne değişti? El Fetih'e verilen ödül Yaser Arafat'ın öldürülmesi oldu.

Eskiden kesin bir "ret cephesi" vardı, hiçbir şekilde İsrail'le anlaşmayı, hatta görüşmeyi meşru saymayan radikal bir cepheydi bu. Bugün sanki bu cepheyi İran'ın temsil ettiği sanılıyor. Hakikatte İran, "Siyonizm ideolojisi çerçevesinde kurulmuş bulunan İsrail'in varlığı"na karşı bir retorik geliştirmekle beraber, "ret cephesi"ni diriltmeyi amaçlamıyor, İsrail'i köşeye sıkıştırıp Filistin ve Lübnan'ın durumlarının iyileştirilmesini ve bu arada bölgede kendi hesabına güç ve nüfuz sağlama politikasını takip ediyor. Bunun kritiği ayrı bir konu.

Arap ülkelerine gelince, İsrail'i toptan bölge dışına çıkarmayı hedefleyen Arap ülkesi kalmadı, 2004'te Kral Abdullah'ın önerdiği çözüm genel kabul görüyor. Hamas da buna sıcak bakıyor. Dolayısıyla elbette İsrail ile bir anlaşma yapılmalıdır ve yapılacaktır.

Sorun şu ki, İsrail hiçbir zaman sözünde durmuyor. Büyük umutlar bağlanan Annapolis'e bakalım. İki gün önce Barguti, "Annapolis buluşmalarından sonra İsrail'in saldırılarının yüzde 300 arttığını" söylüyor. (Ukaz, 13 Haziran 2008) İsrail, Kudüs'te yeni yerleşim birimleri açıyor, sivil katliamlara devam ediyor. O zaman, bu düzeydeki ve bu amaçlı arabuluculuk rolünün Türkiye'ye itibar ve nüfuz kazandırmağını, aksine itibar kaybettirip bölgenin de aleyhinde sonuçlara yol açacağını söyleyebiliriz.

Zaman gazetesi