Geçen cuma günü 1960'ların ortalarında Türkiye İşçi Partisi saflarında tanıştığım, o günden beri görüşlerimiz birbirine çok paralel olarak evrilen, çok sevdiğim bir Kürt arkadaşımla, uzun aradan sonra tekrar bir araya geldik.
Dopdoluydu. Çok şey söyledi, ama en önemlisi şuydu: "Türkiye'de dindar Müslümanlar herkesi, yani Kürtleri, Alevileri, gayrimüslimleri ve diğerlerini, yani askerî vesayet altındaki rejimden muzdarip olan herkesi özgürleştirmeden, kendilerini de özgürleştiremeyeceklerini nihayet tam olarak anladılar... Bunun için Demokratik Açılım'ın başarısından umutluyum."
Aynı günün akşamı Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "Demokratik Açılım" görüşmeleri vesilesiyle TBMM'de yaptığı konuşmayı izledim. Başbakan ezcümle şunları söylüyordu: "Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te ne kadar büyük düşündüyse, bugün de o kadar büyük düşünmek durumundadır...Yurtta sulhu tesis edemeyenler cihanda sulhu tesis edebilir mi?.. Gün hamaset dolu, tahrik dolu nutuklar atma günü değil, ölümlere, 25 yıldır görmezden gelinen soruna çare bulma günüdür... Bugün yeni bir gündür ve Türkiye için bir milat kabul edilmelidir..." Evet, 13 Kasım 2009, Türkiye için bir milat. Zira Türkiye, en temel sorunu olan, PKK şiddetine kaynaklık eden Kürt sorununu çözme yoluna şimdi çıkıyor.
Başbakan'ı dinlerken, doğrusu, heyecanlandım ve telefona sarıldım. En azından 1990'ların başından itibaren, aralarında benim de olduğum Türk ve Kürt pek çok aydının savunduğu fikirlerin Başbakan'ın ağzından, TBMM kürsüsünden dile getirilmesinden duyduğum mutluluğu yakın dostlarımla paylaştım. Sonra oturup düşündüm: Kürt arkadaşım haklıydı. Son günlerde tanık olduğumuz siyasi olayların belki üzerinde en çok durulması gereken yanı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Türk siyasi hayatına kazandırdığı kadronun geçirdiği son derece dikkate değer zihniyet dönüşümü.
Bu kadro Milli Görüş Hareketi'nin (dilerseniz Türkiye'nin kendine özgü İslamcı hareketinin), Necmettin Erbakan önderliğindeki Refah Partisi (RP) saflarında yer almıştı. RP'nin inanç özgürlüğüne saygılı olup olmadığı konusunda ciddi kuşkular vardı. Ekonomide liberalleşmenin ve globalleşmenin karşısında duruyordu. Dış politikada Batı'ya sırt çevirmeyi, NATO'dan ayrılmayı, AB ile ilişkiyi kesmeyi, İslam Birliği'nin kuruluşuna öncülük etmeyi savunuyordu. Kürt sorununa bakış açısı, devletçi-milliyetçi bakış açısından çok farklı değildi. Öyle ki, Erbakan bugün hâlâ Saadet Partisi toplantılarında boy gösterip, "Kürt meselesi nereden çıkıyor? Kurcalıya kurcalıya, Kürtçülük diyerek Türkiye'yi bölmek istiyorlar. Sonra çarpıştıracak, yumuşak lokma yapıp yutacak. Türkiye, İsrail'in vilayeti yapılacak..." şeklinde konuşmakta. "Milli Görüş gömleğini çıkardın da ne oldu? Çıplak kaldın... Yahudi'nin peşine takıldın. 'One munite' dedin, sonra gidip özür diledin. Bu böyle yürümez... Gittiğiniz yol doğru yol değil. Gelin adil düzene dönün" diyerek AKP'lilere çağrıda bulunmakta. (29 Ekim 2009)
2001'de AKP'yi kuran kadronun "Milli Görüş"ten "Muhafazakar Demokrasi"ye ideolojik-fikri değişiminde rol oynayan muhakkak ki birçok etken var. Belki bunların başta geleni Anadolu'da yükselen, kültürel açıdan dindar ve muhafazakâr işadamları ve meslek sahiplerinden oluşan yeni elitlerin ekonomide ve siyasette tercihlerini özgürlükten ve demokrasiden yana yapmaları. İkinci bir etken, AB'ye katılım sürecinin Türkiye'ye açtığı özgürleşme ve zenginleşme perspektifi. Bir üçüncü etken, aydınların 1990'ların başından itibaren geliştirdikleri liberal-eleştirel söylemin etkisi. Ama belki bütün bunlardan daha önemli olan, Kürt dostumun altını çizdiği husus.
Milli Görüş kökenli AKP önderliğinin köklü bir fikrî dönüşüm geçirerek, vesayet rejimi yanlısı askerden, yargıdan, rakip partilerden ve medyadan gelen her türlü baltalamaya rağmen daha çok özgürlük, daha yaygın demokrasi mücadelesine öncülük etmesi, Türkiye'nin bir 21. yüzyıl mucizesidir.
ZAMAN