Türk ve Kürt sorununda en başat konulardan birisi ‘Türkiyelilik, Kürdistanilik’ meselesidir.
Bizler Beyazıt eylemlerinde başından itibaren ‘Türkiyeli Müslümanlar’ terkibini kullandık. Türkiye sınırları içinde yaşayan tüm Müslim unsurların kardeşliğini ilan ve dayatılan seküler ‘Türk ulusu’ kimliğini kırmak için…
Türkiye’deki ‘tevhidi uyanış süreci’ ‘Türkiyeli Müslümanlar’ terkibini 1970’lerde oluşturmuştu.
Birileri de ‘Türkiyeli’ ifadesini ırkçılıktan kaçınmak, ama toprak ve çoğulculuk zemininde yeni bir ulus tanımı oluşturmak için kullandı. Türkiye halkı/halkları için yeni bir ulus veya vatandaşlık tanımı arayanlar, ‘Türkiye Ulusu’ yerine, ‘millet’ kavramını galat-ı meşhur bir anlamda kullanarak ‘Türkiye Milleti’ ifadesini icat ettiler.
‘Türk Milleti’ yerine ‘Türkiye Milleti’ demek tabii ki Türkiye’de yaşayan mevcut 36 farklı etnik unsuru kucaklayıcı bir çoğulculuğu ifade ediyor. Ama unutulmaması gereken husus, bu toprakların 1400 yıldır bir ümmet coğrafyası olduğu. Bu gerçeği örtmek isteyen Kemalizm, Türklüğü 7 bin yıl öncesindeki pagan Sümerlere, Hititlere kadar indirdi.
‘Kürdistanilik’ kavramı ise tabii ve fıtri bir aidiyeti anlatmaktan çok, Kürt ulusunu inşa etme sürecinde ulus toprağı ifade eden bir araç olarak kullanıldı.
Aslında Türkiye ifadesi de, Kürdistan ifadesi de sonradandır. Türkiye denilen bölgenin Osmanlı ve Müslümanların tarihindeki adı Bilad-ı Rum veya Ön Asya’dır. Kürdistan denilen havzanın karşılığı ise el-Cezire’dir. Arapların tanımıyla el-Cezire bölgesi Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bugünkü Türkiye, Suriye, Irak topraklarının ortasındaki yerin adıdır. Buraya Eski Yunanlılar Mezopotamya demişlerdi.
Roma sonrası Avrupa’da ‘Türk’ ifadesi bir sıfattı ve doğudan gelen Hun, Müslüman, Oğuz, Arap, Osmanlı tüm savaşçı unsurlar için kullanılırdı. Türkçe konuşan Oğuzların yoğun yaşadıkları bölgelere ‘Turkistan’, Osmanlı hakimiyetindeki Bilad-ı Rum’a da ‘Turkiya’ dediler. M.Ö. Konya, Mersin, Adana üçgeninde kalan Roma eyaletinin adı ‘Anatolia’ idi, Lozan’la oluşturulan Türkiye’nin Asya topraklarına da Anadolu denmeye başlandı.
El-Cezire’nin yoğun olarak Kürtçe konuşulan illerini ilk defa Selçuklu Sultanı Sencer ‘Kürt illeri’ olarak tasnifledi. Şeyh İdris’in inisiyatifine bırakılan bölgeye Ermenistan ve İran toprakları ile iç içelik söz konusu olsa da Padişah II. Selim ilk defa ‘Kürdistan’ adını verdi.
Anadolu ve Kürdistan. İsimleri sonradan oluşturulan bu iki bölge ortak inanç, keder ve tasa birliği yapmış ana dilleri farklı ama inanç ve dünya görüşleri aynı ümmetin ve ümmet coğrafyasının parçalarıdır. Dolayısıyla bu isimlerin inşa edilen ve edilmeye çalışılan Türk ve Kürt uluslarının kutsal öğeleri olarak algılanması tamamen bir sapmadır.
Türkiye ve Kürdistan isimlerinin kutsanması seküler ve ulusçu bir inhiraftır. Ümmet coğrafyası derken de bir kutsalı değil; üzerinde Müslümanların yaşadığı ve tarihi mezarlarının olduğu, İslami mimarinin yer aldığı tarihsel bir vakıayı ifade ediyoruz.
Öyleyse bizim ülkemiz ümmet coğrafyasıdır. Diğerleri bölge…
Allah bizi yeryüzünün halifeleri olarak yarattı ve arza varis kıldı. Yeryüzünde ekini ve nesli ifsad edenler var; fıtri ve adil olanı koruyanlar-ıslah edenler var. Biz Müslimler için toprak araçtır, asıl olan ümmet kardeşliği ve adaletin yeryüzünde tesisidir.
Acısını çektiğimiz konular Grup Yürüyüş’ün ezgisinde saklı: ‘Bak ülkeme paramparça, kim çizmiş bu sınırları?’