Türkiye'de siyasetin normalleşmesi ne kadar mümkün?

Turgay Yerlikaya, normalleşme söylemlerine olan ilginin kısa süreli olduğuna dikkat çekerken erken seçim tartışmalarının da yersiz bir gündem olduğunu kaydediyor.

Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak

Erken seçim tartışmaları

31 Mart seçimleri sonrasında gündeme gelen normalleşme tartışmaları çok kısa bir süre içerisinde etkisini yitirdi. Gerçi normalleşme trendine atfedilen anlamın siyasetin doğasına aykırı olduğu ve siyasi partiler arasındaki rekabetin bir biçimde sürmesi gerektiğini ifade etmiştik. Türkiye gibi henüz hem kültürel hem de siyasal anlamda tanınma mücadelelerinin sürdüğü bir sosyo-politik vasatta bu tür eğilimlerin aşırı idealize formlar olduğu gerçeği ıskalanmamalı. Bu nedenle mevcut eğilim, siyasi partilerin yanı sıra onlara etki eden çevreler tarafından yorumlanmış ve bugün farklı bir istikamet söz konusu olmuştur.

Son günlerde ekonomi üzerinden yaşanan tartışmalara bakıldığında, muhalefetin üzerinden agresif bir tarzı siyaset geliştirdiği görülmektedir. Muhalefet açısından oldukça rasyonel olan bu tutum son günlerde erken seçim çağrıları ile başka bir ivme kazandı. Özellikle asgari ücret ve emekli maaşları üzerinden hükümeti baskılayan CHP, ilgili taleplerin karşılanmaması durumunda bir erken seçimin kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. Hükümet açısından yakıcı bir hal alan ekonomi konusundaki son durum ise, ilgili taleplerin mevcut Orta Vadeli Programa zarar vereceği ve bu tür adımlardan sakınılması gerekliliğidir.

Sadece Türkiye açısından değil Avrupa’daki seçimlerde de ciddi bir tartışma konusu olan ekonomi, bütün dünyanın içinden geçtiği bir kırılganlığa işaret etmektedir. AP seçimlerinde aşırı sağın önemli bir başarı kazanmasının ardından meclisin feshedilerek erken seçim kararının alındığı Fransa’da, seçim öncesi tartışmalarda partilerin ekonomi ile ilgili vaatleri en fazla tartışılan konu başlıklarından birisi idi. Nitekim sol ittifakın lideri Melenchon, seçim vaadi olarak asgari ücretin artırılması ve Macron’un emeklilik reformunun iptalini gündeme getirmişti. Hatırlayacak olur isek Macron emeklilik yaşını 62’den 65’e çıkaran bir düzenleme yapmış ve bu düzenleme geniş kitlelerin protestosuna neden olmuştu.

Fransa’da da hükümet Türkiye’dekine benzer biçimde Melenchon’un ekonomi ile ilgili vaatlerinin ekonomik istikrarı sarsacak bir politika olduğu yönünde eleştiriler yapmaktadır. İngiltere seçimlerinde de önemli tartışma konulardan birisi olan göçmenler ve sosyal reformlar konusundaki en önemli tartışma alanı ekonomi idi. Bugün Türkiye’de asgari ücretin yanı sıra emeklilik ücretleri ile ilgili iyileştirme talepleri de benzer bir bağlam üzerinden ilerlemekte ve iktidar ile muhalefet arasındaki en önemli tartışma başlıklarından birisini oluşturmaktadır.

Sembolik bir eylem

Özgür Özel’in, Türkiye’nin hafızasında çok da iyi çağrışımları olmayan ışıkları açıp kapatın çağrısı ile başlayan erken seçim tartışması, hiç kuşkusuz sembolik bir eylem. Fakat eylemin geniş kitlelerde istenilen karşılığı bulamaması ve muhalefetin bütünü tarafından da sahiplenil-memesi, erken seçim tartışma-larının henüz gerçekçi olmadığı kanısını pekiştirdi. Nitekim Özel, katıldığı bir programda erken seçimin hem teknik hem de siyasi açıdan uygun olmadığını, 31 Mart’ta seçmenin CHP’ye bir kredi verdiği fakat bu kredinin bir erken seçim kredisi olmadığını vurgulamıştı. Diğer yandan da parlamento aritmetiği, erken seçim opsiyonunun teknik açıdan bir hayli zor olduğunu göstermektedir. Peki bir opsiyondan ziyade bir zorunluluk olarak aktarılan ekonomi adımlarının orta-uzun vadede bütün gelir gruplarında refah yaratacağı ve genel tabloda pozitif bir seyir oluşturacağı söylemi karşılık bulacak mı? Buna mukabil, CHP Genel Başkanı Özel, kısa bir süre içerisinde pozisyon değiştirerek savunduğu erken seçim tartışmalarını gündemde tutabilecek mi?

Hükümetin yol haritası

Hükümet tarafından oluşturulan beklenti ve süreç yönetimi seçmen açısından ne anlam ifade ediyor. Hiç kuşkusuz alt gelir gruplarında oluşan baskı, siyaset sahasına bir eleştiri olarak yansıyor. 31 Mart seçimlerinde de karşımıza çıkan bu durum, AK Parti iktidarına yönelik temel itirazlardan birinin ekonomi alanındaki performansla ilgili olduğunu göstermektedir. Burada çok basit bir denklem söz konusu. Eğer hükümet ilgili program sonucunda ortaya çıkacak iyileşme beklentilerini tabana yayamaz ise muhalefet tarafından dillendirilen erken seçim tartışmaları siyasi istikrarı zedeleyecek bir tutum alacaktır.

Fakat burada önemli bir ayrıntı daha var; AK Parti sadece son birkaç yıldaki performansı ile değerlendirilen bir parti değil. Türkiye’de hem sosyal hem de ekonomik anlamda önemli değişikliklere imza atan AK Parti’nin geçmiş dönemlerdeki başarılarını yakalama ihtimali seçmen açısından AK Parti ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik krediyi artırmaktadır. İşletme metaforu üzerinden gider isek iktidar sadece son beş senedeki bilançosu ile değil 2002’den bugüne değin yaptıkları üzerinden değerlendirilmektedir. Bu nedenle mutlak ve sonsuz olmayan ve bir ölçüde tahammül edilebilir bir krediye sahip olan AK Parti’nin ekonomik istikrarı yeniden tesis edebilmesi siyasi geleceği açısından oldukça önemli olacaktır. Bu açıdan AK Parti’nin önündeki en önemli meydan okuma önümüzdeki iki yıl zarfında ekonomik istikrarın yeniden tesis edilmesi üzerine olacaktır. Fakat unutulmaması gereken bir husus da AK Parti’nin yeniden iktidar olma koşullarının sadece ekonomideki iyileşmelerle sınırlı olmadığıdır.

Yorum Analiz Haberleri

“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil
Esed'in müftüsü Ahmed Hassûn şimdi ne yapıyor?
“Suriyeli mülteci” etiketi ve toplumsal imtihanımız
Suriyeli kadın devlet dairesinde gördüğü saygıdan dolayı gözyaşlarını tutamadı