Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak
Türkiye’de yerli İslamofobi sorunu
Batı’da özellikle küreselleşme ile birlikte daha da görünür olan İslamofobik eğilimler son dönemde aşırı sağ ve popülist söylemlerle yeniden gündemde. Aşırı sağın güçlenmesine paralel olarak merkezdeki partilerin de benzer söylemleri kullanması İslamofobik tutumun normalleşmesine hizmet etmektedir. Nitekim 2021’de Fransa’da Cumhurbaşkanlığı için yarışan Marine Le Pen ve Eric Zemmour’un yabancı karşıtı söylemleri yoğun bir etkileşim aldığı gerekçesiyle Macron tarafından da kullanılmış ve bu söylem sıradanlaştırılmıştır. Uzun yıllardır gündemde olan bu sorunun sadece Batı’ya özgü olmadığı ve Müslüman toplumlarda da yerli bir İslamofobik eğilimin varlığı üzerine ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Demografik açıdan kurucu unsurun Müslüman olduğu bir toplumda neden ve nasıl bir İslamofobik eğilim ortaya çıkmaktadır sorusu Türkiye ve diğer birçok Müslüman ülkede var olan bu sosyo-politik problemin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Müslüman toplumlar ve modernleşme sorunu
Müslüman toplumlarda İslamofobik siyasetin iki temel kategori ve bu kategorilerin modernleşme tecrübeleri üzerinden izah edilebileceği kanaatindeyim. Birincisi Mısır, Tunus ve Cezayir gibi doğrudan sömürgeleştirilmiş ülkelerdeki kurucu elitin İslam’la kurduğu sorunlu ilişki. İkincisi ise doğrudan sömürge olmamasına rağmen katı ve laikçi bir modernleşme siyasetiyle İslam’ın modernliğin karşısında bir engel olarak görüldüğü Türkiye ve İran örnekleri. Her iki kategorideki kurucu elit, İslam’ın moderniteye yani gelişmeye aykırı bir din olduğunu iddia etmiş ve katı bir modernleşme politikası benimsemişlerdir.
Bu perspektifte, din-devlet ilişkileri de Fransız tecrübesi üzerinden yorumlanmış ve uygulamalarda zaman zaman bu tecrübenin daha katı boyutları sergilenmiştir. Laikliğin siyasi ihtiyaçlar gözetilerek tanımlanması ise dini özgürlüklerin kamusal alanın dışına çıkartılmasında etkili olmuştur. 80’li yıllardan sonra mahkemelerin, başörtüsünün yükseköğretimde serbest bırakılmasını talep eden birçok kararın reddinde laikliğin bu yorumunu kullanması bu bağlamda önemlidir. Nitekim AK Parti hükümetleri döneminde başörtüsünün kamusal alanda serbest olmasına yönelik adımlar her zaman laiklik üzerinden tartışılmış ve dini göstergeler laikliğe yönelik bir tehdit içerdiği varsayılarak engellenmeye çalışılmıştır. 2007 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başörtüsü tartışmaları, AK Parti’nin 2013 yılında başörtüsü yasağını kapsayan bir demokratikleşme paketinin karşılaştığı sorunlar bize bu alandaki vesayetin ne denli katı olduğunu da göstermektedir. 2013 yılında Ercan Akyol’un başörtülü hakim ve savcı olabilir mi tartışmalarına istinaden çizdiği İslamofobik karikatür, o dönem konuyla ilgili tartışmaların hangi seviyede olduğunu görmemiz açısından önemli bir örnekliktir. Son yıllarda merkez-çevre ilişkilerinin dönüşümüyle birlikte kimliksel göstergelerin kamusal alanda daha fazla temsil edilmesi İslamofobik eğilim ve saldırıların yoğunlaşmasına neden olmaktadır.
Türkiye örneği ve devam eden İslamofobi
Geçtiğimiz günlerde Kocaeli’nde bir minibüste çekilen görüntüler, Türkiye’de bir yerli İslamofobi sorunu olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Otobüsteki bir kadın önünde oturan çarşaflı bir diğer yolcuya “Nerelisin? Burası Türkiye Cumhuriyeti, burada böyle yaşanmıyor. Peçeni al git, başka ülkede yaşa” diyerek bağırmış ve otobüsün içindeki diğer yolculardan tepki gelince geri çekilmek durumunda kalmıştır. Olayın bir adli sürece dönüşmesi ve Türkiye kamuoyunda ciddi bir biçimde tartışılması, yaşanan bu olayın müstakil bir vakıa mı yoksa Türkiye’de yerleşik bir hal alan sosyolojik bir sorun mu olduğu tartışmalarına neden olmuştur.
Türkiye’de son dönemde toplumsal alanda karşılaşılan İslamofobik eğilimlerin medyatik temsillerine bakıldığında, bu alandaki sorunların bireysel olmadığı açık biçimde görülmektedir. Özellikle sosyal medya platformlarındaki görünüm bazı durumlarda konunun nasıl normalleştiğini de göstermektedir. Örneğin Ekşi Sözlük’te İslam ve Müslümanlarla ilgili başlık ve içeriklere bakıldığında Batı’da var olan İslamofobik tutumun benzer bir biçimde bu alanlarda karşılık bulduğu görülebilmektedir. Nitekim bahse konu sitede İslam, tıpkı Batı’da birçok alanda olduğu gibi terör ve şiddetle özdeşleştirilerek konumlandırılmakta ve Müslümanların kutsalları yok sayılarak ciddi tahriklere imza atılmaktadır.
Peçenin, çarşafın ya da herhangi bir tesettür türünün Türkiye’ye ait olmadığı iddiasını savunanların temel argümanları ya da referansları, Türkiye’nin tarihsel tecrübelerine yönelik olmaktadır. Tanzimat sonrasında başlayan ve erken Cumhuriyet ile farklı bir görüntü kazanan modernleşme tecrübesinin alternatif kamusallıkları toplumsal alanda mahkum ettiği gerçeği, bugün kendisini gösteren İslamofobik eğilimlerin zeminini teşkil etmektedir. Kocaeli örneği ve sosyal medyadaki birçok vakıa bize Türkiye’de halen devam eden ciddi bir İslamofobi sorunu olduğu da açık biçimde göstermektedir. Nüfusunun kahir ekseriyetinin Müslüman olduğu Türkiye gibi bir toplumda bu olayların neden yaşandığı sorusunun cevabı ise “binlerce yılın yabancısı bir sesin minarelere değdiği” bir tarihsel tecrübenin ışığında analiz edilebilir hiç kuşkusuz.