Türkiyede hukuktan anlaşılan

Ali Bulaç

Hukukun maksadı adalet ise, adalet de her hak sahibine hakkını teslim etmek ise, hukukun kendi başına bir değer olarak ele alınması; şu veya bu siyasi görüş, şu veya bu toplumsal zümre/sınıf, şu veya bu devlet için araçsallaştırılmaması gerekir.

Hukuku temsil edenler, hâkimler, savcılar, avukatlar ve üst yargı mensupları sadece hukukun tecellisi için kendilerini ahlaki olarak görevli saymalılar. Siyasi görüşüne göre karar veren bir hâkim ile para karşılığında haksız bir fiili ve suçluyu savunan avukat, hukuka karşı suç işlemiş olurlar. Kendi ideolojisini merkeze alıp halk üzerinde baskı kuran, yurttaşlarının bir bölümünü inançlarından ve yaşama tarzlarından dolayı kamusal hayattan çıkaran bir devlet, mülkün temeli olan adaleti hiçe saymış olur.

Türkiye Cumhuriyeti, hukuku en yüksek derecede ahlaki bir değer olarak algılamıyor. Bizde hukuk, toplumsal ilişkileri barış, uyum ve adalet zemininde düzenleyecek bir mekanizma ve bu amaçla iş gören kanunlar manzumesi değil; emredici, taşıyıcı ve dönüştürücü bir araç, ulus devlet kurma işleminde kullanılan bir enstrüman olarak ele alındı. II. Mahmut'tan beri hukuka yüklenen misyon doğrudan devletin öncelikleri ve iktidardakilerin siyasetidir. Şu farkla ki, Osmanlı'da devlet aygıtı ve bu aygıtla ilişkili kurumlar dönüştürülmek istenirken, Cumhuriyet onu derin bir totalitarizme sevk edecek biçimde toplumun kendisini, mümkünse bireyin zihnini ve iç dünyasını dönüştürmeyi amaçlamıştır. Bu yüzden devletin gerçekliği ile toplumun gerçekliği farklı mecralarda akmış, "devletin hukuku" bir türlü "hukuk devleti"nin ortaya çıkmasına izin vermemiştir.

Hukuk fakültelerinden yargıya, yüksek yargıdan barolara kadar genellikle hukuktan şu anlaşılıyor:

1) Hukuk, toplumu ve bireyin iç dünyasını dönüştüren ve emreden bir araç, etkili bir enstrümandır. Hukuk, toplumun Batılılaştırılması, modernleştirilmesi; bu amaçla yaşama biçiminin değiştirilmesiyle yükümlüdür.

2) Hukukun önceliği devletin, yani bürokratik merkezin gücünü korumak, imtiyazlarını tahkim etmek olarak belirlenmiştir.

3) Türkiye'de hukuk misyonu itibariyle Batılılaştırma/modernleştirme, görevi itibariyle devletin gücünü ve bürokratik merkezi tahkim etme amaçlı olarak belirlendiğinden, ruhuna sinmiş yapısıyla öc alıcı bir karaktere sahiptir. Cezalandırırken, devletin gücünü hissettirir, hak ve özgürlük talebinde belli sınırları aşmaya kalkışanlara karşı intikam alıcı davranır. Dikkatlice bakıldığında TCK a) Mayın tarlası gibi uykuya yatırılmış sayısız maddeyle doludur, zamanı gelince merkezden uzak kumanda sistemiyle mayınlar patlatılır. b) Uykuya yatırılmış kimi maddeler, aynı fonksiyonları gören maddeler aşındığında, çokça can yakıp feryatlara konu olduğunda tedavülden çekilir, uyandırılanlar devreye girer. c) Uykudaki maddeler, bazen dışarıdan (AB, ABD vs.) ağır baskılar geldiğinde benzerleriyle ikame edilir, bu yüzden hakikatte bir şey değişmez. Her seferinde, toplum yanlış yere bastığında mayınlar patlatılır.

4) Türkiye'de hukuk hiçbir zaman eşitlik ilkesine riayet etmez, "eşitlik"ten ve "eşit yurttaş"tan anladığı, insanları tektipleştirmek, resmi ideolojide ve tek tip yaşama tarzında eşitlemek, farklılıkları ortadan kaldırıp herkesi homojenleştirmektir.

5) Hz. Peygamber (sas) "İnsanlar tarak dişleri gibi eşittirler." buyurur ki, bunun anlamı "hukuk karşısında herkes eşittir" demektir. Türkiye'de kurumsal olarak resmi ideolojiyi ve bürokratik merkezi (devlet) korumakla yükümlü hukuk, muhalifleri eşit insanlar olarak görmüyor. Belli zamanlarda (27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat) yargının eline düşenlere en üst cezaları veriyor. Hâlâ "devletin savcısı" ile "müvekkilin avukatı" mahkemede eşit yerlerde durmuyor.

6) Hukuk, bunlardan arta kalan alanlarda yurttaşlar arasındaki ihtilaflara bakıp adalet dağıtmaya çalışıyor ki, milyonlarca dava sayısı, mahkemelerin ağır işleyişi ve başka sorunlar dolayısıyla adaletin ne kadar tecelli ettiği ayrı bir konu.

ZAMAN