Türkiye’de de Tarihi, Tarihçiler Yazsın!

Türkiye'nin Fransa'ya karşı öne sürdüğü tezler maalesef her tarafından dökülen cinsten...

Etyen MAHÇUPYAN; Fransa’da kabul edilen Ermeni soykırım yasasıyla ilgili Türkiye'nin eleştirilerini ve tezlerini ele alıyor. "Tarih, tarihçilere bırakılmalıdır." söyleminin de Türkiye açısından tutarsızlığına dikkat çeken Mahçupyan, Türkiye devletinin kendisine bu özdeyişten ne kadar pay aldığını sorguluyor:

Türkiye kendini aldatıyor

Fransa'daki malum yasayla ilgili söylenebilecekler hangi zihniyete sahip olduğunuzla doğrudan bağlantılı.

Hukuku merkeze alan modernist bir yaklaşımınız varsa, geçmiş acılara karşı adil ve nötr olmak gerektiğinden hareketle yasayı savunabilirsiniz. Konuşmayı ve birlikte ahlak oluşturmayı temel alan demokrat bir yaklaşıma sahipseniz, bu tür yasaların tümüne karşı çıkarsınız. Tabii bu ikisi arasında birçok melez pozisyonlar da üretilebilir. Önemli olan hangi görüşü savunursanız savunun tutarlı ve inandırıcı olabilmek, altı boş argümanlara savrulmamak. Türkiye bu açıdan iyi bir sınav vermediği gibi, 'doğru' sanarak attığı her adımda daha da kırılgan bir duruma düşüyor.

Her şeyden önce bu yasanın Ermeni oylarını almaya yaradığı savının bir temeli yok. Çünkü sosyalistler de aynı yasayı savundular ve Fransa'daki Ermeniler zaten büyük oranda sosyalistlere oy veriyorlar. Sırf Sarkozy de destekledi diye herhalde oylarını değiştirecek değiller. Ayrıca Fransa'da beşyüz küsur bin Türk olduğu da söylenip duruyor. Eğer Sarkozy, Ermeni oylarının bir bölümünü alacaksa, açıktır ki Türk oylarının daha da büyük bir bölümünü kaybedecek. Kısacası bu yasanın Ermenilerle değil, önümüzdeki seçimde aşırı sağın yabancı düşmanlığına dayanan seçmeniyle ilişkisi var. Sarkozy, Türkiye'yi karşısına alarak bu oyları çekebileceğini umuyor, çünkü Türkiye giderek entegre olamamış göçmenlerin siyasi temsilcisi gibi sunuluyor. Öte yandan doğrudan Türkiye'ye karşı çıkmak da 'hoş' değil. Oysa soykırım meselesi ahlaki bir zemin sağlıyor ve Sarkozy'yi ulvi amaçlarla davranan bir siyasetçi kılığına sokuyor.

Türkiye'nin Fransa'ya karşı öne sürdüğü tezler ise maalesef her tarafından dökülen cinsten... Birincisi, Fransa'nın kendi değerlerine uygun davranmaya davet edilmesi fazlasıyla abes. Çünkü hem insanlığın çağlar boyunca yaratmış olduğu değerlerin bir ülkeye mal edilmesi anlaşılır gibi değil, hem de Fransa'nın halihazırdaki değerlerinin sadece özgürlük olduğunu ileri sürmek de garip. Nitekim yasayı savunanlar adaletin de bir Fransa değeri olduğunu, Yahudi soykırımını cezalandırırken Ermeni soykırımını cezalandırmamanın ise adaletsizlik anlamına geleceğini savundular.

İkincisi, yasanın Fransız Anayasa'sına karşı olduğunu söylemek de herhalde Türkiye'ye düşmez. Sonuçta bu başka bir toplumun kendisi için ürettiği bir anayasa ve onların talep ve tercihlerine göre değişmeye açık bir metin. Ayrıca eğer söz konusu yasa Fransız Anayasa'sına uygun olsaydı, Türkiye duruma razı olup kabullenecek miydi? Eğer Fransızlar anayasalarını değiştirseler konu kapanıyor mu?

Üçüncüsü, soykırım inkârının cezalandırılmasının ifade özgürlüğüne karşı olma hali, her ne kadar kuramsal açıdan en sağlam argüman olsa da, Türkiye'nin dilinde hayli sırıtan bir söylem. Sanki Türkiye ifade özgürlüğünün bayraktarlığını yapan bir ülke de, şimdi de hasbelkader bu yasayı eleştirmekte... Oysa Türkiye ifade özgürlüğünün en sorunlu olduğu ülkelerden biri. İster Takrir-i Sükun ve İstiklal Mahkemeleri'nden başlayarak günümüze gelin, ister Hrant'ı ölüme sürükleyen utanç verici yasaları ve davaları hatırlayın, ister şu anda tutuklu olarak yargılanan yüzlerce genci gözünüzün önüne getirin. Türkiye'nin ifade özgürlüğünü başkalarına önerebilecek en son ülkelerden biri olduğu gerçeğinin üstünü örtmek zor.

Dördüncüsü, tarihin tarihçilere bırakılması söylemi de son derece yavan ve samimiyetsiz bir yaklaşımı ima ediyor. Çünkü bu mesele zaten yaklaşık yüz yıldır tarihçilere bırakılmış durumda ve üretilmiş olan tarihsel 'gerçeklik' bu akademik literatürün sonucu. Devletlerin işin içine girmesi, Türkiye'nin söz konusu 'gerçekliğe' duyarsız kalması nedeniyle işlevsel oldu. Ama daha önemlisi bütün bu süre boyunca Türkiye 1915 tehcirini öncesi ve sonrasıyla tarihçilere bırakmaya korktu. Devletin resmi söylemi dışında hiçbir yaklaşıma hayat hakkı tanımadığı gibi, Türk Tarih Kurumu üzerinden geçmişi devletleştirmeye yeltendi. Türkiye tarihi tarihçilere bırakmak bir yana, devlet memuru yaptığı tarihçilerin korunmuş ideolojik anlatısı üzerinden diğer bütün tarihçileri iğdiş etti.

Bunlara ilaveten bir de ileriye dönük şantaj söylemi revaçta. Fransa'da yasaya karşı yürüyen onbinler yüzbinlere çıkabilir deniyor... Tabii binlere de düşebilir. Bunu kim öngörebilir ki? Ancak Fransa'yı tehdit eden bu tür söylemler Fransa'daki Türk diasporanın Türkiye devleti tarafından yönlendirildiğini ve kullanıldığını düşündürtür ve herkes emin olsun ki Avrupalıların refleks olarak ilk düşünecekleri şey de budur. Bunun anlamı Fransa'daki Türklerin Fransız vatandaşlığını taşımaya hazır olmadığı, yani Türklerin Batı'ya entegre 'olamayan' bir tür olduğu savının desteklenmesidir. Batılıların gözünden bakıldığında, Türkiye'deki bu söylem Türklerin kimliklerine yapıştıkları oranda kişiliksiz davranabileceklerini akla getirecektir.

Türkiye hâlâ asıl yapması gerekeni yapmıyor. Kendi sorumluluğuyla yüzleşmiyor... O zaman da çok akıllıca sanılan argümanlar bile gerçekte Türkiye'yi daha da zayıflatıyor.

ZAMAN

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!