‘Türkiye yeniden ideolojik şiddetin kısır döngüsü içinde kendisini yemeye başlamadan…’

Ergün Yıldırım, son olarak Selçuk Özdağ ve Orhan Uğurluoğlu’na yönelen şiddet olgusunu değerlendirdiği yazısında, ülkenin yeniden şiddet sarmalına dönüşmemesi için uyarı ve hatırlatmalarda bulunuyor.

Ergün Yıldırım, son olarak Selçuk Özdağ ve Orhan Uğurluoğlu hadisesinde tezahür eden muhalif gazeteci ve siyasetçilere yönelik saldırıyı “şiddetin akıldışı, cesur ve örgütlü tezahürü” olarak nitelendirdiği yazısında, Türkiye’nin yeniden ideolojik şiddetin kısır döngüsü içinde kendisini yemeye başlaması için devletin atması gereken adımlara dikkati çekiyor.

Ergün Yıldırım’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (20 Ocak 2021) şöyle:

Kolektif şiddet en fazla siyasete ve topluma zarar verir

Devlet, “şiddeti tekelinde tutan tek meşru irade” (Weber). Bunun da nerede, nasıl ve kim tarafından kime uygulanacağı kanunlarla belirlenmiştir. Bu devlete hukuk devleti ya da adalet devleti diyoruz. Devlet dışında şiddet kullanmaya yönelen bütün partiler, hareketler ve gruplar gayri meşrudur. Bunu ne adına yaparsa yapsın meşru değildir. İster din, ister etnisite, isterse millet adına yapsınlar fark etmez. Bir ideoloji, bir parti ya da bir hareket kendisine ters gelen her hareketi veya söylemi şiddetle cezalandırmaya çalışırsa orada meşru şiddet tekeli itibarını kaybeder. Yani devletin suçluyu tespit etme ve cezayı verme konusundaki otoritesi zayıflar. En azından halkın nazarında itibarı zedelenir. Dünyada mafya grupları, terör grupları ve ideolojik grupların şiddetleriyle çalkalanan ve sarsılan birçok toplum var. Aslında buna “paralel şiddet” denir. Devletin şiddet tekeli karşısında şiddeti keyfince, çıkarlarına ve ideolojik yargılarına göre kullanmaya “paralel şiddet” adı verilir. Buna paralel devletin şiddet pratiği denir. PKK yıllarca vergi toplayarak, insanlara şiddet uygulayarak ve hatta yargılama yaparak paralel devlet olmaya çalışmadı mı? FETÖ yine paralel devlet olarak doğrudan devletin içinde örgütlendi. Aslında egemen devletin kudretine karşı alternatif ceza kesme ve suçlu ilan etme de paralel devlet pratikleridir.

Her kolektif ya da sürü şiddeti, cezayı linçle uygular. Bu linç, hiçbir adaleti, normu (namusu) ve ahlaki ilkeyi taşımaz. Sadece içgüdü ile çalışır. Yığın psikolojisi ile hareket eder. Saldırının ne etiği vardır ne de sınırı. Saldırı pusuya dayanır. Her sürü linçi böyledir. İdeolojisinin hiç önemi yoktur. Burada akıl ve ahlak devreden çıktığı için bir kişiye onlarca kişi saldırır. Kin kusulur. Yağma yapılır. Medeni bütün kurallar çiğnenir. İlkel içgüdünün kolektif saldırganlığı yıkıcılığıyla taşar.

Devlet ise cezayı hukukla uygular. Devlet, önce sorgular, sonra yargılar ve en son şiddeti uygular (ölüm cezası gibi). Kolektif şiddet sokaklarda yayıldığında hem devlet hem de toplum büyük yaralar alır. Bunu 1980 öncesinde acı bir biçimde yaşadık. Yine PKK eylemlerinde, HDP’nin sokak çağrılarıyla yaşanan olaylarda (6-8 Ekim olayları) gördük. Etnik, politik ve parti düzleminde yaşanan bu şiddetler etrafında hâlâ ciddi tartışmalar devam ediyor. Linç bilinci ile grup bilinçleri birleşiyor. Toplum segmentleşme tehlikesini bile yaşayabiliyor bu şiddet üretimi etrafında.

Son olarak bir parti genel başkan yardımcısı ve bir gazetenin Ankara temsilcisi bir grubun şiddetine uğradı. Siyasetçi ve gazeteci, bir grup şiddetinin saldırganlığıyla kan revan içinde kaldı. Hem de Ankara’da. Yani devletin başkentinde. Güpegündüz ve herkesin gözü önünde. Şiddetin akıldışı, cesur ve örgütlü tezahürü bu. Hem de o kadar cesaretli ve akıl dışı ki ne başkenti, ne gündüzü, ne genel başkan yardımcılığını, ne de gazeteciliği tanıyor. Dolayısıyla burada ne devlet, ne parti yöneticiliği ne de gazete yöneticiliği dikkate alınıyor.

Sürü şiddetinin hukuk dışı tezahürü şu an belli bir siyasete ve belli bir basın kesimine yönelik gözüküyor. Ama yarın kime yöneleceği belli olmaz. Bundan dolayı devletin hukuku, adaleti ve kudretinin korunması gerekir. Paralel şiddet uygulayan hukuklara ve kudretlere yol vermesi durumunda demokratik vasfından da kudret vasfından da itibar kaybına uğrar. Her parti ya da ideoloji kendisini korumak için “karşı şiddet grupları” oluşturmayı düşünmeye başlar. Allah korusun en büyük tehlike de budur. Türkiye yeniden ideolojik şiddetin kısır döngüsü içinde kendisini yemeye başlar.

Şükürler olsun ki Sayın Cumhurbaşkanımız şiddete uğrayan genel başkan yardımcısı Selçuk Özdağ’ı arıyor. Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı geçmiş olsun dileklerinde bulunuyorlar ve suçluları yakalayacaklarını söylüyorlar. Türkiye’de demokratik devletin, sağduyunun ve adaletin varlığına işaret ediyor bunlar.

Sokak siyaseti, sürü şiddeti ve linç operasyonları sadece insan haklarını yok etmiyor. Demokrasiyi ve devletin saygınlığını da yok ediyor. Yarın hangi siyasetçiye ve hangi gazeteciye döneceği belli değil. Demokraside ifade özgürlüğü en temel haktır. Şiddet, ürettiği korku ile buna egemen olmak istiyor. Ne zaman kime döneceği ve kimi susturmaya çalışacağı belli olmayan bu şiddet olgusuna karşı bütün aydınlar, bütün siyasetçiler ve bütün gazeteciler karşı durmalıdır. Türkiye bir hukuk devletidir, siyaset de Büyük Mecliste yapılır.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!